Yazar "Çeltik, Coşkun" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 11 / 11
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Akut bronşiolitlerde güncel bilgiler(2005) Okutan, Özlem; Çeltik, CoşkunAkut bronşiolit, özellikle iki yaı altı çocuklarda küçük hava yollarının enflamatuvar obstrüksiyonu sonucu ortaya çıkan alt solunum yollarının en sık görülen hastalı?ıdır. Respiratuvar Sinsisyal Virüs (RSV) olguların %50'sinde sorumlu olan etkendir. Hastalığın şiddetinin klinik olarak değerlendirilmesi klinik yönetimi açısından oldukça önemlidir. Hafif bronşiyolitlerin tedavisi semptomatiktir ve bu hasta grubunun ayaktan izlemi olanaklıdır. Bununla birlikte ağır bronşiyolitler hastane koşullarında izlenmeli, kalp yetersizliği, uygunsuz ADH salınımı, solunum durması gibi ciddi komplikasyonlar açısından hastalar yakın takibe alınmalıdır. Özellikle kış mevsiminin en sık görülen solunum yolu hastalıklarından olan bronşiyolitin tanı, tedavi ve komplikasyonlarına bu amaçla dikkat çekilmek istenmiştir.Öğe Atypical celiac disease and concomitant autoimmune hepatitis(2009) Gökçe, Selim; Durmaz, Süoğlu Özlem; Çeltik, Coşkun; Aydoğan, Ayşen; Güngör, Güllüoğlu Mine; Sökücü, SemraBurada tedaviye dirençli demir eksikliği, transaminaz yüksekliği ve boy kısalığı ile başvuran, çölyak serolojisi pozitif saptanan ve ince bağırsak biyopsisi ile çölyak hastalığı tanısı alan 10 yaşında olgu sunuldu. Anemi sadece glutensiz diyet ile bir ay içerisinde düzeldi. Başvuru anında hipergamaglobülinemi ve anti-düz kas antikor pozitifliği nedeniyle yapılan karaciğer biyopsisinde portal lenfoplazmositer infiltrasyon saptandı. Histolojik, klinik ve laboratuar bulgular ile otoimmün hepatit tanısı aldı ve immünsüpresif tedavi başlandı. Olgu, atipik prezentasyonun yanında eşlik eden otoimmün hepatitin glutensiz diyet altında immunsüpresif tedaviye alışılagelmişin dışında hızlı yanıt vermesi nedeniyle sunuma değer bulunmuştur.Öğe Çocuklarda parapnömonik efüzyonların değerlendirilmesi(2004) İnan, Mustafa; Balcı, Demet; Öner, Naci; Duran, Rıdvan; Pala, Özer; Okutan, Özlem; Çeltik, CoşkunAmaç: Parapnömonik efüzyon çocukluk çağında hayatı tehdit eden bir durumdur. Bu çalışmanın amacı parapnömonik efüzyonla başvuran çocukların özelliklerini değerlendirmektir.Gereç ve Yöntem: Ocak 1999-Nisan 2002 tarihleri arasında parapnömonik efüzyon tanısıyla hastaneye yatırılan 34 çocuğun dosya kayıtları incelenerek yaş, cinsiyet, klinik ve laboratuar bulguları, kültür sonuçları, komplikasyonlar ve tedavi yönetimi incelendi. Bulgular: Olguların 19'u erkek (%55.9), 15'i kızdı (%44.1) ve ortalama yaşları 5.2±3.7 (1-14) yıldı. Başvuruda en sık gözlenen klinik bulgular ateş, öksürük ve dispneydi. Torasentez 30 olguya yapılmıştı. Efüzyonun karekteri; 21 olguda (%61.8) eksuda, 9 olguda (%26.5) transuda idi. Bakteriolojik kültürler tüm olguların 11'inde (%32.4) pozitifti ve en sık tespit edilen mikroorganizma Streptococcus pneumoniae (%17.6) idi. Tüm olgulara antibiyotik verildi. Olguların 23'üne (%67.6) toraks tüpü ve intraplevral streptokinaz uygulandı. Olgularda en sık tespit edilen komplikasyon plevral kalınlaşmaydı. Sonuç: Bu çalışma bölgemizde saptanan parapnömonik efüzyonlu olguların özelliklerini yansıtmakta olup, bu hastalığın risk faktörlerinin belirlenmesine yönelik yapılacak çalışmalara ışık tutacaktır.Öğe Çocuklarda solunum sıkıntısının önemli bir nedeni: Miliyer tüberküloz(2005) Çeltik, Coşkun; Kurşun, Ömer S.; Bostancıoğlu, Musa; Okutan, Özlem; Küçükuğurluoğlu, Yasemin; Acunaş, BetülTüberküloz, gelişmekte olan ülkelerde hala önemli bir sorundur. Bu olgu sunumunun amacı, solunum sıkıntısı ayırıcı tanısında miliyerıtüberkülozun da öneminin vurgulanmasıdır. Kliniğimize üç yaşında kız hasta ateş, solunum sıkıntısı, karında şişlik, zayıflama ve halsizlik yakınmalarıyla başvurdu. Bu yakınmalarının son bir aydır giderek arttığı belirtildi. Soygeçmişte düşük sosyoekonomik düzey ve babada tüberküloz öyküsü alındı. Hastada protein enerji malnütrisyonu ve demir eksikliği anemisi vardı. Fizik muayenede; solunum sıkıntısı, hepatomegali ve karında asit saptandı. Radyolojik ve mikrobiyolojik yöntemlerle hastaya dissemine tüberküloz tanısı konuldu. Sonuç olarak; ülkemiz gibi endemik bölgelerde, özellikle risk etmenlerini taşıyan çocuklarda solunum sıkıntısının ayırıcı tanısında dissemine tüberküloz da düşünülmelidir.Öğe Does valproate therapy decrease the bone mineral density in one-year follow-up in children?(2009) Bostancıoğlu, Musa; Öner, Naci; Küçükuğurluoğlu, Yasemin; Kaya, Meryem; Çiftdemir, Nükhet Aladağ; Çeltik, Coşkun; Karasalihoğlu, Serap TevhideAmaç: Epilepsi uzun sureli antiepileptik tedavi gerektiren kronik bir hastalıktır. Bu çalışmanın amacı, en sık kullanılan antiepileptik ilaç olan valproatın kemik mineral metabolizmasına olan yan etkilerini değerlendirmektir. Hastalar ve Yöntemler: Bu çalışma epilepsi veya febril konvulziyon profilaksisi amacıyla valproat başlanan 61 hastada (38 kız, 28 erkek; ort. yaş 81.2±44.5 ay; dağılım 12-168 ay) yapıldı. Bütün olgularda valproat tedavisi öncesinde ve 12 ay sonrasında, kemik mineral metabolizmasındaki bozukluklar açısından kemik mineral dansitesi ve biyokimyasal parametrelere bakıldı. Bulgular: Bir yıllık valporat tedavisi sonrasında kemik mineralizasyon bozukluğunu gösterebilecek kalsiyum, fosfor, alkalen fosfatazda istatistiksel olarak anlamlı farklılık tespit edilmemiştir. İki hastada (%3.3) osteoporoz tespit edilmiştir. Sonuç: Valproatın kemik mineral metabolizması üzerine yan etkileri tartışmalıdır. Osteopeni belirtilerini değerlendirmek için, kemik biyokimyası, 25-hidroksi D vitamini, hormonal parametreler ve kemik mineral dansitesinin tek başlarına değerlendirilmesi yetersizdir, mutlaka bu parametreler birlikte değerlendirilmelidir. Biyokimyasal parametreler bozulmadan, kemik mineral dansitesi değişiklikleri olacağından, valproat tedavisi alan hastalarda yıllık kemik mineral dansitesi ölçümleri yapılmalıdır.Öğe Ergenlik dönemindeki çocuklarda statik ve dinamik ayak basınç değerleri(2004) Tuna, Hakan; Yıldız, Mustafa; Çeltik, Coşkun; Kokino, SiranuşAmaç: Türk toplumunda ergenlik dönemi yaş grubunun statik ve dinamikpedobarografik normal verilerinin belirlenmesi ve bu değerler ile demografikveriler arasındaki ilişkilerin araştırılması amaçlandı. Çalışma planı: Çalışmaya, AOFAS'nin (American Orthopaedic Foot and AnkleSociety) ayak bileği ve ayak klinik değerlendirme sistemiyle sağlıklı ayağasahip oldukları belirlenen 50 gönüllü (25 kız, 25 erkek, ört. yaş 14; dağılım13-15) alındı. Tüm olguların statik ve dinamik ayak basınçları Mini-Emedpedobarografi cihazı kullanılarak ölçüldü. Sonuçlar: Statik ölçümlerde kızlarda sağ ayağın ön-orta ve parmak kısımlarının, erkeklerde ise sol ayağın orta kısmının pedobarografik değerleri belirgin olarak diğer cinsten yüksekti (p<0.05). Tüm olgular birlikte değerlendirildiğinde sağ ve sol ayak statik basınç ölçümleri arasında anlamlı farklılık bulunmadı. Kızlarda sağ ayağın orta basınç değerleri sol ayağa göre yüksek bulundu. Erkeklerde ise sağ ve sol ayaklar arasında basınç değerleri açısından anlamlı fark gözlenmedi. Dinamik ölçümlerde erkeklerde sağ ayakta ayak temas alanı, kızlarda ise sol ayağın ön iç kısmında maksimum basınç değerleri diğer bölgelerden anlamlı derecede yüksek bulundu (p<0.05). Statik ölçümlerde kilo ve vücut kütle indeksi ile ayak maksimum basınçları arasında kuvvetli (r=0.87 ve r=0.83), temas alanı ile orta düzeyde (r=0.63 ve r=0.59) ilişki saptandı. Dinamik ölçümlerde kilo ve vücut kütle indeksi ile ayak temas alanı arasında orta düzeyde (r=0.64 ve r=0.54) ilişki bulundu. Çıkarımlar: Ergenlik dönemindeki çocukların normal ayak basınç değerlerininbilinmesi, ayağın gelişim evrelerinin izlenmesinde, ayak hastalıklarınındeğerlendirilmesinde ve yaş ile uyumlu ayakkabı değişikliklerinin yapılmasındaönemlidir.Öğe Evaluation of clinical and laboratory features of Epstein-Barr virus-associated acute infectious mononucleosis in children(2008) Çeltik, Coşkun; Küçükuğurlıoğlu, Yasemin; Balcı, Demet Benek; Öner, Naci; Duran, Rıdvan; Karasalihoğlu, SerapAmaç: Epstein-Barr virüsünden kaynaklanan enfeksiyöz mononukleozun değişik semptomları, ayırıcı tanıda hekimlerin aklını karıştırabilir. Bu çalışmanın amacı semptomatik çocuklarda bu hastalışın klinik ve laboratuvar bulgularının değerlendirilmesidir. Hastalar ve Yöntemler: Bu çalışma akut Epstein- Barr virüs eneksiyonu olan 52 olgu (31 erkek, 21 kız; ort. yaş 5.4±3.4; dağılım 1-13) üzerinde retrospektif olarak yürütüldü. Klinik ve laboratuvar bulgular, şikayetler başladıktan sonraki başvuru zamanı (?5/>5 gün) ve yaş gruplarına (?2/>2 yıl) göre değerlendirildi. Bulgular: Major semptomlar klasik triadda yer alan ateş, lenfadenopati, tonsillofarenjit idi. Ayrıca asit, artrit ve şiddetli abdominal ağrıyla başvuran atipik olgular da tanımlandı. Hiçbir olguda kötü bir prognoz gözlenmedi. En sık rastlanan laboratuvar bulgu lenfositozdu. Major semptomlar başvuru zamanı ?5 gün olan grupta daha sık iken, atipik lenfositler başvuru zamanı >5 gün olan grupta daha yüksek bulundu. Bu tür farklılıklar yaş grupları arasında saptanmadı. Sonuç: Epstein-Barr virüsüne bağlı enfeksiyöz mononükleoz, çocuklarda iyi prognozlu bir hastalıktır. Hastalık özellikleri başvuru gününe göre değişkenlik gösterebilir, tanıda bu durum göz önüne alınmalıdır.Öğe Joubert sendromlu bir vaka sunumu(2006) Öner, Naci; Vatansever, Ülfet; Karasalihoğlu, Serap; Utku, Ufuk; Ünlü, Ercüment; Çiftdemir, Nükhet Aladağ; Çeltik, CoşkunSerebelloparenkimal hastalık tip IV, Joubert- Boltshauser sendromu veya serebellookulorenal sendrom tip I olarak da isimlendirilen Joubert sendromu kinik olarak düzensiz solunum, ataksi, okulomotor anormallikler, gelişme geriliği, hipotoni, optik kolobom, kistik-displastik böbrek, karaciğer nekrozu, dilde hamartom ve polidaktili ile karakterizedir. Beyin görüntülemelerindeki serebellar vermis hipoplazisi ve beyin sapında molar diş görüntüsü ile teşhis edilmektedir. Bu vaka sunumunda Joubert sendromlu 26 aylık erkek çocuğunun klinik ve beyin görüntülemesindeki özellikler sunulmuştur.Öğe Neonatal respiratuar sinsitiyal virüs enfeksiyonu(2000) Acunaş, Betül Ayşe; Çeltik, Coşkun; Altıay, Suriye; Şam, Aylin; Karasalihoğlu, Serap; Pala, ÖzerAmaç: Yenidoğan ünitemizde 6 aylık bir sürede izlenen ardarda 10 vakada Respiratuar Sinsitiyal Virüs (RSV) enfeksiyonunun gözlenmesi üzerine, bu hastalığın klinik bulgularını ve etkilerini değerlendirmek Gereç ve Yöntem: Nazofarengeal yıkantı örneklerinde immünfloresan antikor yöntemi ile RSV antijeni aranan 24 vaka klinik, laboratuar özellikleri, morbidite ve mortalite oranları açısından retrospektif olarak değerlendirildi. Bulgular: RSV antijen pozitif (n = 10) ve negatif (n = 14) vakaların çoğunluğunu prematüre (RSV pozitif grubun % 80'i, negatif grubun %71'i) ve erkek (%70, %64 sırasıyla) hastalar oluşturuyordu. Ortalama doğum ağırlıkları, semptomların görülme oranı ve ortaya çıkış zamanı, hastanede kalış süreleri her iki grupta benzerdi. RSV antijen pozitif grupta %50 oranında C-Reaktif Protein yüksek bulunduğu halde, negatif grubun tümünde normal düzeydeydi (p=0.006). Vakaların hiçbirinde mortalite gözlenmedi. Klinik seyirde, RSV antijen pozitif vakaların 4'ünde (%40) morbidite gelişmezken, diğer grupta 12 vakada (%86) sorun gözlenmedi (p=0.03). Vakaların bir yıllık izlemlerinde RSV antijen pozitiflerin 5'inde (%50), negatiflerin ise 2'sinde (%14) bronşiolit atağı gözlendi. Sonuç: RSV ile enfekte vakalarda mortalite oranı enfekte olmayanlara benzer ise de morbidite daha sık görülmektedir.Öğe Perinatal asfiksi tanı ve prognozunda Nöron-Spesifik Enolaz'ın yeri ve önemi(Trakya Üniversitesi, 1999) Çeltik, Coşkun; Acunaş, Ayşe Betül85 ÖZET Nöron spesifik enolaz enzimi, beyin hasarını ilgilendiren serebrovasküler olaylar, koma, ensefalit, kafa travması ve perinatal asfiksi gibi durumlarda artmakta ve bu hastalıklarda hem tam, hem de prognoz için kullanılmaktadır. Bu çalışma term yenidoğanlarda yapılmış olup, perinatal asfıkside tanı ve prognoz açısından NSE'nin değeri belirlenmeye çalışılmıştır. Çalışma grubuna 43 HİE'li yenidoğan bebek (Grup 1), 29 amniotik sıvıda mekonyum bulunan, fakat fizik muayeneleri normal olarak değerlendirilen 29 yenidoğan (Grup 2), Kontrol Grubunda ise fizik muayenelerinde patoloji saptanmayan spontan vajinal yolla doğmuş 30 sağlıklı term bebek seçilmiştir. Olgulardan NSE düzeyini tayin etmek üzere, doğumdan sonra ilk 72 saat ve 5-7 günde iki kan örneği alınması planlanmış, Kontrol Grubundan ve örnek alma zamanına kadar ölen veya kontrole gelmeyen olgulardan ikinci örnek alınmamıştır. Birinci örnek sonuçlan Grup l'de ortalama 76,7 ± 45,4, Grup 2'de 42,0 + 24,0, Kontrol Grubunda 21,0 ± 5,3 ug/L bulunmuş, Grup l'deki olgularda, hem Grup 2 hem de Kontrol Grubuna göre anlamlı yükseklik saptanmıştır (p,.2< 0,05; Pı-Konm,ı < 0,001). İkinci kan örnekleri Grup 1 için 42,5 + 28,6, Grup 2 için 22,1 ± 8,0 ug/L olarak tesbit edilmiştir (p< 0,05). Ayrıca NSE birinci kan örnek değerlerinin HİE evresine göre de değişiklik gösterdiği saptanmıştır. HİE Evre l'deki olgularda bu değer ortalama 65,3 ± 32,4, Evre 2'de 64,6 ± 32,9, Evre 3 'de ise 115,7 ± 60,9 ug/L olarak değerlendirilmiştir. Bu sonuçlara göre, Evre 1 ile Evre 2 arasında anlamlı farklılık olmadığı halde Evre 3'ün sonuçları, hem Evre 1 ve hem de Evre 2'deki olguların sonuçlarmdan anlamlı olarak yüksek bulunmuştur (p< 0,05). İkinci örneklerde Evre l'de 34,6 + 13,9, Evre 2'de 42,0 ± 32,7, Evre 3'de 70,8 + 36,9 |ug/L değeri elde edilmiştir. Evre 3'deki olguların sonuçları ile Evre 2 arasmda farklılık bulunmamış, ancak Evre 1 sonuçlarma göre farklılık saptanrnıştır (p<0,05). Grup 2 ve Kontrol Grubunda herhangi bir patoloji gözlenmezken, Grup l'deki olguların 8'i (%18,6) ölmüş, 1 yıllık takipde yaşayan olguların ll'inde (%31,4) nöromotor defisit gelişmiştir. Ölüm veya sekel görülen olguların hepsinde hem 1. hem de 2. örneklerde yüksek değerler saptanmıştır. 1. örneklerde > 127,2 jıg/L saptanan olgular ile ikinci kan örneklerinde > 63,9 ug/L saptanan tüm olgularda prognozun kötü olduğu görülmüştür. Sonuç olarak, NSE'nin hem erken tam, hem de prognoz tayininde kullanılabilecek bir parametre olduğu saptanmıştır.Öğe Yenidoğan dönemi konvülsiyonları ve serebral venöz sinüs trombozu(2004) Vatansever, Ülfet; Acunaş, Betül Ayşe; Okutan, Özlem; Karasalihoğlu, T. Serap; Tunçbilek, Nermin; Çeltik, CoşkunAmaç: Bu çalışmanın amacı; konvülsiyonlu yenidoğanların özelliklerinin değerlendirilmesi ve serebral venöz sinüs tromboz (SVST)'unun bu klinik durumdaki önemininin vurgulanmasıdır. Gereç ve Yöntem: Yenidoğan ünitemizde konvülsiyon nedeniyle yatırılan 52 term bebek klinik ve laboratuvar özellikler ve prognoz açısından retrospektif olarak değerlendirildi. Tüm olgular morbidite yönünden bir yıl süreyle takip edildi. Çalışma grubundaki SVST'li olgular belirlendikten sonra, SVST'li olgular (Grup 1) ile SVST olmayan olguların (Grup 2) özellikleri istatistiksel olarak karşılaştırıldı.Bulgular: Postnatal ilk üç günde konvülsiyon geçirenlerde en sık neden perinatal asfiksi iken, üçüncü günden sonra en sık neden sepsis idi. SVST, 7 olguda (%13.5) saptandı. SVST'nin sebepleri, sırasıyla; perinatal asfiksi, sepsis ve polisitemi olarak bulundu. İnatçı ve fokal klonik nöbetler Grup 1'deki olgularda Grup 2'deki olgulardan daha fazla gözlendi. Mortalite ve morbidite oranı açısından gruplar arasında anlamlı farklılık saptanmadı. Sonuç: Yenidoğan konvülsiyonlarının ayırıcı tanısında; özellikle inatçı ve fokal konvülsif nöbetler geçiren hastalarda SVST'nin de araştırılması gerekir.