Yazar "Vatansever, Ülfet" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 22
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Öğe Bir amiyoplazia konjenita vakası(2003) Acunaş, Betül; Vatansever, Ülfet; Duran, Rıdvan; Kaplan, Balkanlı PetekAmiyoplazia konjenita, artrogripozis multipleks konjenitanın (multipl konjenital eklem kontraktür sendromu) bir alt grubudur. Bu sendrom, ekstremite kaslarının yerine yağ dokusu vefibröz dokunun geçmesi ile karakterize sporadik bir hastalıktır. Klinik olarak, eklemlerde genellikle fleksiyon, nadiren ekstansiyon tarzında multipl kontraktürler ile birlikte kaslarda zayıflık vardır. Hastalıklı çocukların multidisipliner bir tedaviye gereksinimleri vardır ve çoğu tedaviden yarar görür. Ender görülen bu hastalığın etiyolojisi bilinmemektedir. Bu yazıda amiyoplazia konjenitanın tüm bulgularına sahip bir vaka sunulmuştur.Öğe Bir Trizomi 18 (Edward's Sendromu) vakası(2005) Tunçbilek, Nermin; Acunaş, Betül; Vatansever, Ülfet; Duran, Rıdvan; Şimşek, AylinTrizomi 18 mikrosefali, konjenital kalp defektleri, iskelet anomalileri ve büyüme geriliğini de içeren multipl organ malformasyonları ile karakterize bir hastalıktır. Otozomal trizomi sendromları arasında ikinci sıklıkta görülür. Anne yaşının büyük olması hastalık riskini, küçük olması da tekrarlama riskini arttırmaktadır. Trizomi 18 vakalarının %95'i ilk ayda ölürken, geri kalanlarda da ağır psikomotor gerilik gelişmektedir. Bu nedenle prenatal tanının önemi büyüktür.Öğe Çok düşük doğum tartılı yenidoğanlarda nekrotizan enterokolit şiddetini öngörecek etmenlerin incelenmesi(2006) Acunaş, Betül; Vatansever, Ülfet; Duran, Rıdvan; Çiftdemir, Nükhet AladağAmaç: Nekrotizan enterokolit (NEK) gelişen çok düşük doğum tartılı yenidoğanlarda hastalık şiddetini öngörecek değişkenlerin belirlenmesidir. Gereç ve Yöntem: Son 5 yıl içinde yenidoğan ünitemizde izlenen doğum ağırlığı <1500 gr olan 41 preterm yenidoğanda gelişen değiştirilmiş Bell sınıflamasına göre Evre II ve Evre III olarak gruplandırılan 53 NEK atağı geriyedönük olarak dosya kayıtlarından değerlendirildi. Her atak anındaki ve 2-3 gün sonrasındaki tam kan sayımı ve kan glikoz değerleri karşılaştırıldı. Bulgular: Otuzyedi NEK Evre II ve 16 NEK Evre III atağı saptandı. Cinsiyet bakımından Evre III'te Evre II'ye göre belirgin oranda daha fazla erkek olgu mevcuttu. Evre III'teki olguların NEK günü trombosit sayısı Evre II deki olgulara göre daha düşüktü ve NEK atağı boyuhca daha düşük trombosit sayılarına ulaştıkları belirlendi. Trombosit sayısının <135 X109/L olmasının Evre III olgularını saptamada özgüllüğü %78, duyarlılığı %62,5İ pozitif tanı değeri %56 ve negatif tanı değeri %83'tü. Çıkarımlar: Nekrotizan enterokolit gelişen çok düşük doğum tartılı yenidoğanlarda hastalığın şiddetini öngörmede trombosit sayısı yararlı olabilir.Öğe İntrakranyal tüberkülom ve progresif primer tüberkülozlu bir olgu(2000) Vatansever, Ülfet; Karasalihoğlu, Serap; Acunaş, Betül Ayşe; Çakır, Bilge; Kırçuval, Oktay; Pala, ÖzerÇocukluk çağında, miliyer tüberküloz ile tüberküloz, menenjit birlikteliği sık olmasına karşın, postprimer tüberküloz formu olan kavernöz tüberküloz ve intrakranyal tüberkülom veya tüberküloz menenjit birlikteliği nadirdir. Babası 2 ay önce tüberkülozdan ölen, üç yaşında, erkek hasta, kliniğimize şuur bulanıklığı ile refere edildi. BCG aşısı olmayan ve profilaksi uygulanmayan olgu, yapılan klinik ve laboratuar incelemeleri sonucunda kavernöz tüberküloz ve intrakraniyal tüberkülom tanısı aldı. Bu olgu ile çocuklarda nadir görülen intrakraniyal tüberkülom ve postprimer tüberküloz formu olan kavernöz tüberkülozun birlikteliği literatür eşliğinde tartışıldı.Öğe Joubert sendromlu bir vaka sunumu(2006) Öner, Naci; Vatansever, Ülfet; Karasalihoğlu, Serap; Utku, Ufuk; Ünlü, Ercüment; Çiftdemir, Nükhet Aladağ; Çeltik, CoşkunSerebelloparenkimal hastalık tip IV, Joubert- Boltshauser sendromu veya serebellookulorenal sendrom tip I olarak da isimlendirilen Joubert sendromu kinik olarak düzensiz solunum, ataksi, okulomotor anormallikler, gelişme geriliği, hipotoni, optik kolobom, kistik-displastik böbrek, karaciğer nekrozu, dilde hamartom ve polidaktili ile karakterizedir. Beyin görüntülemelerindeki serebellar vermis hipoplazisi ve beyin sapında molar diş görüntüsü ile teşhis edilmektedir. Bu vaka sunumunda Joubert sendromlu 26 aylık erkek çocuğunun klinik ve beyin görüntülemesindeki özellikler sunulmuştur.Öğe Karbamazepin ve valproat tedavisi alan çocuklarda immunolojik parametrelerin değerlendirilmesi(2000) Boz, Ali; Karasalihoğlu, Serap; Acunaş, Betül Ayşe; Biner, Betül; Vatansever, ÜlfetAmaç: Antiepileptik ilaçlardan karbamazepin ve sodyum valproatın immun sisteme etkilerini araştırmak. Gereç ve Yöntem: Anabilim Dalımız Nöroloji Polikliniğinden karbamazepin ve valproat tedavisi başlanan 64 olguda bu ilaçların immun sisteme etkilerini belirlemek için serum IgG, IgA, IgM, kompleman 3 (C3), kompleman 4 (C4) düzeyleri saptandı. Günlük doz, kullanım süresi, kan ilaç düzeyi ile olan ilişkisi araştırıldı. Kontrol grubu olarak 25 non-epileptik hasta seçildi. Bulgular: Valproat grubunda serum IgG, IgA, IgM düzeylerinde kontrol ve karbamazepin grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı bir fark yoktu. Karbamazepin grubunda serum IgM düzeyleri, kontrol ve valproat grubuna göre anlamlı düşüktü (p<0,05). IgG ve IgA düzeylerinde ise farklılık yoktu. Valproat ve karbamazepin grubunda C4 düzeyi kontrol grubuna göre anlamlı düşüktü (p<0,05). C3 düzeyleri arasında farklılık bulunamadı. Günlük doz, ilaç kan düzeyi ve kullanma süresiyle parametreler arasında anlamlı ilişki bulunamadı. Sonuç: Uzun dönem antikonvülsif ilaç kullanımı sırasında, bu ilaçların immünolojik sistem üzerine etkilerinin göz önünde bulundurulmasının uygun olacağı sonucuna varıldı.Öğe Mega sisterna magna ile seyreden bir diyastrofik displazi olgusu(2007) Duran, Rıdvan; Vatansever, Ülfet; Çiftdemir, Nükhet Aladağ; Acunaş, Betül Ayşe; Tüysüz, Beyhanİskelet displazileri boy kısalığı, kemik ve kıkırdak malformasyon ve deformasyonları ile karakterize heterojen bir grup hastalığı kapsar. Diyastrofik displazi (DTD) kulak anomalileri, ayak ve spinal deformiteler, “otostopçu başparmağı” ve kısa boy ile karakterize bir hastalıktır. İç organ tutulumu yoktur. Multipl anomalilerinin olması nedeniyle kliniğimize sevk edilen yenidoğanın fizik muayenede; genel durum kötü, renk siyanotikti, orantısız boy kısalığı, geniş ön fontanel, kısa boyun, düşük kulak, kulak kepçesinde “karnı bahar” deformitesi, yarık damak, otostopçu başparmağı, başparmak dışında diğer el parmaklarında incelik ve uzunluk, proksimal yerleşimli ayak başparmağı, büyük eklemlerde fleksiyon kontraktürleri, iki taraflı talipes ekinovarus ve sol skrotal herni olduğu belirlendi. Kraniyal tomografide, posterior fossada mega sisterna magna tespit edildi. Bu klinik ve radyolojik bulgularla olguya DTD tanısı kondu. On dokuzuncu günde yenidoğan polikliniğinden takip edilmek üzere, aileye genetik danışmanlık verilerek taburcu edildi.Öğe Mekonyum peritoniti: Son 10 yıllık dönemdeki olgularımızın değerlendirilmesi(2005) Duran, Rıdvan; Vatansever, Ülfet; Başaran, Ümit Nusret; Menteş, Ayşe; Acunaş, BetülAmaç: Mekonyum peritoniti nadir rastlanan ve geç tam konulduğunda sonuçları kötü olan bir durumdur. Bu nedenle, mekonyum peritonitli olgularımızın etioloji, klinik seyir ve sonuçlarını sunmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: Olguların cinsiyetleri, doğum ağırlıktan, gestasyonel yaşlan, ilişkili hastalıklan, perforasyon yerleri, operasyon tipleri, klinik seyir ve sonuçlan kaydedildi. Bulgular: Olgulann 4'ü erkek, 2'si kız, ortalama doğum ağırlığı 2 796 g ve ortalama gebelik haftası 38 idi. Etiolojide ikisinde kistik fibroz, birinde jejunal atrezi, birinde ileal atrezi saptandı. Prematüre olgulann 1 tanesi kaybedildi ve ölüm oranı %16,6 olarak bulundu. Çıkarımlar: Mekonyum peritoniti nadir rastlanan bir durumdur. Etiolojisinde kistik fibroz önemli bir yer tutmaktadır. Erken tanı konulduğunda, uygun cerrahi girişimlerle sonuçlan da önemli oranlarda düzelmektedir.Öğe Neonatal outcome of premature infants of preeclamptic mothers(2002) Soyuçen, Erdoğan; Karasalihoğlu, Serap; Vatansever, Ülfet; Varol, Füsun; Acunaş, BetülPreeklamptik anne 45 prematüre yenidoğan, preeklamptik olmayan annelere ait, gebelik yaşı, cinsiyet açısından eşleştirilmiş 45 prematüre yenidoğan ile neonatal komplikasyonlar açısından karşılaştırıldı. Preeklamptik anne infantları respiratuar distres sendromunu, polisitemiyi, trombositopeniyi, nekrozitan enterokolitisi biraz daha sık, intraventriküler hemorajiyi daha az geliştirmekle birlikte, istatistik açıdan farklılık görülmedi. Her iki grupta hastanede kalış süresi, mortalite hemen hemen aynı idi. Bununla birlikte preeklamptik annede daha sıklıkla gelişme geriliği ve sezaryenle doğum görülmektedir.Öğe Normal ve riskli yenidoğanlarda çekirdekli eritrosit ve eritropoietin düzeyleri ile prognozdaki değerleri(Trakya Üniversitesi, 1999) Vatansever, Ülfet; Acunaş, BetülÖZET Amaç: Normal ve riskli yenidoğanlarda (YD), çekirdekli eritrosit ve serum eritropoietin (Epo) düzeylerini tespit etmek ve bu iki parametrenin hangi riskli gruplarda prognozla daha yakın ilişkili olduğunu saptamak. Gereç ve Yöntem: Bu çalışma, Temmuz 1998-Nisan 1999 tarihleri arasında, Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesinde prospektif olarak yürütüldü. Çalışma grubu 4 alt gruptan oluştu. Grup 1'de (n=14) gebelik yaşına göre doğum tartısı düşük (SGA YD grubu), Grup 2'de (n=25) prematüre, Grup 3'te (n=18) asfiktik YD'lar, Grup 4'te (n=12) diabetik anne çocukları yer aldı. Kontrol grubu da iki alt gruba ayrıldı. Grup 5 (n=19) seksiyo sonucu doğan ve Grup 6 (n=18) normal spontan vajinal yolla doğan term sağlıklı YD'ları içerdi. Çalışma ve kontrol grubunda yer alan yenidoğanlardan serum Epo konsantrasyonlarının ve çekirdekli eritrosit sayısının saptanması için kan örnekleri ilk 12 saatte, 3. ve 7. günlerde alındı. Serum Epo düzeyleri "Solid-faz Chemiluminescent Enzim Immunoassay" yöntemi ile IMMULITE® EPO (Diagnostic System Laboratories, Los Angeles) kit'i kullanılarak ölçüldü. Çekirdekli eritrosit sayımı için periferik yayma boyanarak 100 lökosit içerisindeki çekirdekli eritrosit sayısı belirlendi. Düzeltilmiş lökosit sayısı şu formüle göre hesaplandı: Düzeltilmiş lökosit = Total Lökosit x 100/(çekirdekli eritrosit + 100). Mutlak çekirdekli eritrosit sayısı: düzeltilmiş lökosit x 100 lökosite karşılık tespit edilen normoblast olarak belirlendi. Tüm olgular domografik veriler, tam kan sayımları, retikülosit sayıları, serum Epo değerleri ve çekirdekli eritrosit sayıları açısından karşılaştırıldı. Bulgular: Çalışma grubunda doğumdan sonraki ilk 12 saatte ölçülen serum Epo değerleri Grup 1'de 62.6 ± 77.76 mU/mL, Grup 2'de 37.1 ± 63.9 mU/mL, Grup 3'te 36.5 ± 52.1 mU/mL, Grup 4'te 51.3 ± 61.3 mU/mL idi. Kontol gruplarında ise Grup 5'te 18.4 ± 7.3 mU/mL ve Grup 6'da 29.2 ± 31.9 mU/mL olarak saptandı.87 Doğumdan sonraki ilk 12 saat içerisinde saptanan çekirdekli eritrosit/100 lökosit sayıları ise sırasıyla 25.6 ± 39.8, 30.4 + 55, 22.4 ± 68.0, 28.2 ± 53.9, 2.7 ± 3.2 ve 3.0 ± 3.3 idi. Olguların mutlak eritroblast sayıları sırasıyla 2.321 ± 3.983 /mm3, 2.188 ± 3.988 /mm3, 1.333 ±2.145 /mm3, 3.300 ± 6.071 mm3, 200 ± 388 /mm3 ve 383 ± 531 /mm3 idi. Epo düzeyleri açısından, gruplar arasında farklılık yoktu. Serum Epo değerleri günler içerisinde düşme gösterdi. Çekirdekli eritrositler açısından gruplar arasında Grup 5 ve 6'daki olgulardan kaynaklanan belirgin farklılık mevcuttu (p=0.002). Buna karşılık, riskli gruplar (Grup 1, 2, 3 ve 4) kendi aralarında değerlendirildiğinde farklılık saptanmadı. Çekirdekli eritrosit sayıları zaman içerisinde tedrici olarak düştü. Mutlak eritroblast sayısı açısından gruplar arasında Grup 4'ten kaynaklanan istatistiksel olarak anlamlı farklılık tespit edildi (p=0.003). Prognoz açısından serum Epo değerlerinin şifayla iyileşen olgular ile sekelle iyileşen ve ölen olgular arasında sınırda farklılık olduğu saptandı. Şifayla iyileşen olguların çekirdekli eritrosit sayıları sekelle iyileşen ve ölen olgulara göre daha düşüktü (p=0.01). Sonuç: Bu çalışma, serum Epo düzeylerinin riskli yenidoğanları, sağlıklı yenidoğanlardan ayırmada ve prognozu belirlemede yetersiz, çekirdekli eritrosit sayısının ise riskli ve sağlıklı yenidoğanı ayırmada yeterli, ancak risk gruplarının ayırımında yetersiz olduğunu, bununla birlikte prognozu belirlemede serum Epo düzeylerine göre daha iyi bir gösterge olduğunu ortaya koymuştur.Öğe Normoglisemik gestasyonel diabetes mellitus'lu gebelerde perinatal sonuçlar(2003) Varol, Füsun G.; Vatansever, Ülfet; Duran, Rıdvan; Canda, Tunç; Sayın, N. CenkAmaç: Gestasyonel diabetes mellitus (GDM) tanısı almış gebelerde uygun kan glikoz düzeylerinin perinatal sonuçlar üzerine etkisinin araştırılması. Çalışmanın Yapıldığı Yer: Trakya Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum AD, Edirne. Materyal ve Metod: Antenatal kliniğimize takibe gelen 24-28 haftalar arası gebelere l saat/50 gr. oral glikoz tarama testi yapıldı. Kan 1. saat glikoz değeri >140 mg/dl olanlara 3 saatlik oral glikoz tolerans testi (OGTT) uygulanarak bu testte 2 ve üzeri yüksek değeri bulunan gebelere GDM tanısı konuldu. GDM'li hastalar (n= 64) çalışma grubunu oluşturdu ve bu hastalar doğuma kadar takip edildiler. Aynı dönemde doğum yapan ve düşük riskli sağlıklı gebeler ise kontrol grubunu (n= 122) oluşturdu. GDM grubundaki tüm hastalara önce diyet düzenlendi ve uygun kan glikoz düzeyleri sağlanamayan hastalara insulin tedavisi eklendi. Bu iki grubun perinatal sonuçları karşılaştırıldı. Bulgular: GDM'li hastaların 7 tanesinde diyete ek olarak insulin tedavisi ihtiyacı ortaya çıktı (%10,9). Doğum haftası GDM grubunda sağlıklı gebelere göre farklı olmasına rağmen, her iki grubun doğum ağırlığı, boy ve baş çevreleri benzer bulundu. GDM'li hastalarımızda kontrollere göre preterm eylem ve doğum, prematüre membran rüptürü (PROM) ve gestasyonel hipertansiyon gelişimi anlamlı biçimde yüksek saptandı. Makrozomi ve neonatal mortalite oranlarında iki grup arasında fark izlenmedi. Sonuç: GDM'li hastalarda uygun kan glikoz düzeylerinin sağlanması ile perinatal sonuçlar üzerine olumlu etkiler temin edilebilirse de preterm eylem, PROM ve gestasyonel hipertansiyon oranında azalma gözlenmemiştir.Öğe Prematüre retinopatisinde risk faktörleri(1999) Acunaş, Betül; Esgin, Haluk; Vatansever, Ülfet; Altıay, Suriye; Karasalihoğlu, Serap; Pala, ÖzerOcak 1997-Haziran 1998 tarihleri arasında yenidoğan ünitemizde izlenen 36 haftadan küçük 81 prematüre yenidoğan prematüre retinopatisi (ROP) ve ROP gelişimine yol açabilecek risk faktörleri açısından prospektif olarak değerlendirildiğinde 12'sinde (%14.8) değişik evrelerde ROP geliştiği belirlendi. ROP gelişen ve gelişmeyen vakalar arasında cinsiyet dağılımı, gebelik yaşı, çoğul gebelik durumu, birinci ve beşinci dakika Apgar skorları, taktil uyarı gerektiren apne atağı, sepsis, konvülsiyon. enteral beslenmeye başlama günü ve parenteral beslenme süresi açısından fark saptanmazken, doğum ağırlıkları ROP-pozitif grupta, ROP-negatif gruba göre anlamlı derecede düşük bulundu (p=0.005). Gebelik yaşına göre düşük ağırlıklı olma (SGA) oranı, fototerapi alma süresi, kan transfüzyonu sayısı ve miktarı, solunum desteği süresi, hastanede kalım süresi, hipoglisemi oranı ise anlamlı derecede yüksekti (sırasıyla p=0.03; 0.009; 0.002; 0.03; 0.02; 0.008; 0.04). Hiperoksi açısından gruplar arasında fark saptanmadı. ROP gelişimine katkısı bulunan faktörler arasında yapılan lojistik regresyon analizine göre SGA olmanın dokuz kat [%95 güven aralığı (GA) 2-40], respiratuar distres sendromu varlığının yedi kat (%95 GA 1.5-35.5), canlandırma gerektiren apnenin 6.5 kat (%95 GA 1.1-33.1) ROP gelişimini arıttırdığı, doğum şeklinin sezaryen oluşunun ROP açısından bebeği koruduğu belirlendi (%95 GA 0.48-0.01).Öğe Spontan ve tedavi ile oluşan ikiz gebeliklerde perinatal ve neonatal sonuçların karşılaştırılması(2005) Acunaş, Betül; Ömürlü, İmran Kurt; Vatansever, Ülfet; Arda, Sezer; Sayın, N. Cenk; Varol, Füsun G.Amaç: İkiz gebeliği spontan oluşan ve yardımla üreme teknikleri (YÜT) kullanılarak oluşan hastaların perinatal ve neonatal sonuçlarını karşılaştırmaktır. Çalışmanın Yapıldığı Yer: Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum AD, Edirne. Materyal - Metod: Ocak 1999-Haziran 2004 tarihleri arasında kliniğimizde takip edilip doğumları kliniğimizde gerçekleştiren diamniotik ikiz gebeler retrospektif olarak tarandı. Spontan ikiz gebeler (n=42) Grup 1, YÜT ile olu¬şan ikiz gebeler (n=27) Grup 2'yi oluşturdu. Araştırılan olumsuz perinatal veya neonatal sonuçlardan herhangi birinin ikiz eşlerinden herhangi birinde saptanması durumunda problemin var olduğu kabul edildi. Ayrıca aynı değişkenler için gruplarda monokoryonik ve dikoryonik olanlar ayrılarak tekrar analizler gerçekleştirildi. Sonuçların incelenmesinde Student-t, Mann-Whitney U ve Ki-kare testleri kullanıldı. Bulgular: Grup 1 'de preterm eylem epizodu geçirme oranı (p=0.046), baş çevresi değeri (p=0.009) ve umblikal kord kalsiyum düzeyleri (p=0.015) Grup 2'deki değerlerden yüksek olduğu bulundu. Birinci grubun monokoryonik ikizleriyle Grup 2'nin monokoryonik ikizleri karşılaştırılınca umblikal kord kalsiyum ve magnezyum düzeyleri Grup 1 'de anlamlı olarak yüksek iken, fetal ağırlık anlamlı olarak düşük saptandı (1503 + 738.8 vs. 2026.7 + 541.1 gr, p=0.011). Grup l'deki dikoryonik gebelerin doğum haftası (32.3 + 3.49 vs. 31.24 + 4.13 hafta, p=0.026); doğum ağır¬lıkları (2210 + 449.5 vs. 1803.2 + 566.9 gr, p< 0.001), boy¬ları (44.82 + 3.61 vs. 41.79 + 5.3 cm, p= 0.005) ve baş çevresi değerleri [32 (21-36) vs. 30.1 (22-36) cm, p=0.002] Grup 2'dekilerden anlamlı olarak fazlaydı Sonuçlar: Spontan ve YÜT kullanılarak oluşan diamniotik ikiz gebeliklerin perinatal ve neonatal sonuçları benzerdir. Diğer yandan, mono- ve dikoryonik ikiz gebeler incelendiğinde doğum ağırlıklarının ve bazı neonatal para¬metrelerin farklı olması plasentasyonun önemini vurgulamaktadır.Öğe Systemic lupus erythematosus presenting with generalized lymphadenopathy : A case report(2001) Biner, Betül; Acunaş, Betül; Karasalihoğlu, Serap Tevhide; Vatansever, ÜlfetSystemic lupus erythematosus (SLE) is an immune complex disease with many different clinical presentations. Here we report a 13-year-old female patient presenting with generalized lymphadenopathy, who meanwhile developed butterflly rash and pericarditis. The diagnosis of SLE was based on the clinical features, positive antinuclear antibody, and positive antibodies to dsDNA. The patient had an active disease and developed renal involvement, despite steroid therapy. The patient's clinical presentation, course and response to therapy are detailed, and the literature on lupus lymphadenitis is reviewed.Öğe Tek başına anne sütü ile beslenen bebeklerde hipernatremik dehidratasyon(2007) Vatansever, Ülfet; Duran, Rıdvan; Acunaş, Betül AyşeYenidoğan yoğun bakım ünitesine şiddetli hipernatremik dehidratasyon nedeni ile yatırılan, tek başına anne sütü ile beslenmiş olguların özellikleri değerlendirildi. Hastalar ve Yöntemler: Son iki yılda sadece anne sütü ile beslenmiş, serum sodyum değeri 150 mEq/L’den daha yüksek ve dehidratasyon bulguları olan 14 yenidoğan (10 kız, 4 erkek; ort. gebelik yaşı 38±1.7; dağılım 34-40 hafta) geriye dönük olarak yatış dosyaları incelenerek değerlendirildi. Bulgular: Olguların %71’i kızdı. Doğum tartıları ortalama 3020±715 gr idi. Olguların %93’ü AGA ve %78.6’s› ailenin ilk bebeğiydi. Anne yaşları ortalama 28±5.4 yıldı. %57 olgu sezaryenle ve %57 olgu çevre hastanelerde doğmuştu. En sık başvuru nedeni emmeme ve ateşti, başvurular ortalama 5.5±4.6 günde yapılmıştı. Başvuru sırasında hesaplanan tartı kayıpları %14.5±9.1, ortalama serum sodyum değeri 158.5±14 mEq/L, serum üre değeri 73±109 mg/dl, serum kreatinin 1.2±2.1 mg/dl, serum osmolaritesi 338±35 mOsmol/L idi. Sonuç: Olguların çoğunun ilk bebek olması ve sezaryen ile doğmaları dikkat çekiciydi. Hipernatremik dehidratasyonun gelişmemesi için anneye mutlaka iyi bir emzirme danışmanlığının verilmesi uygun olacaktır.Öğe Trakya bölgesinde hastaneye yatan ishalli çocuklarda infeksiyon etkenleri diğer bölgelerden farklılık gösteriyor mu?(2003) Vatansever, Ülfet; Öner, Naci; Otkun, Müşerref; Altıay, Suriye; Karasalihoğlu, Serap; Pala, ÖzerAmaç: Akut gastroenteritler, gelişmekte olan ülkelerde ço-cukluk çağı mortalitesinin en önemli nedenidir. Bu çalışmanın amacı Edirne ve Türkiye'nin diğer bölgelerindeki çocukluk çağı gastroenterit etkenlerinin değerlendirilme-sidir. Yöntem: Trakya Üniversitesi Hastanesi Çocuk Servisi'ne Ocak 1996 ile Aralık 2002 tarihleri arasında akut gastroenterit tanısı ile yatan 222 çocuğun dosyası incelendi. Bu çocuklardaki akut gastroenterit etkenleri diğer bölgelerle karşılaştırmalı olarak tanımlandı. Bulgular: 222 çocuğun 54'ünde rotavirus, 15'inde Shigella, 15'inde Salmonella, 5'inde Entamoeba hystolytica, 5'inde Giardia tespit edilirken, 119 çocukta ishal etkeni belirlenemedi. Ayrıca, son bir yılda 117 çocuk hastanın 9'unda Campylobacter jejuni tespit edildi. Sonuç: Bulgularımız, Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde çok yaygın olan amebiasis dışında, diğer bölgelerden farklılık göstermiyordu.Öğe Yenidoğan "resüsitasyon" program kursu sonrası yenidoğan hemşirelerinin bilgi kazanımları(2007) Acunaş, Betül; Vatansever, Ülfet; Duran, Rıdvan; Çiftdemir, Nükhet Aladağ; Şen, FilizAmaç: Yenidoğan “Resüsitasyon” Programı (YRP) kursu sonrası yenidoğan hemşirelerinin bilgi kazanım ve sürdürmelerinin değerlendirilmesidir. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya katılan 30 yenidoğan hemşiresi Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı’nda düzenlenen, dört basamaktan oluşan üç günlük bir YRP kursuna alındı. Katılımcılara Amerikan Çocuk Akademisi’nin önerileri doğrultusunda kurs öncesi, kurs sonrası ve kurstan altı ay sonra aynı sorulardan oluşan 80 soruluk bir yazılı sınav uygulandı.Bulgular: Katılımcıların doğru yanıt yüzdelerinin kurs öncesine göre (%33,6 ± 10) kurs sonrası (%92,4 ± 6,1) önemli oranda arttığı saptandı. Kurstan altı ay sonra yapılan sınavın doğru yanıt yüzdelerinde ise (%56,2 ± 12,6) kurs sonrasına göre azalma saptanırken, kurs öncesine göre belirgin olarak yüksek kaldığı belirlendi. Kurstan sonra bilgi kazanımı özellikle sıvı ve ilaçların yönetimi basamağında belirgindi. Çıkarımlar: Bu bulgular; YRP kurslarının iki yıllık süresi dolmadan, özellikle kurstan en geç bir yıl sonra tekrar edilmesi gerekebileceğini göstermiştir.Öğe Yenidoğan dönemi konvülsiyonları ve serebral venöz sinüs trombozu(2004) Vatansever, Ülfet; Acunaş, Betül Ayşe; Okutan, Özlem; Karasalihoğlu, T. Serap; Tunçbilek, Nermin; Çeltik, CoşkunAmaç: Bu çalışmanın amacı; konvülsiyonlu yenidoğanların özelliklerinin değerlendirilmesi ve serebral venöz sinüs tromboz (SVST)'unun bu klinik durumdaki önemininin vurgulanmasıdır. Gereç ve Yöntem: Yenidoğan ünitemizde konvülsiyon nedeniyle yatırılan 52 term bebek klinik ve laboratuvar özellikler ve prognoz açısından retrospektif olarak değerlendirildi. Tüm olgular morbidite yönünden bir yıl süreyle takip edildi. Çalışma grubundaki SVST'li olgular belirlendikten sonra, SVST'li olgular (Grup 1) ile SVST olmayan olguların (Grup 2) özellikleri istatistiksel olarak karşılaştırıldı.Bulgular: Postnatal ilk üç günde konvülsiyon geçirenlerde en sık neden perinatal asfiksi iken, üçüncü günden sonra en sık neden sepsis idi. SVST, 7 olguda (%13.5) saptandı. SVST'nin sebepleri, sırasıyla; perinatal asfiksi, sepsis ve polisitemi olarak bulundu. İnatçı ve fokal klonik nöbetler Grup 1'deki olgularda Grup 2'deki olgulardan daha fazla gözlendi. Mortalite ve morbidite oranı açısından gruplar arasında anlamlı farklılık saptanmadı. Sonuç: Yenidoğan konvülsiyonlarının ayırıcı tanısında; özellikle inatçı ve fokal konvülsif nöbetler geçiren hastalarda SVST'nin de araştırılması gerekir.Öğe Yenidoğan döneminde "intestinal perforasyon" gelişen olgularımızın değerlendirilmesi(2007) Acunaş, Betül; Duran, Rıdvan; Aksu, Burhan; Vatansever, Ülfet; İnan, MustafaAmaç: Yenidoğan bilim alanındaki gelişmelere rağmen, "intestinal perforasyon" yenidoğanlarda hala hayatı tehdit edici ve önemli bir komplikasyon olmaya devam etmektedir. Kendiliğinden "intestinal perforasyon", sıklıkla çok düşük doğum ağırlıklı yenidoğanlarda görülen ve son zamanlarda tanımlanan bir durumdur. Amacımız, "intestinal perforasyon" olgularımızın sonuçlarını, klinik özelliklerini ve etiolojilerini tartışmak ve sunmaktır. Gereç ve Yöntem: "intestinal perforasyonlu" 13 yenidoğanın doğum haftaları, doğum ağırlıkları, cinsiyetleri, perforasyon zamanları, tanıları, ilişkili hastalıkları, perforasyon yerleri, uygulanan cerrahi tipleri ve klinik sonuçları incelendi. Bulgular: Olguların dokuzuu erkek, dördü kızdı ve bunların sekiz tanesi zamanından önce doğmuştu. Ortalama perforasyon zamanı doğum sonrası dokuz gündü. Onbir olguda ilişkili hastalık saptandı. Bunların altısında mekonyum ileusu, dördünde nekrotizan enteroko-lit, birinde özöfagus atrezisi, birinde jejunum atrezisi, birinde ileum atrezisi vardı ve bir tanesinde perforasyon malrotasyon cerrahisi sonrası gelişmişti. Olguların üçü mekanik vantilatör desteği almıştı. Zamanından önce doğmuş iki yenidoğanda perforasyon ağızdan verilen ibuprofen tedavisi sonrası gelişmişti ve bunlar kendiliğinden intestinal perforasyon olarak kabul edildi. Olguların çoğunda distal ileumda perforasyon gelişmişti. Çıkarımlar: Bu bulgular, yenidoğan dönemindeki "intestinal perforasyon"ların esas olarak nekrotizan enterokolit, mekonyum ileusu ve mekanik vantilatör desteği ile ilişkili olduğunu göstermiştir. Ayrıca erken doğmuş iki olguda ağızdan verilen ibuprofen tedavisi sonrası kendiliğinden "intestinal perforasyon" geliştiği saptanmıştır.