Temel Tıp Bilimleri Tez Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 28
  • Öğe
    Vena Azygos Sistemi'nin anatomik incelenmesi
    (Trakya Üniversitesi, 1996) Kutoğlu, Tunç; Turut, Mahmut
    ÖZET Araştırmamız 1994-1996 yıllan arasında Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dallan' nda, yaşlan 27-70 arasında değişen 35' i erkek ve 13' ü kadın toplam 48 konserve kadavranın azigos ven sistemi üzerinde gerçekleştirildi. Yapılan çalışmada v. azygos, v. hemiazygos, v. hemiazygos accessoria ve v. intercostalis superior' lann çaplan ve seviyeleri incelendi. Olgular Anson' un tasnifine uygun olarak, azigos ven sistemindeki vertikal şekil ve horizontal bağlantılar esas alınarak primitif veya embriyolojik tip, geçiş tipi ve tek kolonlu tip olmak üzere 3 temel Tip ve bu Tip' lere bağlı 1 1 alt grup şeklinde değerlendirildi. Bu sınıflamaya göre olgulanmızdan 1' inin ( % 2.1 ) Tip I, 44' ünün ( % 91.7 ) Tip II ve 1 tanesi' nin ( % 2. 1 ) ise Tip III olduğu tesbit edildi. Bu durum literatür verileri ile uyumlu bulundu. Aynca hiçbir gruba uymayan 2 (% 4.2) olguda Atipik Grup olarak isimlendirildi. 50
  • Öğe
    18-25 yaş arası genç erişkinlerde quadriceps açısının (Q açısı) yürüme paternine etkisi
    (Trakya Üniversitesi, 2018) Kayatekin, Ayşe Zeynep Yılmazer; Taşkınalp, Oğuz
    Quadriceps (Q) açısı, patella'ya uygulanan çekim kuvvetlerin yönü ve büyüklüğü hakkında bilgi verdiğinden diz eklemini ilgilendiren patolojilerin öngörüsü, tanısı ve tedavi takibinde kullanılmaktadır. SIAS ile patella orta noktası arasındaki çizgi ve tuberositas tibiae ile patella orta noktası arasındaki çizgiler arasında ölçülür. Çalışmamızda diz ekleminin anatomik yapılarının dizilimi hakkında bilgi veren bu açı ile alt ekstremitenin önemli fonksiyon gösterdiği yürüme ve statik denge arasındaki ilişkiyi incelemeyi amaçladık. Çalışmamıza katılan 18-25 yaş aralığında 106 kadın ve 105 erkek sağlıklı gönüllünün boy ve kilo ölçümü yapıldı, ayakta ve supin pozisyonlarda gonyometre ile bilateral Q açıları ölçüldü. Yürüyüş ve statik denge analizleri için kuvvet platformu Zebris© FDM System Type FDM 1,5 ve WinFDM bilgisayar programı kullanıldı. Elde edilen verilerin istatistiksel analizi için SPSS 20 programı kullanıldı. İstatistiksel olarak anlamlılık sınırı p< 0,05 olarak belirlendi. Yapılan değerlendirmeler neticesinde Q açısı ile yürüyüş analizi parametreleri arasında anlamlı ilişki olmadığı görüldü. Yürüyüş analizi yapılarak ulaşılan yer tepkime kuvvet parametreleri ve kelebek diyagramı parametreleri ile statik denge analizi parametrelerinden bazılarının Q açısı ile zayıf ya da orta düzeyde ilişkili olduğu görüldü. Q açısı ile ilişkili bulunan parametreler sağ veya sol tarafa, cinsiyete, Q açısı ölçüm yöntemine göre sınıflandırılabilecek bir düzen sergilemedi. Quadriceps (Q) açısının yürüme paterni ile ilişkisinin aydınlatılması için kapsamlı araştırmalara ihtiyaç olduğunu ve araştırmamızın Q açısının, yürüme ve denge ile arasındaki ilişkiyi incelemesi açısından öncü bir çalışma olarak literatüre katkı sağlayacağını düşünüyoruz.
  • Öğe
    El anatomisi, biomekaniği ve renkli doppler ultrasonografi yöntemi ile tendon kayma hızlarının ölçümü
    (Trakya Üniversitesi, 1996) Cıgalı, Bülent Sabri; Taşkınalp, Oğuz
    ÖZET Bu çalışmada Renkli Doppler Ultrasonografi yöntemi ile tendon kayma hızlarının ölçülmesi ye bu ölçümleri tek bir kasa ait tendon da izole bir hareket sırasında kayıt etmek amaçlandı. M. flexor pollicis longus amaca en uygun kas olarak tespit edildi ve deneyler bu kas üzerinde gerçekleştirildi. Deneyler 16 sağlıklı erişkinde iki ekstremiteden, metakarp ve bilek seviyelerinden üçer defa ve her defasında birbirini takip eden on Doppler dalgası kayıt edilerek gerçeklştirildi. Seviyeler arası ve karşı taraflar arası anlam farklılıkları test edildi. Buna göre aym taraf ve karşı taraf seviyeler arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı. Kişiler arası tendon kayma hızlan ise beklenildiği gibi farklı bulundu. Sonuç olarak hız ölçümleri tekrarlanabilir ve güvenilir bulundu ve yöntem geliştirildiği takdirde ilerde kas hastalıklarının tam ve takibinde kullanılabileceği düşünüldü. 61
  • Öğe
    Tip 1 diyabetli çocuklarda yürüme ve dengenin değerlendirilmesi
    (Trakya Üniversitesi, 2023) Akran, Sıdıka; Cığalı, Bülent Sabri
    Periferik nöropati Tip 1 Diabetes Mellitus'un uzun dönem izleminde mikrovasküler komplikasyonlardan biridir. Bu çalışmada Tip 1 diyabet tanısı almış çocuklarda diyabet süresinin diyabetik nöropatiye etkisini araştırmak amacıyla yürüme analiz ve denge analiz verilerine ulaşmayı hedefledik. Yaptığımız tez çalışması 12 ve 18 yaş aralığında 66 deneğin katılımı ile gerçekleştirildi. "T1DM, diyabet tanı süresi>5''grubu, "T1DM, diyabet tanı süresi<5''grubu ve kontrol grubu olmak üzere 3 eşit sayıda grup oluşturuldu. Deneklerin yürüme ve statik denge analizleri Zebris © FDM System Type FDM 1,5 ve WinFDM bilgisayar programı kullanılarak gerçekleştirildi. Deneklerin ilk olarak normal yürüyüşleri ve dengeleri ölçüldü. Elde edilen verilerin istatistiksel analizi için SPSS 20 programı kullanıldı. İstatistiksel anlamlılık sınırı p<0,05 olarak belirlendi. Çalışma sonuçlarına göre sol adım zamanı, çift adım zamanı, kadans, sol ön yük, sol arka yük parametrelerinde verilerinde "T1DM, diyabet tanı süresi>5''grubu ile "T1DM, diyabet tanı süresi<5''grubu arasında anlamlı fark bulundu. Sol adım zamanı, çift adım zamanı verileri, sol ön yük parametreleri "T1DM, diyabet tanı süresi>5'' grupta diğer gruplara göre yüksek bulunmuştur. Kadans parametresi "T1DM, diyabet tanı süresi>5'' olan grupta diğer gruplara göre düşük tespit edilmiştir. Tip 1 diyabet tanısı almış hastalarda, 5 yıllık diyabet tanı süresinin nöropatiyi klinik izlemede kilit bir süre olarak kullanılabileceğini düşünüyoruz. Diyabet süresinin diyabetik nöropatiyi etkilemesi sonucundan yola çıkarak Tip 1 diyabetli çocuklarda belirli aralıklarla diyabetik nöropati takip edilerek komplikasyonların erken tespiti yapılabilir. Tip 1 diyabet hastalarında nöropatinin takibinin yapılması için yürüme analizinin de kullanılabileceğini düşünüyoruz. Anahtar Kelimeler: Diyabetik nöropati, yürüme analizi, denge analizi.
  • Öğe
    Laboratuvarımızda çalışılan kalsiyum metabolizma testlerinin analitik performansının altı sigma medodu kullanılarak değerlendirilmesi ve ölçüm belirsizliklerinin saptanması
    (Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2021) Takatak Şen, Arzu; Erbaş, Hakan
    Tıbbi laboratuvarlar verdikleri test sonuçlarıyla bir hastalığa tanı koyma, prognozunu belirleme, tedaviyi yönetmekte doktorlara dolayısıyla da hastalara yardımcı olur. Laboratuvarlarda bu önemin farkında olarak en güvenilir ve en doğru test sonuçlarını vermeye çalışırlar. Bu yüzden klinik laboratuvarlar performanslarını sürekli olarak değerlendirmelidirler. Bu çalışmada analitik kalite performansının değerlendirilmesi için kalsiyum metabolizma testlerinin (kalsiyum, fosfor, magnezyum, parathormon ve 25(OH) Vitamin D) ölçüm belirsizliği ve sigma skorlarının hesaplanması amaçlandı. Ölçüm belirsizliğini NORDTEST klavuzuna göre ?yukardan aşağı? yaklaşım modelini baz alarak hesaplandı. Sonuçlar CLIA (Clinical Laboratory Improvement Amendments) ve RCPA (The Royal Collage of Pathologists of Australasia) total izin verilebilir hata limitleri üzerinden karşılaştırıldı. CLIA’a göre fosfor testi hariç diğer testlerimiz hedef limitlerini aşmamıştır. RCPA’a göre sadece magnezyum testimizin düşük seviyesi hedef limitinin altında olup geriye kalan bütün testlerimizin hedef limitlerini aştığı saptandı. Testlerimizin analitik süreç sigma seviyelerini hesaplarken CLIA ve RCPA total izin verilebilir hata limitleri kullanıldı. CLIA hedef limitlerine göre fosfor testinin ikinci analizör ikinci seviye performansı hariç, diğer tüm test performansları 2 sigma değerinin üzerinde bulundu. RCPA hedef limitlerine göre magnezyum testinin ikinci analizör birinci seviyedeki performansı hariç, diğer tüm test performansları 2 sigma değerinin altında bulundu. Kalsiyum metabolizma testlerinin analitik performanslarını altı sigma metodolojisiyle değerlendirilmesi bu testlerin performansına uygun kontrol kurallarının ve kontrol sıklığının belirlenmesinde yardımcı olacaktır. Bu da hatalı kontrol reddini engelleyip hem mali hem de zaman açısından tasarruf sağlayacaktır. Aynı zamanda bu testlerin ölçüm belirsizlik değerlerini belirlemek ve gerektiğinde bunu sonuç raporuna ekleyerek hekimin bilgisine sunmak, test sonuçlarını daha kullanılabilir ve değerli bir hale getirecektir. Sonuç olarak laboratuvara duyulan güven artacaktır.
  • Öğe
    Edirne ili ara konaklarında Echinococcus granulosus antijen B polimorfizminin araştırılması
    (Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2022) Tarladaçalışır, Taner; Şakru, Nermin
    Echinococcus granulosus insanlarda ve birçok çiftlik hayvanında kistik ekinokokkoz etkenidir ve dünyada geniş bir dağılıma sahiptir. Kistik Ekinokokkoz, endemik bölge olan Türkiye’de hala önemli bir halk sağlığı sorunudur. Bu çalışmanın amacı; Edirne İli ara konaklarından elde edilen E.granulosus izolatlarının genotiplendirilmesi ve antijen B polimorfizminin araştırılmasıdır. Haziran 2020 ile Mayıs 2021 tarihleri arasında, Edirne İli’ndeki çeşitli hastanelerde opere edilen veya PAIR işlemi uygulanan hastalardan 12 adet, aynı süre içinde kesimhanedeki hayvanlardan toplanan 63 kist hidatik materyali olmak üzere toplam 75 hidatik kist materyali çalışmaya alındı. Genotip belirleme amacıyla 12S rRNA gen bölgesi PCR ile çoğaltıldı. Ardından seçilen örneklere mitokondriyal CO1ve ND1 gen bölgelerinin dizi analizi yaptırıldı. Sonuçlar bölgede G1 (evcil koyun suşu), G2 (Tazmanya koyun suşu) ve G3 (manda suşuna) olmak üzere 3 farklı genotip bulunduğunu gösterdi. Antijen B polimorfizminin belirlenmesi için AgB1 ve AgB2 gen bölgelerine PCR-SSCP uygulandı ve ardından seçilen örneklere dizi analizi yaptırıldı. Analiz sonuçları ve filogenetik çalışmalar her iki gen bölgesinde de polimorfizm olduğunu gösterdi. Mevcut çalışma Edirne İli’nde E. granulosus’un G1 genotipinin (evcil koyun suşu) baskın genotip olduğunu, ikinci sıklıkta ise G3 genotipinin (manda suşu) olduğunu göstermektedir. Yapılan çalışma, Türkiye’de G2 genotipinin (Tazmanya koyun suşu) bulunduğunu gösteren ilk rapordur. Buna ek olarak G3 genotipinin (manda suşu) Trakya Bölgesinde varlığını gösteren ilk rapordur. Ayrıca mevcut çalışma ile Trakya bölgesinde ilk kez gerçekleştirilmiş olan antijen B polimorfizmi çalışması, bölgede antijen B polimorfizmini belgeleyen ilk rapordur. Çalışma sonuçları Türkiye ve Dünya çapında; KE’den korunma ve kontrol programlarına katkı sağlayacaktır.
  • Öğe
    Müziğin uyku latansına etkisi
    (Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2022) Arslan, Enver; Öztürk, Levent
    Sağlıklı genç erişkin bireylerde uyku öncesi müzik dinletisinin uyku latansına etkileri araştırılmıştır. Etik onay ve yazılı bilgilendirilmiş gönüllü onayı alındıktan sonra 10 sağlıklı genç erişkin gönüllü (E/K, 4/6; ortalama yaş 27,7±2,9 yıl) çalışmaya dahil edildi. Pittsburgh Uyku Kalitesi İndeksi ve Müzik Anamnezi değerlendirmesi sonrası beş ardışık gün uyku günlüğü tutulan ve uykusunun düzenli olduğu görülen bireyler bir gece polisomnografik uyku tetkikine alındı. PSG sonrası sabah 07:00’de kaldırılan gönüllüler saat 10:00, 12:00, 14:00 ve 16:00’da olmak üzere çoklu uyku latansı testine alındı. Yine ardışık iki gün düzenli uyku sonrası saat 10:00, 12:00, 14:00 ve 16:00’da olmak üzere uyanıklığı sürdürme testi yapıldı. Çoklu uyku latansı ve uyanıklığı sürdürme testleri dört farklı koşul altında (müzik, sesli kitap, beyaz gürültü ve sessizlik) gerçekleştirildi. Testler sırasında kalp hızı değişkenliği analizi de yapıldı. Çoklu uyku latansı testlerinde müzik, sesli kitap, beyaz gürültü ve sessizlik koşullarında uykuya dalma süresi sırasıyla 12,5±6,0; 9,8±3,9; 9,2±5,1; 9,5±4,6 dakika saptandı (p>0,05). Uyanıklığı sürdürme testinde müzik, sesli kitap, beyaz gürültü ve sessizlik koşullarında maksimum uyanıklık süresi sırasıyla 24,0±11,8; 32,0±10,6; 25,0±13,8; 22,1±13,8 dakika bulundu (p>0,05). HRV analizinde sempatovagal denge (LF/HF) hem MSLT hem de MWT testlerinde dört farklı koşulda istatistiksel olarak anlamlı fark göstermedi. Bu bulgulara göre müzik varlığında uykuya dalma süresinin sessizlik durumuna göre anlamlı derecede kısalma göstermediği bulundu. HRV analizi ile incelenen sempatovagal dengenin de dört farklı uykuya dalma koşulunda benzer olduğu görüldü.
  • Öğe
    Akıllı telefon kullanmanın yürüme ve denge üzerine etkisi
    (Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2022) Pehlivan, Metehan; Ciğalı, Bülent Sabri
    Propriosepsiyon vücut hareketleri ve eklemler ile birlikte bedenin ya da beden bölümlerinin uzaydaki konumunun algılanmasıdır. Görme ile çevrede vuku bulan olaylar ve objeler hakkında bilgiler ediniriz. Görme aynı zamanda vücudun bölümlerinin hareketlerinin göreceli pozisyonları hakkında bilgi verdiği için propriosepsiyonda önemli bir yere sahiptir. Fakat yapılan çalışmalar sonucunda artık dikkatin de propriosepsiyon üzerinde etkili olduğunu biliyoruz. Dikkatin tek ve net bir tanımı olmasa da biz çalışmamızda dikkati bilgi işleme kapasitesi olarak tanımladık. Çalışmamızda yürüme analizi ve statik denge analizi yöntemlerini kullanarak akıllı telefon kullanmanın yürümeyi ve dengede durmayı ne kadar ve ne yönde etkilediğini nesnel ölçütlerle oraya çıkarmayı hedefledik. Yaptığımız tez çalışması 18-25 yaş aralığında 15 erkek ve 15 kadın olmak üzere toplam 30 gönüllünün katılımıyla gerçekleştirildi. Gönüllülerin yürüme ve statik denge analizleri Zebris © FDM System Type FDM 1,5 ve WinFDM bilgisayar programı kullanılarak gerçekleştirildi. Gönüllülerin ilk olarak normal yürüyüş ve denge ölçümleri kayıt altına alındı. Daha sonra yürürken ve statik olarak dengede dururken, bir ölçümde iki elleri ile tuttukları akıllı telefonlarından önceden belirlenmiş bir metni sadece okumaları ve diğer ölçümde ise aynı şekilde önceden verilmiş metni sadece yazmaları istendi. Yürüme ölçümü her biri için 3 defa tekrarlanıp ortalaması alınırken, statik denge analizi 30 saniye sürecek şekilde yapıldı. Elde edilen verilerin istatistiksel analizi için SPSS 20 programı kullanıldı. İstatistiksel anlamlılık sınırı p <0,05 olarak belirlendi. Çalışmamızde elde ettiğimiz verilere bakıldığında, gönüllülere verdiğimiz görevlerin yürüme parametrelerini oldukça belirgin şekilde değiştirdiği görüldü. Özellikle medial-lateral yönde olan değişiklikler görme alanı değişikliklerinden etkilenmesi literatür ile uyumluydu. Aynı zamanda yürüme hızının azalması, kadansın azalması, adım uzunluğunun azalması, adım genişliğinin artması bölünmüş dikkat ile yapılan yürüme analizi çalışmalarıyla uyumluydu. Dikkatin yoğunlaştığı görevlerde yürümeye daha derin etkileri olduğunu da gözlemledik.
  • Öğe
    Tip 2 diabetes mellituslu hastalarda serum paraoksonaz-1 ve paraoksonaz-3 enzimlerinin, hemoglabon A1C, açlık kan şekeri, lipid profili ve oksidatif stres ile ilişkisi
    (Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2022) Uçar Yağcı, Yağmur; Özgün, Eray
    Bu çalışmanın amacı, tip 2 diabetes mellituslu hastalarda; serum paraoksonaz-1 ve paraoksonaz-3 düzeylerinin ve aktivitelerinin, hemoglobin A1c, serum açlık kan glukozu, lipid profili ve oksidatif stres ile ilişkisini araştırmak ve ayrıca bu hastalarda paraoksonaz-1 ve paraoksonaz-3 düzeylerini ve aktivitelerini diyabet tedavisinde hedeflenen hemoglobin A1c ve paraoksonaz-1192 fenotipleri bakımından incelemektir. Çalışmaya tip 2 diabetes mellitus tanılı 141 gönüllü birey katıldı. Hastaların serum numunelerinde paraoksonaz-1 ve paraoksonaz-3 düzeyleri, substrat olarak fenil asetat, 4(klorometil)fenil asetat ve dihidrokumarin kullanılarak paraoksonaz aktiviteleri ve ayrıca total oksidan durum ve total antioksidan durum düzeyleri ölçüldü. Total oksidan durum ve total antioksidan durum düzeylerine göre oksidatif stres indeksi hesaplandı. Ayrıca hastalardan bu testlerin çalışılması için kan alımı ile aynı gün içinde çalışılmış rutin tedavi ve takibinde kullanılan hemoglobin A1c, serum açlık kan şekeri, total kolesterol, trigliserid, düşük dansiteli lipoprotein kolesterol, yüksek dansiteli lipoprotein kolesterol düzeyleri sonuçları kullanıldı. Sonuç olarak çalışmamız, tip 2 diabetes mellituslu hastalarda arilesteraz ve laktonaz aktiviteleri ile yüksek dansiteli lipoprotein kolesterol arasında ve laktonaz aktivitesi ile total antioksidan durum düzeyi arasında pozitif, paraoksonaz-1 düzeyi ile total antioksidan durum düzeyi arasında negatif doğrusal ilişki bulunduğunu gösterdi. Çalışmamız ayrıca hemoglobin A1c düzeyi ?7% olan hastalarda paraoksonaz-3/yüksek dansiteli lipoprotein kolesterol düzeyinin daha yüksek olduğunu ve ek olarak paraoksonaz-1192 fenotipleri açısından, paraoksonaz-1Q192Q ve paraoksonaz-1Q192R fenotiplerindeki hastalarda laktonaz aktivitelerinin paraoksonaz-1R192R fenotipindeki hastalara göre daha yüksek olduğunu gösterdi.
  • Öğe
    Ferropitozun yüksek fruktozlu beslenme ve bağlı böbrek işlev bozukluğundaki rolü
    (Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2022) Değer, Ecem Büşra; Kaya, Oktay
    Çalışmamızda yüksek fruktozlu beslenmeye bağlı oluşan böbrek hasarında ferropitozun rolünü ve yüksek fruktozlu beslenmenin böbrek fonksiyon ve histolojisindeki değişimini zamana bağlı olarak incelemeyi amaçladık. Etik onay alındıktan sonra 4 grupta toplam 34 adet Spraque-Dawley erkek sıçan kullanıldı. Deney süresince kontrol grubuna çeşme suyu, diğer gruplara %20 fruktoz içeren çeşme suyu verildi. Kontrol grubu 1 hafta, F4 grubu 4 hafta, F8 grubu 8 hafta ve F12 grubu 12 hafta takip edildi. Deney sürelerinin son gününde sıçanlar metabolik kafese alınarak 24 saatlik idrarları toplandı. Ardından anestezi altında kan örnekleri ve böbrekleri alındı. Serum numunelerinde üre, kreatinin, ürik asit, kalsiyum ve potasyum düzeyleri, idrar numunelerinde kreatinin klirensi ve FeNa düzeyleri, böbrek dokusunda glutatyon (GSH), malondialdehit MDA, glutatyon peroksidaz 4 (GPX4), açil-coa sentetaz uzun zincirli aile üyesi 4 (ACSL4), transferrin reseptör 1 (TFR1), doku demir düzeyleri, histopatolojik değişiklikler ve immünohistokimyasal GPX4 ve ACSL4 boyanma düzeyleri incelendi. Çalışmamızda 12 hafta fruktozla beslenen grupta tüm gruplara göre serum kreatinin seviyesinde anlamlı artış gözlenirken serum üre seviyesinde kontrol grubuna göre tüm gruplarda anlamlı düşüş gözlendi. Serum kalsiyum düzeyinde F8 grubunda kontrole göre anlamlı azalma görüldü. Kreatinin klirensi / vücut ağırlığı seviyelerinde F12 grubunda, FeNa seviyelerinde ise kontrol grubuna göre tüm gruplarda anlamlı azalma gözlendi. 24 saatlik idrar hacminde F4 ve F12 gruplarında kontrole göre anlamlı artış, F8 grubunda F4 grubuna göre anlamlı azalma gözlendi. Böbrek dokusunda GSH düzeylerinde F8 ve F12 gruplarında kontrole göre anlamlı azalma görülürken MDA seviyelerinde gruplar arası farklılık gözlenmedi. Ferropitoz belirteçlerinden GPX4 seviyelerinde kontrole göre tüm gruplarda anlamlı azalma, diğer ferropitoz belirteçlerinde anlamlı farklılık gözlenmedi. Histolojik olarak renal hasar skoru ve glomerüler çap F8 ve F12 gruplarında anlamlı yüksekti. Tüm bu sonuçlar toplu olarak değerlendirildiğinde fruktozdan zengin beslenmenin böbrek fonksiyon ve histolojisini olumsuz etkilediği ve fruktozdan zengin beslenme süresinin uzamasının bu etkileri arttırdığı görüldü. Yüksek fruktoz alımına bağlı olumsuz etkilerde ferropitozun rolünü incelediğimizde bulgularımızın çelişkili olması sebebiyle yüksek fruktozlu beslenmeye bağlı oluşan hasarda ferropitozun rolü konusunda net bir sonuca ulaşılamadı. Uygulanan modelde fruktoz dozunda çeşitlilik ve çalışma süresi artırılarak ek çalışmalar yapılmasının uygun olacağı düşünüldü.
  • Öğe
    İsoproterenol ile deneysel miyokart infarktüsü oluşturulan sıçanlarda melatoninin serum paraoksonaz aktivitesine etkisi
    (Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2013) Özgün, Eray; Gökmek, Selma Süer
    Bu çalışmanın amacı, aterosklerozdan bağımsız bir deneysel miyokart infarktüs modelinde, serum paraoksonaz aktivitesini ve melatoninin bu aktivite üzerine etkisini incelemektir. Wistar albino erkek sıçanlar, kontrol, melatonin, isoproterenol ve isoproterenol+melatonin olmak üzere gruplara ayrıldı. Melatonin (10 mg/kg/gün), %4 etanol içinde çözülerek, melatonin ve isoproterenol+melatonin gruplarına yedi gün boyunca intraperitoneal olarak verildi. Miyokart infarktüsü oluşturmak için, isoproterenol ve isoproterenol+melatonin gruplarına altıncı ve yedinci günlerde isoproterenol (150 mg/kg/gün) intraperitoneal olarak verildi. Kalbin patolojik olarak incelenmesi için her gruptan birer sıçan rastgele seçildi ve onbeşinci güne kadar yaşatıldı. Diğer sıçanlardan, son isoproterenol enjeksiyondan 24 saat sonra intrakardiyak kan alındı. Serumda paraoksonaz aktivitesi, troponin I, total oksidan durum, total antioksidan durum, malondialdehit, trigliserit, total ve yüksek dansiteli lipoprotein kolesterol ölçüldü. Paraoksonaz/yüksek dansiteli lipoprotein oranı, oksidatif stres indeksi, çok düşük dansiteli lipoprotein ve düşük dansiteli lipoprotein kolesterol ve ateroskleroz indeksi formüllerden hesaplandı. İsoproterenol grubunun paraoksonaz aktivitesi, paraoksonaz/yüksek dansiteli lipoprotein oranı ve total antioksidan durum düzeyi kontrol grubundan düşük, malondialdehit, total oksidan durum ve oksidatif stres indeksi ise yüksekti (tümü için p=0.000). İsoproterenol+melatonin grubunun paraoksonaz aktivitesi ve paraoksonaz/yüksek dansiteli lipoprotein oranı isoproterenol grubundan yüksek, malondialdehit, total oksidan durum ve oksidatif stres indeksi ise düşüktü (tümü için p=0.001). Sonuç olarak, çalışmamız deneysel miyokart infarktüsü sonrası serum paraoksonaz aktivitesinin azaldığını, melatonin verilişinin ise bu azalmayı önlediğini gösterdi.
  • Öğe
    İsoproterenol ile miyokart infarktüsü oluşturulan sıçanlarda kafeik asit fenetil esterinin arginin metabolizmasına etkisinin incelenmesi
    (Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2017) Persil, Barış; Süer Gökmen, Selma
    Bu çalışmanın amacı, isoproterenol ile miyokart infarktüsü oluşturulan sıçanlarda kafeik asit fenetil esterinin serum arginin metabolizmasına etkisini incelemektir. Wistar albino cinsi erkek sıçanlar; kontrol, kafeik asit fenetil ester, isoproterenol ve isoproterenol+kafeik asit fenetil ester olmak üzere eşit sayıda rastgele 4 gruba ayrıldı. Kafeik asit fenetil ester (10 mikromol/kg/gün), % 0.5 dimetil sülfoksit içinde çözülerek, kafeik asit fenetil ester ve isoproterenol+kafeik asit fenetil ester gruplarına yedi gün boyunca intraperitoneal olarak verildi. Miyokart infarktüsü oluşturmak için isoproterenol ve isoproterenol+kafeik asit fenetil ester gruplarına altıncı ve yedinci günlerde isoproterenol (150 mg/kg/gün) intraperitoneal olarak uygulandı. Tüm sıçanların isoproterenol enjeksiyonundan 24 saat sonra intrakardiyak kan örnekleri alındı ve sakrifikasyonla kalp dokuları çıkarıldı. Serum arginaz aktivitesi, troponin I, ornitin ve nitrik oksit düzeyleri ölçüldü. Asimetrik dimetilarginin/nitrik oksit ve nitrik oksit/ornitin oranları hesaplandı. Sağlıklı sıçanlara isoproterenol verilişi serum arginaz aktivitesi, troponin I, asimetrik dimetilarginin, nitrik oksit düzeyleri ve nitrik oksit/ornitin oranlarında anlamlı bir artışa yol açtı. İsoproterenol ile miyokart infarktüsü oluşturulan sıçanlara kafeik asit fenetil ester verilişi ise serum arginaz aktivitesinin ve asimetrik dimetilarginin düzeylerinin artmasını anlamlı olarak önledi. Bu bulguları destekler biçimde sıçanların miyokart dokularının histopatolojik incelemesi de isoproterenol grubundaki miyokart infarktüsünü kanıtlayan değişikliklerin isoproterenol+kafeik asit fenetil ester grubundan daha belirgin olduğunu ortaya koydu. Çalışmamız, kafeik asit fenetil esterin, isoproterenol ile uyarılmış miyokart infarktüsünde, serum arginaz aktivitesinin ve asimetrik dimetilarginin düzeylerinin artmasını önleyici bir etkiye sahip olduğunu gösterdi. Sonuç olarak, arginaz ve asimetrik dimetilarginin yüksekliğinin ateroskleroz patogenezi ile ilişkili olması ve miyokart infarktüsü için bir risk oluşturması nedeniyle, kafeik asit fenetil esterin kardiyoprotektif tedavide önemli rol oynayabileceğini söyleyebiliriz.
  • Öğe
    Yüksek fruktozlu diyetin ve egzersizin kardiyak akuaporin 7 gen ifadesine etkisi
    (Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2014) Karaca, Aziz; Vardar, Selma Arzu
    Son yıllarda günlük beslenmede fruktoz içeren gıdaların alımı giderek artmakta ve fruktozdan zengin beslenme sporcular tarafından da tercih edilmektedir. Egzersiz sırasında fruktozun kalbin enerji metabolizmasında rol oynadığı bilinmesine rağmen, bu işlevin hangi kanallar veya taşıyıcılar aracılığı ile oluştuğu tam olarak açığa kavuşmuş değildir. Bu çalışmada, sıçanlarda yüksek fruktozlu diyetin ve egzersizin kardiyak akuaporin 7 ve glukoz taşıyıcı 5 gen ifadesine etkisi araştırıldı. Denekler kontrol (n=12), egzersiz (n=12), yüksek fruktozlu yemle beslenen (n=12) ve yüksek fruktozla beslenen ve egzersiz yaptırılan (n=12) olarak gruplandırıldı. Egzersiz yaptırılacak gruplara, 28 gün boyunca uygulanan beslenmenin 23-28. günlerinde yürüyüş/koşu egzersizi yaptırıldı. Deney sonrasında kardiyak akuaporin 7 ve glukoz taşıyıcı 5 gen ifadesine gerçek zamanlı polimeraz zincir reaksiyonu ile bakıldı. Kalp ağırlığı/tibia uzunluğu oranı ve histopatolojik olarak sol ventrikül kalınlıkları belirlendi. Egzersiz grubunda akuaporin 7 gen ifadesi (4,8±2,8) kontrol grubunun gen ifadesine (1,0±0,0) göre 4,8 kat daha yüksekti (p=0,001). Glukoz taşıyıcı 5 gen ifadesi düzeylerinde gruplar arasında farklılık saptanmadı. Kardiyak hipertrofiyi gösteren kalp ağırlığı/tibia uzunluğu oranında gruplar arasında farklılık görülmezken, sol ventrikül kalınlığı yüksek fruktozlu yemle beslenen ve egzersiz yapan grupta [3,0 (3,0-3,3)] kontrol grubuna [3,0 (2,0-3,0)] göre yüksekti (p=0,006). Sonuç olarak, bu çalışmada orta düzeydeki egzersize bağlı kardiyak dokuda akuaporin 7 düzeyinin artmış olduğu saptanmıştır. Fruktozdan zengin beslenmenin ise kardiyak dokuda akuaporin 7 düzeyini etkilemediği görülmüştür. Ayrıca fruktozdan zengin beslenme ve egzersiz kardiyak dokuda glukoz taşıyıcı 5 düzeyinde anlamlı bir değişiklik oluşturmamıştır.
  • Öğe
    Trakya bölgesinde tarla farelerinde kültür, seroloji ve moleküler yöntemlerle Francisella tularensisin aranması
    (Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2013) Yılmaz, Gülizar Ünal; Gürcan, Şaban
    Tularemi Türkiye'de 1936 yılından beri bildirilmektedir ve etkenin bulaşmasında farelerin rolü üzerinde durulmaktadır. Bugüne kadar etkenin bulaşmasında farelerin rolü kesin olarak gösterilememiştir. Çalışmanın amacı kültür, seroloji ve moleküler metodlar kullanarak tarla farelerinde Francisella tularensis'in varlığını araştırmaktır. Trakya Bölgesinden dört köy seçilerek toplam 126 adet fare kapanı depolara, ahırlara, kuyu kenarları, su depoları ve dere kenarlarına yakın bölgelere kuruldu. Canlı olan farelere karbondioksit ile anestezi uygulandı ve kalpten doğrudan kanları alındı. Daha sonra tüm farelerin karaciğer ve dalak dokuları sınıf-2 güvenlik kabini içinde aseptik şartlarda çıkarıldı. Bu dokular Francis besiyerlerine ekilerek hem normal atmosferde hem de %5 karbondioksit içeren etüvde 7 gün boyunca bekletildi. Farelerin serumlarına tularemi mikroaglütinasyon testi uygulandı. Son olarak farelerin hem karaciğer hem dalak dokularına eş zamanlı polimeraz zincir reaksiyonu testi (RT-PCR) yapıldı. Toplam 19 adet tarla faresi yakalandı. Bunların on tanesi Apodemus flavicollis, yedi tanesi Mus macedonicus, iki tanesi ise Mus musculus türlerine aitti. Bu 19 farenin 11'i canlı diğerleri ölüydü. Farelerin karaciğer ve dalak kültürlerinde F. tularensis izole edilemedi. Tüm farelerin serolojik testleri negatifti. 1936 yılında Türkiye?de ilk tularemi olgularının görüldüğü Kaynarca?dan yakalanan iki farenin dalak dokusunda RT-PCR testinde pozitiflik tespit edildi. Bunlardan biri dişi bir Mus macedonicus, diğeri ise erkek bir Apodemus flavicollis'ti. Bu çalışma ile doğal ortamdaki farelerin tularemi etkenini taşıdıkları Türkiye'de ilk kez kesin olarak gösterilmiştir. Etken 1936 yılından bu yana Kaynarca'da varlığını sürdürmekte olabilir ve tularemi için potansiyel tehlike oluşturmaktadır.
  • Öğe
    Deneysel olarak oluşturulmuş meme tümörlerinde rosuvastatinin arginaz enzim aktivitesi, ornitin ve poliamin düzeylerine etkisi
    (Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2013) Bal, Oğuz; Erbaş, Hakan
    Meme kanseri, dünyada kadınlar arasında en sık görülen malign tümördür. Üre döngüsünün anahtar enzimi olan arginaz, L-argininden üre ve ornitin oluşturmaktadır. Kanserli hastalarda arginaz enzim aktivitesinin arttığı ve arginazın kanserde biyolojik bir belirteç olarak kullanılabileceği bildirilmiştir. Bu çalışmada meme kanseri oluşturulmuş farelerde serumda arginaz enzim aktivitesi, ornitin ve poliamin (putresin, spermidin, spermin) düzeylerine, dokuda ise arginaz enzim aktivitesi, ornitin ve poliamin (putresin, spermidin, spermin) düzeylerine, rosuvastatin'in etkisi araştırılmıştır. Çalışmada 50 tane erkek Balb/c cinsi fare kullanıldı. Farelerin sol ayak iç bölgesine 0.2 mL erhlich asit tümör hücresi enjekte edildi. Fareler sağlıklı kontrol, sağlıklı tedavi, tümör kontrol, tedavi 1 ve tedavi 2 grupları olmak üzere 5 gruba ayrıldı ve kontrol grupları hariç diğer gruplara 1 mg/kg ve ikinci tedavi grubuna 20 mg/kg rosuvastatin 15 gün boyunca intraperitonel olarak verildi. Tümörlü hayvanların serumunda artmış bulunan arginaz enzim aktivitesinin rosuvastatin tedavisi ile birlikte istatistiksel olarak anlamlı şekilde azaldığı gözlendi (p=0.001). Serum poliamin (putresin, spermidin, spermin) düzeylerinin, rosuvastatin tedavisi ile azaldığı saptandı. Doku arginaz enzim aktivitesi ve ornitin düzeyleri tedavi gruplarında tümör grubuna göre anlamlı olarak düşük bulundu (p=0.002). Doku poliamin (putresin, spermidin, spermin) düzeylerinin ise yine rosuvastatin tedavisi ile birlikte azaldığı gözlendi. Sonuç olarak, rosuvastatin?in arginaz enzim aktivitesini inhibe ederek yolağı nitrik oksit sentaz üzerinden nitrik oksit oluşumuna kaydırdığı, bu sayede poliaminlerin öncü maddesi olan ornitin sentezini azalttığı ve nitrik oksit üretimini teşvik ederek kansere karşı koruyucu bir rol oynayabileceği söylenebilir. Kanser tedavisinde umut verici bir ajan olan rosuvastatin'in bu alandaki etkileri daha ileri çalışmalar ve yeni parametreler ile desteklenmelidir.
  • Öğe
    Asetaminofen ile toksik hepatit oluşturulan ratlarda L-karnitinin lipid peroksidasyonu ve oksidan stres üzerine etkisi
    (Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2013) Aktaş, Özgür; Eskiocak, Sevgi
    Bu çalışmanın amacı, asetaminofen ile ratlarda toksik hepatit oluşturarak, L-Karnitin tedavi edici etkinliğini araştırmaktır. Çalışmada 30 adet Wistar rat ortalama ağırlıkları eşit olacak şekilde 3 gruba ayrıldı. Kontrol grubu (n=10), toksik hepatit grubu (n=10), L-Karnitin grubu (n=10) şeklinde 3 grup oluşturuldu. Toksik hepatit ve L-Karnitin grubundaki sıçanlara asetaminofen sıcak salin içerisinde çözülerek 300 mg/kg tek doz intraperitoneal olarak verildi. L-Karnitin grubundaki sıçanlara L-Karnitin 500 mg/kg dozunda intraperitoneal olarak asetaminofeni takiben 5 dk sonra tek doz verildi. Kontrol grubundaki sıçanlara ise asetaminofenle eş zamanlı intraperitonal sıcak salin solüsyonu enjekte edildi. Toksik hepatit grubunda kontrol grubuna göre serum alanin aminotransferaz, aspartat aminotransferaz düzeyi yüksek (ikisi de; p<0.001), plazma ve karaciğer malondialdehid düzeyi yüksek (sırasıyla; p<0.05, p<0.001), plazma Gc-globulin düzeyi düşük (p<0.001), tam kan ve karaciğer glutatyon düzeyi düşük (ikisi de; p<0.05), eritrosit ve karaciğer katalaz aktivitesi düşük (ikisi de; p<0.001), eritrosit glutatyon peroksidaz aktivitesi düşük (p<0.001) bulundu. Tedavi grubunda toksik hepatit grubuna göre serum alanin aminotransferaz, aspartat aminotransferaz düzeyi düşük (ikisi de; p<0.001), plazma ve karaciğer malondialdehid düzeyi düşük (ikisi de; p<0.05), tam kan ve karaciğer glutatyon düzeyi yüksek (ikisi de; p<0.05), eritrosit ve karaciğer katalaz aktivitesi yüksek (sırasıyla; p<0.05, p<0.001), eritrosit glutatyon peroksidaz aktivitesi yüksek (p<0.05) bulundu. Plazma Gc-globulin düzeyinde ise anlamlı bir değişim görülmedi. Toksik hepatit grubunda oluşan nekrotik değişikliklerin tedavi grubunda azaldığı gözlendi. Sonuç olarak bu çalışmada, L-Karnitinin, asetaminofen ile toksik hepatit oluşturulan ratlarda, lipid peroksidasyonu ve oksidan stres aracılı karaciğer hasarına karşı koruyucu olduğu görülmüştür.
  • Öğe
    Karbapenemlere dirençli pseudomonas aeruginosa kökenlerinde metallo beta laktamaz enzimlerinin fenotipik ve moleküler yöntemlerle araştırılması
    (Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2013) Aksoy, Mükerrem Duygu; Tuğrul, Murat
    Karbapenemlere dirençli Pseudomonas aeruginosa kökenleri, tedavide ciddi sorunlara neden olmaktadır. Pseudomonas aeruginosa kökenlerinde karbapenem grubu antibiyotiklere dirençte rol oynayan en önemli mekanizmalardan biri metallo beta laktamaz enzimlerinin bulunmasıdır ve çok sayıda enzim tanımlanmıştır. Metallo beta laktamaz genleri kromozom ya da plazmid üzerinde bulunur ve farklı bakteri kökenleri arasında kolayca yayılabilmektedir. Bu enzimlerin aktivitesi çinko bağımlıdır ve etilendiaminotetraasetik asit ile inhibe olmaktadır. Bu yüzden metallo beta laktamaz tanımlama testlerinde bu özellikten yararlanılmaktadır. Bu çalışmada Edirne'de metallo beta laktamaz enzimlerinin araştırılması amaçlandı. Karbapenemlere orta duyarlı/dirençli Pseudomonas aeruginosa kökenlerinde metallo beta laktamaz varlığı, fenotipik ve genotipik yöntemlerle araştırıldı. Beş fenotipik test uygulandı. Ardından blaIMP, blaVIM, blaGIM, blaSIM, blaSPM genleri multipleks, blaNDM geni ise polimeraz zincir reaksiyonu ile araştırıldı. Pseudomonas aeruginosa kökenlerinde, E-test ile %54.2, 0.5 M ve 0.1 M etilendiaminotetraasetik asit ile yapılan kombine disk difüzyon testiyle sırasıyla %94.2 ve %37.1, çift disk sinerji testiyle %42.8 oranında pozitiflik saptandı. Modifiye Hodge testiyle metallo beta laktamaz pozitifliği saptanmadı. E teste göre Çift disk sinerji testi (%80) ve 0.1 M etilendiaminotetraasetik asit ile yapılan kombine disk difüzyon testi (%76) duyarlılık oranları yüksek bulundu (sırasıyla p=0.008, p=0.03). Genotipik yöntemlerle kökenlerde aranılan metallo beta laktamaz genleri saptanmadı. Pseudomonas'larda karbapenem direncinden sorumlu olan en yaygın metallo beta laktamazlara Edirne'de rastlanılmadı. Fenotipik test sonuçlarının kendi aralarında değerlendirmesi yapılırken yüksek özgüllük ve duyarlılık gösterdiği bildirilen E-teste göre karşılaştırılmasının her zaman uygun olmadığı fark edildi. Fenotipik test sonuçlarının doğru değerlendirilmesi için bölgede yaygın bulunan direnç genlerinin moleküler yöntemlerle araştırılması gerekmektedir. Hastanemizden izole edilen kökenlerde karbapenem direncinden farklı mekanizmaların sorumlu olabileceği düşünüldü.Anahtar Kelimeler: Pseudomonas aeruginosa, metallo beta laktamaz, multipleks polimeraz zincir reaksiyonu
  • Öğe
    Salmonella’da strese yanıt gen ifadelerinin elektroforetik tiplendirilmesi
    (Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2012) Güven, Demirhan; Akış, Neşe
    Çalışmada Salmonella enteritidis için standart suş (ATCC 13076) ve hastadan izole edilen sekiz suş toplam dokuz suşda ampisilin ve siprofloksasine karşı stres yanıtı araştırıldı. Metodoloji olarak önce iki optimizasyon çalışması yapıldı. Birincide, yanıt sonrası dış membrandan izole edilecek proteinler için ekstraksiyon yöntemi geliştirildi. Bakterilerin asetonla muamele sonrası Triton X-100 ve N-Lauryl sarkosin’li Tris tampon içinde ektraksiyonunun uygun olduğu bulundu. İkincide, stres sağlayan uygun antibiyotik konsantrasyonu ve maruziyet süresi belirlendi. Sıvı besiyerinde çoğalan bakterilerin sayısıyla orantılı minimum inhibitör konsantrasyonunda antibiyotiğe 5 saat maruziyetin uygun olduğu bulundu. Deney aşamasında suşlara uygun antibiyotik stresi uygulandı, proteinler izole edildi ve %12’lik sodyum dodesil sülfat poliakrilamid jelde koşturuldu. Elde edilen strese yanıt bantları, bakteri genom bilgisi kullanılarak protein düzeyinde tahmin edildi. Biyoinformatik analiz sonucu stres yanıtıyla ilgili olabilecek 43 adet protein saptandı. Bunların %59’nın membran tamiri ve transportunda; %26’nun direnç, stres ve virülans yönetiminde rol aldığı tespit edildi. Siprofloksasine yanıt olarak LamB porin ifadesinin,ampisiline yanıt olarak Ferrioksamin B reseptör öncüsü ve invH ve/veya rscF gen ürün ifadelerinin seçici arttığı gösterildi.Bu çalışmanın sonuçları pratikte uygulanabilirlik açısından ümit vaad edicidir. Çünkü,antibiyotiğe karşı savunmaya geçerek adaptasyon veya direnç geliştirmeye çalışan bakteride aktiflenen stres genlerini inhibe edecek drug tasarımı önermektedir. Bu yönde ilerleyecek çalışmalar antibiyotiklerle kombine tedavi için yeni ilaç üretimine yol açabilir ve sağlık problemleri nedeniyle uygun dozda antibiyotik verilemeyen hastaların tedavisi için kullanılabilir. Bu tip ilaçlar bakterinin sadece etkinliğini azaltmakla kalmayacak, düşük doz 62 antibiyotik kullanımını mümkün kılacak ve belki dirençli suşlarda dirençli olunan antibiyotiğin kullanımını sağlayacak değerdedir. Anahtar kelimeler: Salmonella enteritidis, antibiyotik stresi, proteomik analiz
  • Öğe
    Kolorektal kanserli olgularda oksidatif stresin araştırılması
    (Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2010) Kaya, Sabriye; Eskiocak, Sevgi
    Kolorektal kanser; yaşam kalitesini düşüren, iş-güç kaybına yol açan önemli bir sağlık sorunu olarak günümüzde en sık görülen kanserlerdendir. Birçok kanser tipinde olduğu gibi kolorektal kanser oluşumu ve gelişiminde de oksidatif hasar ve inflamasyonun etkisi olduğu düşünülmektedir. Çalışmamızın amacı kolorektal kanserde oksidatif ve nitrozatif stresi incelemek, lökosit aktivasyonu ile ilişkisini ortaya koymaktır. Çalışma gruplarımızı kolorektal kanser tanısı alan hastalar (n=21) ile kontrol grubu olarak sağlıklı kişiler (n=21) oluşturdu. Kolorektal kanser ile kontrol grupları arasında yaş ortalaması ve cinsiyet dağılımı bakımından anlamlı bir fark saptanmadı. Kolorektal kanserli hasta grubunda serum malondialdehid ve plazma miyeloperoksidaz düzeyleri kontrol grubuna göre artmış olarak bulundu (sırasıyla; p<0.05 ve p<0.01). Plazma nitrotirozin ve nitrik oksit düzeyleri kolorektal kanser grubunda kontrol grubuna göre artmıştı (ikisi de; p<0.01 ve p<0.01). Olguların tümü ele alındığında plazma nitrik oksit ve nitrotirozin düzeyleri arasında pozitif bir ilişki (r = 0.504, p<0.001) olduğu, diğer parametreler arasında ise korelasyon olmadığı görüldü. Gruplar ayrı ayrı incelendiğinde kontrol grubundaki parametreler arasında herhangi bir ilişki bulunmazken; kolorektal kanserli olguların plazma nitrik oksit düzeyleri ile plazma nitrotirozin düzeyleri arasında pozitif ilişki (r = 0.569, p<0.01) olduğu görüldü. Son olarak; bu bulgular kolorektal kansinomda oksidatif ve nitrozatif stresin olduğuna işaret etmektedir. Ayrıca, nitrozatif stresin plazma proteinlerinin oksidasyonuna yol açabileceğini söyleyebiliriz.
  • Öğe
    Echinococcus granulosus izolatlarının genotiplendirilmesi
    (Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2010) Eryıldız, Canan; Şakru, Nermin
    Echinococcus granulosus insanlarda ve birçok evcil hayvanda kistik ekinokokkozis etkenidir ve dünyada geniş bir dağılıma sahiptir. Kistik ekinokokkozis Türkiye'de hala önemli bir sağlık sorunudur. Bu çalışmanın amacı; Türkiye'de Trakya bölgesindeki insanlardan ve çiftlik hayvanlarından elde edilen E. granulosus izolatlarının genotiplendirilmesidir. Ocak 2009 ? Aralık 2009 tarihleri arasında Edirne'de bulunan çeşitli hastanelerde cerrahi operasyon uygulanan ve kesimhanedeki hayvanlardan toplam 58 izolat elde edildi. E. granulosus'un insan ve hayvan izolatlarını karakterize etmek için ribozomal birinci ``internal transcribed spacer'' fragmanının polimeraz zincir reaksiyonu - restriksiyon fragman uzunluğu polimorfizmi analizi ve parsiyel mitokondriyal NADH dehidrogenaz subunit 1 geninin polimeraz zincir reaksiyonu - tek sarmal konformasyon polimorfizmi yöntemi kullanıldı. Yapılan analizler E. granulosus izolatları içinde üç farklı genotip olabileceğini gösterdi. İzolatların genetik karakteristiklerinin ileri incelemeleri için mitokondriyal sitokrom oksidaz c subunit 1 ve NADH dehidrogenaz subunit 1 gen bölgelerinin dizi analizi kullanıldı. Sonuçlar G1 (evcil koyun suşu) ve G7 (domuz suşu) olmak üzere iki farklı genotip bulunduğunu gösterdi. Mevcut çalışma Türkiye'nin Trakya bölgesinde E. granulosus'un evcil koyun suşunun baskın genotip olduğunu göstermektedir. Yapılan çalışma bu bölgede domuz suşunun bulunduğunu gösteren ilk rapordur. Bu bilgi bu bölge ve çevre ülkelerde hayvanlardaki parazitlerin epidemiyolojisi ve ekolojisi ile ilgili ileri çalışmalar açısından oldukça önemlidir.