Yazar "Süt, Necdet" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 51
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Activity Classification of Small Drug Molecules Using Deep Neural Networks and Classical Machine Learning Models(2022) Kanberiz, Hatice; Korkmaz, Selçuk; Süt, NecdetObjective: The main goal in the early phase of drug discovery studies is to detect small drug molecules that show activity against a specific receptor. For this purpose, small drug molecules are classified as actives or inactives by performing high-throughput screening (HTS) experiments. The datasets obtained from these experiments are uploaded to the PubChem database. This database contains more than one million bioassays that are obtained through HTS experiments. Alternatively, classification models can be developed using datasets in the PubChem database. Material and Methods: In this study, we obtained 5 datasets with different degrees of imbalance structure from the PubChem database. We trained these datasets using deep neural networks (DNN) for the classification of small drug molecules as actives or inactives. The test set performances of DNN models were compared with the support vector machines (SVM) and random forest (RF) algorithms. Results: The DNN achieved better balanced accuracy (minimum-maximum: 0.764-0.865), recall (minimum-maximum: 0.630-0.823), F1-score (minimum-maximum: 0.496-0.843) and Matthews correlation coefficient (minimum-maximum: 0.439- 0.721) compared to the SVM and RF. Conclusion: Our results showed that the DNN is a well-performed machine learning algorithm that can be in the early phase of drug discovery studies since it performs better than traditional machine learning algorithms in the case of imbalanced class structures.Öğe Arteriyovenöz fistül operasyonlarında venöz transpozisyon uygulamalarına ait sonuçlarımız(2002) Çıkırıkçıoğlu, Mustafa; Ege, Turan; Süt, Necdet; Duran, EnverAmaç: Son evre böbrek yetmezliği tedavisinde hemodiyaliz uygulaması olguların büyük çoğunluğunda arteriyovenöz fistül(AVF)'ler aracılığı ile yapılmaktadır. Bu çalışma, AVF operasyonlarında uyguladığımız üç farklı tekniğe ait sonuçların karşılaştırılmalı olarak değerlendirilmesi amacıyla planlanmıştır.Materyal-metod: Kliniğimizde Ocak 2000- Nisan 2001 tarihleri arasında AVF operasyonu uygulanan 112 olgu çalışmaya alındı. Olgular operasyon tipine göre üç gruba ayrıldı. 1. Grup: Klasik AVF operasyonu uygulananlar(n: 95), 2. Grup: Venöz transpozisyon ile AVF açılanlar(n: 14), 3. Grup: Sentetik greft kullanılarak AVF oluşturulanlar(n: 3). Olgulara ait özellikler dosya kayıtlarından retrospektif olarak sağlandı. Açık kalma oranları telefon görüşmeleri ve poliklinik kontrolleri ile elde edildi. Sonuçlar SPSS istatistik programında Kruskall-Wallis varyans analizi ve Tukey/Tam-hane çoklu karşılaştırma testleri kullanılarak karşılaştırıldı.Bulgular: Üç grup arasında kronik böbrek yetmezliği süresi (p= 0.000) ve daha'önce geçirilen operasyon sayıları açı-sından anlamlı fark olduğu saptandı (p= 0.000). Operasyon maliyetleri Grup 1 ve 2'de, Grup 3'e göre önemli ölçüde düşük olarak bulundu (p= 0.000). Otojen doku kullanılan olgularda 6 aylık açık kalım oranları birbirine yakındı (Grup 1 : % 77.8, Grup 2: % 85.7, p=0.730). Greft kullanılan olgularda 6 aylık açık kalım elde edilemediği görüldü.Sonuç: Venöz transpozisyon işlemleri ile elde edilen açık kalım sonuçları, klasik AVF operasyonları ile benzerdir. Bu çalışmanın sonucunda AVF operasyonu uygulanacak olgularda otojen ven kullanımının mümkün olduğunca zorlanmasının açık kalım, komplikasyonların önlenmesi ve operasyon maliyeti açısından faydalı olduğu saptanmıştır.Öğe Asetaminofen ile toksik hepatit oluşturulan ratlarda L-karnitinin etkisi(2013) Aktaş, Özgür; Eskiocak, Sevgi; Özgün, Gülben Sayılan; Yalçın, Ömer; Süt, NecdetAmaç: Bu çalışmanın amacı, sıçanlarda asetaminofen ile oluşturulan toksik hepatitte Lipid peroksidasyonu ve oksidatif stresin yol açtığı karaciğer hasarına karşı L-karnitinin koruyucu etkisini incelemektir. Gereç ve Yöntem: Wistar albino erkek sıçanlar kontrol, toksik hepatit ve L-karnitin grubu olmak üzere rastgele 3 gruba ayrıldı. Toksik hepatit oluşturmak üzere toksik hepatit ve L-karnitin gruplarına tek doz ılık serum fizyolojikte çözünmüş asetaminofen (300 mg/kg) intraperitoneal olarak verildi. Toksik hepatit oluşturulduktan beş dakika sonra L-karnitin grubuna tek doz L-Karnitin (500 mg/kg) intraperitoneal olarak verildi. Kontrol grubuna tek doz ılık serum fizyolojik intraperitoneal olarak verildi.Bulgular: Kontrol grubu ile karşılaştırıldığında, toksik hepatit grubunda serum alanin ve aspartat aminotransferaz ve plazma ve karaciğer malondialdehit düzeyleri daha yüksek, oysa plazma Gc-globulin, tam kan ve karaciğer glutatyon düzeyleri, eritrosit ve karaciğer katalaz aktivitesi ve eritrosit glutayon peroksidaz aktivitesi daha düşüktü. Toksik hepatit grubu ile karşılaştırıldığında, L-karnitin grubunda serum alanin ve aspartat aminotransferaz ve plazma ve karaciğer malondialdehit düzeyleri daha düşük, oysa tam kan ve karaciğer glutatyon düzeyleri, eritrosit ve karaciğer katalaz aktivitesi ve eritrosit glutayon peroksidaz aktivitesi daha yüksekti. Bu grupların plazma Gc-globulin düzeyleri arasında anlamlı bir fark yoktu. Toksik hepatit grubundaki histopatolojik değişiklikler L-karnitin grubundakinden daha belirgindi.Sonuç: L-karnitin sıçanlarda asetaminofen ile oluşturulan toksik hepatitte lipid peroksidasyonu ve oksidatif stresin neden olduğu karaciğer hasarına karşı koruyucu etkiye sahiptirÖğe Atopik Dermatitte Besin Duyarlanması ve Besin Alerjisi(2019) Beken, Burçin; Çelik, Velat; Özdemir, Pınar Gökmirza; Süt, Necdet; Yazıcıoğlu, MehtapAtopik dermatit çocukluk çağının en sık görülen kronik inflamatuar cilt hastalığı olup, besinler egzemayı alevlendiren faktörler arasında yerini almaktadır. Bu çalışmada atopik dermatitli hastalarda besin duyarlanması ve besin alerjisi sıklığını araştırmak ve bunların atopik dermatit şiddeti ile ilişkisinin incelenmesi amaçlanmıştır. Üniversitemiz Çocuk İmmunolojisi ve Alerji Hastalıkları Bilim Dalı’nda2015-2018 yılları arasında atopik dermatit tanısı konulan 0-18 yaş arasındaki 236 hastanın sonuçları retrospektif olarak incelendi. Besin alerjen duyarlanması68 (%31) hastada pozitif olup duyarlanma saptanan ilk üç besin sırasıyla yumurta (%20), inek sütü (%11,8) ve yer fıstığı (%4,5) idi. Yüz otuz üç hastaya toplam 147 besin yükleme testi yapıldı. Besin yükleme testi ile 36 (%27) hastada inek sütü, 4 (%3) hastada yumurta alerjisi gösterildi. Kabak çekirdeği ile anafilaksi öyküsü ve deri prik testi pozitifliği olan 1 (%0,8) hasta ile birlikte toplam 41 (% 30,8) hastada besin alerjisi tanısı konuldu. Hastalar hastalık şiddetine göre hafif (grup 1) ve orta-ağır(grup 2) şiddette atopik dermatit olarak iki gruba ayrılarak karşılaştırıldığında; şikayet başlangıç yaşı, cinsiyet, ailede atopi öyküsü, IgE düzeyi, eozinofil sayısı ve inhalan alerjen duyarlanması açısından iki grup arasında fark saptanmadı. Besin alerjen duyarlanması ve besin alerjisi grup 1’de sırasıyla %20, %8; grup 2’de %34, %21 olup, grup 2’de anlamlı olarak yüksek saptandı (sırasıyla p=0.039, p= 0.041). Atopik dermatitli hastaların yaklaşık üçte birinde besin alerjisi eşlik etmektedir. Özellikle orta-ağır atopik dermatitli hastalar bu açıdan riskli gruptadır. Besin alerjisi tanısı altın standart tanı testi olan besin yükleme testi ile doğrulanmalı, gereksiz besin eliminasyonundan kaçınılmalıdırÖğe Bel ağrılarında, paraspinal kaslardaki yağlı atrofinin TSE-T2 ağırlıklı MR sekansı ile yarıkantitatif olarak belirlenmesi(2008) Alıcıoğlu, Banu; Kabayel, Derya Demirbağ; Süt, Necdet; Emen, SacitAmaç: Bel ağrısı ile lomber paraspinal kasların lipoatrofisi arasındaki ilişkinin belirlenmesidir. Gereç ve Yöntem: Bu kesitsel çalışmaya, bel ağrısı bulunan 74 hasta ve 17 sağlıklı gönüllü katıldı. Bel ağrılı olgular, ağrı süresine göre gruplandırıldı. Grup I? 4 hafta, grup II= 4-12 hafta grup III, >12 hafta ağrısı olan hastalarda oluştu. Bu hastaların lomber manyetik rezonans (MR) görüntüleri lomber paraspinal kasların atrofi bulguları bakımından değerlendirildi. Her bir kas için yağ içeriği, yarı-kantikatif (evre 0-4) olarak derecelendirildi. Ağrının süresi ile yağ içerikleri arasındaki ilişki asemptomatik gönüllüler ile karşılaştırıldı. Verilerin istatistiksel analizinde, bağımsız gruplarda t testi, Spearman korelasyon analizi ve Kruskal Wallis ANOVA testleri kullanıldı. Bulgular: Multifidus, longissimus ve psoas kaslarında lipoatrofi ile bel ağrısı süresi arasında anlamlı ilişki saptandı (multifidus kasında r=0.382, p=0.001; longissimus kasında r=0.398, p<0.001; psoas kasında r=0.311, p=0.007). Multifidus, longissimus ve psoas kaslarında lipoatrofi ağrı süresine göre gruplar ve asemptomatik grup arasında farklılık gösterdi (sırasıyla p<0.001, p=0.001, p<0.001). İncelenen tüm kaslarda atrofi değerleri grup III’de, grup I ve asemptomatik olgulara göre anlamlı yüksek idi. Sonuç: Lomber vertebranın MR görüntülerinin değerlendirilmesinde paraspinal kasların atrofi bakımından incelenmesi gerekmektedir. Bel ağrısı bulunan hastalarda paraspinal kaslardaki lipoatrofinin bilinmesi, daha iyi rehabilitasyon planlaması yapılmasında faydalı olabilir.Öğe Biyokimyasal değerlere göre bası yaralarına uygulanan lineer polarize polikromatik ışık tedavisinin etkinliği(2007) Özdemir, Ferda; Rodoplu, Meliha; Oymak, Figen; Süt, NecdetAmaç: Bası yaraları, özellikle yatağa bağımlı, immobil hastalarda tedavi sürecini etkileyen önemli bir sağlık sorunudur. Bu çalışmada bası yaralarının tedavisinde kullanılan lineer polarize polikromatik ışık tedavisinin etkinliğini albümin değeri, anemi ve diabetes mellitus varlığına göre belirlemeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Çalışmamız Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon, Nöroloji ve Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi kliniklerinde yatarak tedavi gören bası yarasına sahip 20 hasta üzerinde yapıldı. Evre II ve evre III bası yarası olan olgular çalışmaya alındı. Çalışmaya başlamadan önce tüm olguların hemoglobin, albümin değerleri ve diabetes mellitus varlığı kaydedildi. Tüm bası yaralarına açık yara bakımı uygulandı. Olgulara bu tedaviye ek olarak lineer polarize polikromatik ışık tedavisi, 1,3 J/cm2 enerji dozunda, Biolamp cihazı ile günde 6 dk süre ile 10 cm uzaktan direkt cilt üzerine uygulandı. Bası yaralarının yüzey alanları, tedavi başlangıcı (1. gün), 7. ve 15. günlerde asetat kağıdına şablonları çıkarılıp milimetrik grafik kağıdına aktarıldı. Çizim sınırları içinde kalan kareler sayılarak, yüzey alanı cm2 olarak hesaplandı. Bulgular: Hemoglobin değerine, albümin değerine ve diabetes mellitus varlığına göre gruplar karşılaştırıldığında, yara iyileşmesi bakımından 1., 7. ve 15. günlerde istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu (p>0,05). Albümin ve hemoglobin düzeyleri ile yara iyileşmesi arasındaki korelasyona bakıldığında albümin düzeyi ile bası yarası iyileşmesi arasında negatif korelasyon saptandı. Sonuç: Bası yaralarının iyileşmesinde kullanılan lineer polarize polikromatik ışık tedavisinin etkinliği, biyokimyasal değerlerden etkilenmemiştir. Bu sonuçlar lineer polarize polikromatik ışık tedavisinin pozitif biomodüler etkinliğine bağlanabilir. Tedavinin etkinliğini önemli ölçüde değiştirmemesine rağmen biyokimyasal belirteçler veya ek sorunların hastaların genel durumunu da etkileyeceğinin göz önünde bulundurulması gerektiği düşüncesindeyiz.Öğe Contribution of Balkan Medical Journal to the development and dissemination of medical science in the Balkans(2018) Koçak, Zafer; Süt, Necdet; İnan, Mustafa[Abtract Not Available]Öğe The Cut-off Values for the Diagnosis of Hamstring Shortness and Related Factors(2018) Yıldırım, Muhammed Şeref; Tuna, Filiz; Kabayel, Derya Demirbağ; Süt, NecdetBackground: Hamstrings are one of the most frequently evaluated muscle groups for flexibility in the lower extremity. Passive and active knee extension angle values are used as an indirect indicator of hamstring flexibility. However, the lack of consensus on the cut-off values leads to the use of inconsistent angle values in determining the hamstring tightness. Aims: To establish the normative and cut-off values of the passive and active knee extension angles for healthy young adults and to determine the associated factors including the quadriceps strength. Study Design: A cross-sectional study. Methods: A total of 123 volunteer university students, aged 18-24 years, who met the inclusion criteria were included in this study. Passive and active knee extension assessments of the subjects were performed. Subsequently, on the next day, both knee extensor concentric muscle strength of the participants was measured in the isokinetic system. The knee extension angles and the knee extensor strength were recorded as the mean values of the right and the left sides. Results: Passive knee extension angles of 17.1°±9.1° and 9.8°±5.7° and active knee extension angles of 17.8°±9.1° and 13.4°±6° were described as normative values in men and women, respectively. The cut-off values for the diagnosis of hamstring shortness were as follows: passive knee extension angle >32.2° for males and >19.2° for females and active knee extension angle >33.0° for males and >23.4° for females. A significant positive correlation was observed between knee extension angles and isokinetic knee extensor muscle strength in all participants. The knee extension angle and hamstring flexibility were not affected by dominance. Conclusion: The knee extension angles of healthy young people seem to be lower than the results currently reported in the literature. There s a positive correlation between knee extension angles and isokinetic knee extensor muscle strength.Öğe Deksmedetomidinin genel anestezi ve epidural anestezide vücut sıcaklığı değişikliği ve titreme üzerine etkileri(2007) Karaçayır, Yücel; Ara, Cavidan; Çolak, Alkin; Pamukçu, Zafer; Süt, NecdetAnestezi sonrası titreme tedavisinde farmakolojik ajanlar tercih edilmektedir. İdeal ve yan etkisi az efektif bir ajan bulmak için çalışmalar devam etmektedir. Çalışmamızda, genel ve epidural anestezi uygulanan olgularda deksmedetomidin infüzyonunun operasyon sırasında ve sonrasındaki ısı değişikliği ile anestezi sonrası titreme üzerine etkisini araştırmayı amaçladık.Olgular rasgele Grup I (n=50) genel anestezi; Grup II (n=50) epidural anestezi olacak şekilde ayrıldı. Grup I indüksiyondan, Grup II blok T6'ya ulaşınca, kendi içinde 2'ye ayrılarak, Grup IA (n=25) ve IIA (n=25)'ya serum fizyolojik ve Grup IB (n= 25) ve IIB'ye deksmedetomidin 2 µg mL-1 olacak şekilde hazırlanmış solüsyon, ilk 10 dk 0.25 mL kg-1 sa-1, sonra 0.1 mL kg-1 sa-1 infüzyon uygulandı. İndüksiyon veya blok sonrası 30., 60. ve 90. dk.'da kalp atım hızı (KAH), sistolik arter basıncı (SAB), diastolik arter basıncı (DAB), periferik oksijen satürasyonu (SpO2), timpanik membran ısı değerleri ve Grup II'de sedasyon skoru (SS) değerleri kaydedildi. Postoperatif 15., 30. ve 60. dk.'da KAH, SAB, DAB, SpO2, timpanik membran ısısı, titreme skoru (TS) ve SS değerleri kaydedildi. TS e3 olan olgulara 25 mg meperidin iv. yapılarak dozu ve sayısı kaydedildi. Postoperatif 60 dk. Aldrete derlenme skoru 9 olan olgular servise çıkarıldı. İntraoperatif 30. ve 90. dk.'da KAH ve DAB değerleri; 30., 60. ve 90. dk.'da timpanik membran ısısı değerleri Grup IA'da, Grup IB'ye göre düşük bulundu (p<0.05). Postoperatif gruplar arasında hemodinamik değerler, timpanik membran ısısı, SS ve TS değerleri, meperidin tüketimi, bulantı, kusma ve yan etkiler açısından anlamlı fark bulunmadı. VAS değerleri; Grup I'de Grup II'den anlamlı yüksek bulundu (p<0.05). Anestezi sonrası TS ?3 olan olguların yaş ortalamaları, TS <3 olanlardan düşük, cinsiyet dağılımları benzer bulundu.Sonuç olarak, çalışmamızda kullandığımız dozda deksmedetomidin infüzyonunun, genel anestezi alan olgularda hemodinamik değerleri ve vücut ısısını intraoperatif dönemde istatistiksel olarak anlamlı düşürdüğü, epidural anestezi alan olgularda bu etkilerin görülmediği belirlendi.Öğe Deneysel Miyoglobinürik Akut Böbrek Hasarında Relaksinin Etkileri(2016) Aydoğdu, Nurettin; Taştekin, Ebru; Süt, Necdet[Abstract Nıt Available]Öğe Dirençli diyabetik nöropatik ağrıda puls elektromanyetik alan tedavisinin etkinliği(2010) Feyzioğlu, Pervin; Özdemir, Ferda; Güldiken, Sibel; Balcı, Kemal; Süt, NecdetAmaç: Diyabetik periferik nöropati, diyabetin en sık görülen ve özürlülüğe neden olan komplikasyonudur. Nöropatik ağrı sıklıkla çoklu farmakolojik tedaviye dirençlidir ve bu ajanların yan etkileri kullanımlarını sınırlar. Nöropatik ağrı tedavisinde farklı alternatif tedaviler araştırılmaktadır. Nonfarmakolojik tedavilerin sistemik yan etkileri düşüktür. Bu rasgele seçilmiş, plasebo kontrollü çalışmada, dirençli diyabetik nöropatik ağrıda puls elektromanyetik alan tedavisinin etkinliği araştırıldı. Hastalar ve Yöntemler: Çalışma, rasgele ayrılan, 25 puls elektromanyetik alan tedavisi (PEMF) ve 25 plasebo grubunda olmak üzere 50 hastayla tamamlandı. Tedavi grubundaki hastaların her iki ayağına on ardışık gün ve günde 1 saat PEMF uygulandı. Olguların tedaviden önce, sonra ve 6. haftadaki kontrollerinde vizüel analog skala ve nöropatik ağrı skala değerlendirmeleri yapıldı. Elektronöromiyografi tetkikleri, tedaviden önce ve 6. hafta kontrollerinde değerlendirildi. Bulgular: Çalışmanın sonucunda, vizüel analog skala ile yapılan ağrı değerlendirmesinde tedavi sonunda %53, kontrol değerlendirmesinde %67 iyileşme saptandı. Nöropatik ağrı skalası farklı verilerinde saptanan düzelme, tedavi grubunda plasebo grubuna göre istatistiksel olarak anlamlıydı. Sinir ileti hızı çalışmalarında iki grup verileri arasında anlamlı istatistiksel fark saptanmadı. Sonuç: Puls elektromanyetik alan tedavisi, ağrı skorları ve polinöropati semptomları üzerindeki olumlu etkileri ile diyabetik nöropatik ağrı tedavisinde alternatif bir seçenek olarak düşünülebilir.Öğe Diyabetik Sıçanlarda Taurinin Paraoksonaz, Arilesteraz ve Laktonaz Aktivitelerine Etkileri(2016) Süt, Necdet; Akıncı, Mehmet; Gökmen, Selma Süer; Eskiocak, Sevgi; Özgün, Eray; Özgün, Gülben SayılanAmaç: Bu çalışmanın amacı streptozotosin ile oluşturulan deneysel diyabette taurinin plazmaparaoksonaz, arilesteraz ve laktonaz aktivitelerine etkisini araştırmaktır.Materyal ve Metod: Vücut ağırlıkları 204±11 g olan otuz altı adet Sprague-Dawley cinsi dişi sıçan,kontrol, taurin, diyabet ve diyabet+taurin olmak üzere rastgele ve eşit sayıda dört gruba ayrıldı. Diyabetoluşturmak için diyabet grubuna ve diyabet+taurin grubuna streptozotosin (40 mg/kg) intraperitonealolarak enjekte edildi. Taurin (%1), taurin grubu ve diyabet+taurin grubunun içme suyuna 21 günboyunca eklendi. Plazma paraoksonaz, arilesteraz ve laktonaz aktiviteleri, malondialdehit ve HDLkolesterol düzeyleri ölçüldü.Bulgular: Kontrol grubu ile karşılaştırıldığında diyabet grubunda plazma paraoksonaz, arilesteraz velaktonaz aktiviteleri ve HDL kolesterol düzeyleri anlamlı olarak azalırken malondialdehit düzeylerianlamlı olarak arttı. Taurin tedavisi, streptozotosin ile diyabet oluşturulan sıçanlarda plazmaparaoksonaz, arilesteraz ve laktonaz aktivitelerinde anlamlı bir artışa ve plazma malondialdehitdüzeylerinde anlamlı bir azalmaya yol açtı.Sonuç: Çalışmamız taurinin, streptozotosin ile deneysel diyabet oluşturulan sıçanlarda plazmaparaoksonaz, arilesteraz ve laktonaz aktivitelerini arttırıcı etkiye sahip olduğunu gösterdi. Taurin,diyabetin aterosklerotik komplikasyonlarının önlenmesinde yararlı olabilir.Öğe Doğrusal olmayan kanonik korelasyon analizi ve bir uygulama(Trakya Üniversitesi, 2001) Süt, Necdet; Türe, Mevlüt7 ÖZET Doğrusal olmayan KKA yönteminin amacı iki yada daha fazla değişken seti arasındaki benzerlikleri ortaya koymaktır. Ayrıca doğrusal KKA'de olduğu gibi düşük boyutta değişken setlerindeki varyansın çoğunun açıklanması amaçlanmaktadır. Buna karşın doğrusal KKA'de olduğu gibi ölçüm düzeyi ya da doğrusal ilişki kısıtlamaları yoktur. Doğrusal olmayan KKA'deki özdeğer, uygunluk ve kayıp değerleri, setler arasındaki ilişkileri açıklamada doğrusal olmayan KKA çözümünün uygunluğunu göstermektedir. Orijinal kategoriler ve kategori açıklayıcılıkları arasındaki ilişkiyi gösteren dönüşüm grafikleri sonucunda uygun optimal ölçek düzeyi seçilmektedir. Birinci sette cinsiyet, medeni durum, unvan, idari görev ve görev yeri değişkenleri, ikinci sette sigara ve alkol kullanımı değişkenleri, üçüncü sette belirlenen 4 faktör; güvensizlik, endişe, mutluluk ve hassasiyet ele alınmıştır. (4 faktör CD. Spielberger, R.l. Gorsuch ve R.Lushene tarafmdan geliştirilen 20 maddelik sürekli kaygı envanteri ölçeğine faktör analizi uygulanarak belirlenmiştir). Bu üç sette yer alan değişkenler arasındaki ilişkiler doğrusal olmayan KKA yöntemi ile incelenmiştir. Bileşen Yükleri Grafiği Boyut-1 incelendiğinde, cinsiyet ve alkol kullanımı değişkenleri ile hassasiyet değişkeni arasında, Boyut-2 ele alındığında ise unvan, görev yeri ve mutluluk değişkenleri ile sigara kullanımı değişkeni arasında ilişki bulunmuştur. Aralarında ilişki saptanan değişkenlerin hangi kategorilerinin ilişkili olduğu kategori açıklayıcılıkları grafiğinde görülmektedir. Boyut-1 incelendiğinde yılda 1-2 66defa alkol kullanan ve hiç alkol kullanmayan kadın öğretim elemanlarının hassas oldukları ve haftada 1-2 defa alkol kullanan erkek öğretim elemanlarının ise hassas olmadıkları bulunmuştur. Boyut-2 incelendiğinde ise Mühendislik Mimarlık Fakültesi ve Yüksek okullarda görev yapan araştırma görevlisi ve okutmanların sigara içme eğiliminde ve daha mutsuz oldukları, Fen Edebiyat, Eğitim, İktisadi İdari Bilimler ve Ziraat Fakültelerinde görev yapan Doktora, Yrd.Doç.Dr. ve Doç. Dr. unvanlarına sahip öğretim elemanlarının sigara içmedikleri ve daha mutlu oldukları bulunmuştur. Tıp Fakültesinde görev yapan öğretim elemanlarının ise merkezde yer aldıkları bulunmuştur. 67Öğe Doğum öncesi anne adaylarına verilen emzirme ve anne sütü eğitiminin emzirme davranışları üzerine etkisi(2011) Onbaşı, Şenay; Duran, Rıdvan; Çiftdemir, Nükhet Aladağ; Özbek, Ülfet Vatansever; Acunaş, Betül; Süt, NecdetAmaç: Günümüzde gebelik döneminde verilen e¤itimin; emzirmenin bafllang›c›n›, oran›n› ve süresini etkiledi¤i gösterilmifltir. Bu yaz›da, do¤um öncesi dönemde verilen e¤itimle anne adaylar›n›n anne sütü ve emzirme konusunda bilgilendirilmesi ve e¤itimin yararlar›n›n vurgulanmas› amaçlanm›flt›r. Gereç ve Yöntem: Anne sütüyle ilgili e¤itimler gebelere haftada iki gün düzenlenmifltir. Her anne aday›na do¤um öncesinde bir kez e¤itim verilmifltir. Veriler, anne sütü ve emzirme ile ilgili haz›rlanan 42 sorudan oluflan bir anket arac›l›¤› ile toplanm›flt›r. ‹statistiksel analizler Statistica 7,0 paket program› kullan›larak yap›ld›. Sonuçlar ortalama ± standart sapma ya da say› (%) olarak ifade edildi. ‹statistiksel anlaml›l›k s›n›r› p<0,05 de¤eri olarak kabul edildi. Çal›flma ile ilgili olarak Trakya Üniversitesi Yerel Etik Kurulu’ndan izin al›nd›. Bulgular: E¤itim grubu 90, kontrol grubu 100 olmak üzere toplam 190 anne çal›flmaya kat›lm›flt›r. ‹lk alt› ayda su, emzik, biberon, formül mama/ek g›da kullan›lmama davran›fl›n›n e¤itim grubunda anlaml› derecede yüksek oldu¤u görülmüfltür. ‹lk alt› ay sadece anne sütüyle beslenme oran›nda anlaml› fark bulunmufltur. Biberon kullan›m›n›n alt› aydan az sadece anne sütü vermeye neden oldu¤u saptanm›flt›r. Ç›kar›mlar: Gebelerin anne sütü konusunda e¤itilmesi halinde ilk alt› ayda sadece anne sütü ile beslenme oranlar›n›n ve sadece anne sütüyle beslenme süresinin artt›r›labilece¤i sonucuna var›lm›flt›r.Öğe Edirne ili merkezindeki lise öğrencilerinde obsesif-kompulsif bozukluğun epidemiyolojisi(2010) Abay, Ercan; Pulular, Aykan; Memiş, Çağdaş Öykü; Süt, NecdetAmaç: Edirne ili merkezindeki lise öğrencileri arasında obsesif-kompulsif bozukluk (OKB) yaygınlığını araştırmak, OKB’nin sosyodemografik özelliklerini ve OKB belirtilerinin sıklığını saptamak. Yöntem: Çalışma, Edirne ili merkezindeki liselerde eğitim görmekte olan 1., 2. ve 3. sınıf öğrencileriyle yapıldı. Örneklem büyüklüğünü hesaplamada, toplumda OKB görülme yaygınlığı %3 olarak alındı ve il genelindeki 8037 öğrenciden, OKB yaygınlığını saptamak için, tolerans değeri %0.6 ve %95 güvenle 3107 öğrencinin seçilmesinin yeterli olduğu saptandı. Örneklem, il genelindeki liselerden cinsiyet ve öğrenci sayılarına göre yapılandırılarak tabakalı örnekleme yöntemiyle seçildi. İlki, katılımcının kendisinin dolduracağı sosyodemografik veri formu ve Maudsley Obsesif-Kompulsif Soru Listesi (MOKSL), ikincisi, görüşmeci aracılığıyla doldurulacak CIDI (Composite International Diagnostic Interview) OKB ölçeği ve CIDI’nin depresif bozukluk ve yaygın anksiyete bozukluğu olmak üzere toplam iki alt ölçeği de çalışmamıza dahil edildi. Biyoistatistik uzmanı yardımı ile yapılan çalışmada, normal dağılım kuramından hareketle MOKSL’den 25 ve üstü puan alan 117 öğrenci bir üst değerlendirmeye alındı. Böylece, önceden OKB açısından değerlendirmeyi hak eden öğrenciler belirlendi. Sonraki aşama olan CIDI ölçeği ile OKB’nin yanı sıra yaygın anksiyete bozukluğu (YAB) ve majör depresyon (MD) eş tanıları da incelendi. Bulgular: Toplam kırk kişiye OKB tanısı konmuş, OKB’nin nokta yaygınlığı %1.4 olarak bulunmuştur. Vakaların sosyodemografik özellikleri yönünden yapılan karşılaştırmada, vaka grubuyla, toplam 2856 öğrenciden MOKSL’den 25 ve üstü puan alan 117 kişi dışında kalan öğrencilerin eşit aralıklara bölünmesiyle elde edilen kontrol grubu arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık yoktu. En sık, bulaşma obsesyonu (%40) ve kontrol kompulsiyonu (%22.5) saptanmış, majör depresyon eş tanısı %47.5, yaygın anksiyete bozukluğu eş tanısı %5 oranında bulunmuştur. Sonuç: Çalışmamızda sosyodemografik özellikler literatürden farklı bulunmuştur ve bulgular kontrol grubundan istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermemiştir. Ergenlik dönemi, diğer yaş dönemlerinden farklı özellikler taşıyan, hassas bir dönemdir. Bu nedenle, bu yaş grubuyla çalışmanın güçlükleri çalışmamızda da gözlemlenmiştir. Psikiyatrinin tüm toplumda, özellikle ergenlik döneminde daha iyi anlaşılması için daha fazla bilgilendirici çalışmanın yapılması gerektiği öne sürülebilir.Öğe The effect of high-fructose feeding on hemodynamic behavior and infarct size of isolated rat hearts subjected to low-flow ischemia.(2022) Özen, Serap Topçu; Palabıyık, Orkide; Guksu, Zuhal; Aslan, Enver; Tosunoğlu, Esra Akbaş; Süt, Necdet; Vardar, Selma ArzuObjective: This study aimed to investigate the potentially deleterious effect of in vivo high-fructose feeding of rats on ex vivo hemodynamic recovery and infarct size of isolated rat hearts subjected to low-flow ischemia and reperfusion. Methods: After feeding Sprague-Dawley male rats with a high-fructose (n=9), high-glucose (n=9), or a standard diet (n=9) for four weeks, the hearts were extirpated and perfused ex vivo with a Krebs-Henseleit solution for 15 minutes; after that, the hearts were subjected to low-flow (0.3 ml/ minute) ischemia during 30 minutes followed by 60 minutes reperfusion. Left developed ventricular pressure, maximum and minimum rate changes of left ventricular pressure, and heart rate were recorded before ischemia and after reperfusion. The Infarct area was measured at the end of the reperfusion period. Results: The relative myocardial infarct size did not differ between the three groups in isolated hearts subjected to ex vivo low-flow ischemia followed by 60 minutes of reperfusion. Post-ischemic cardiac contractile recovery appeared complete in the high-fructose and high-glucose groups at 60 minutes of reperfusion. In contrast, the left developed ventricular pressure and minimum rate change of left ventricular pressure were still depressed at the end of 60 minutes of reperfusion in the control group. Conclusion: High-fructose diet in rats appears to positively affect the recovery of left ventricular contractile function after low-flow ischemia, compared to a standard diet, without a difference in relative myocardial infarct size. Similar results were obtained in the high-glucose-fed rats.Öğe The Effects of Baicalin on Myoglobinuric Acute Renal Failure in Rats(2018) Yavuz, Özlem Yalçınkaya; Aydoğdu, Nurettin; Taştekin, Ebru; Süt, NecdetBackground: Myoglobinuric acute kidney injury is a uremic syndrome that develops due to damage of skeletal muscle. Free radicals and nitric oxide play an important role in the pathogenesis of myoglobinuric acute kidney injury. Baicalin has multiple bioactivities, including antimicrobial, anti-inflammatory and antioxidant properties and is a potent free radical scavenger. Aims: To investigate the nephroprotective mechanism of baicalin on myoglobinuric acute kidney injury. Study Design: Animal experimentation. Methods: In our study, male Sprague Dawley rats were divided into 4 groups. Control (n=8), Baicalin (n=8), myoglobinuric acute kidney injury (n=10) and myoglobinuric acute kidney injury + baicalin (n=10). The rats were deprived of water for 24 hours before receiving intramuscular injection. The control and baicalin groups were injected intramuscularly with saline (8 ml/kg), and the myoglobinuric acute kidney injury and myoglobinuric acute kidney injury + baicalin groups were given 50% glycerol 8 ml/kg. One hour later, the control and myoglobinuric acute kidney injury groups received saline intraperitoneally, and the baicalin and myoglobinuric acute kidney injury + baicalin groups were given 200 mg/kg baicalin. Twenty-four hours after the glycerol injection, urine and blood samples were taken, and the kidneys of the rats were harvested under intraperitoneally injections of anaesthesia. Results: We found that the levels of creatinine, urea, nitric oxide, alanine transaminase, aspartate aminotransferase, creatine kinase in serum samples, malondialdehyde, nitric oxide, inducible nitric oxide synthase, and endothelial nitric oxide synthase concentrations in renal tissue were increased in the myoglobinuric acute kidney injury group compared with the control group (p<0.05). The nitric oxide and glutathione levels in the kidney were significantly decreased in the myoglobinuric acute kidney injury + baicalin group compared with the myoglobinuric acute kidney injury group (p<0.05). There were no significant differences between any other parameters. Conclusion: Our results did not show any protective effect of baicalin on myoglobinuric acute kidney injury, possibly because the different effective factors in the pathogenesis of experimental myoglobinuric acute kidney injury used in this experiment deviate from other experimental models. Moreover, detailed studies are needed to clarify the effects of baicalin in different doses and treatment durations in glycerol-induced acute kidney injury modelÖğe Evaluation of cytological alterations in normal-appearing oral mucosal epithelia of smokers and non-smokers via AgNOR counts and nuclear morphometry(2008) Usta, Ufuk; Berberoğlu, Ufuk; Helvacı, Ercüment; Altaner, Şemsi; Süt, Necdet; Özdemir, ÇiğdemAmaç: Sigara içen ve içmeyen kişilerde normal oral mukozaya ait epitel hücrelerindeki proliferatif aktivite AgNOR boyama tekniği ve nükleer morfometri ile değerlendirildi. Hastalar ve Yöntemler: Yaymalar 50-70 yaş arasında sigara içen ve içmeyen, 40’ar hastanın normal görünümlü ağız taban mukozasından elde edildi. İyi tespit edilmiş nükleuslu ilk 50 skuamöz epitel hücresinde AgNOR’lar sayıldı ve bilgisayarlı görüntü analizi ile nükleer alanlar hesaplandı. Bulgular: İstatistiksel olarak sigara içmeyen grupta nukleus başına düşen ortalama AgNOR sayısı (3.47± 0.30) sigara içenlerden daha azdı (4.22±0.39, p<0.001). Ayrıca sigara içenlere ait hücre çekirdeklerinin alan ortalamaları (94.32±10.08) içmeyenlerden daha yüksek bulundu (87±9.4, p<0.05). Beş taneden fazla AgNOR’a sahip olan nukleusların ortalama sayısı sigara içmeyen ve içenlerde sırasıyla %14.6 ve %36.8 olarak bulundu. Sonuç: Bulgularımız sigara içiminin oral proliferatif lezyonların oluşmasında önemli bir risk faktörü olduğunu ve bu lezyonların taranması için oral eksfolyatif sitolojinin tercih edilebilecek bir yöntem olduğunu ortaya koymaktadır.Öğe Fibromiyalji Tanılı Hastalarda Denge ve Postürün Değerlendirilmesi(2024) Şahin, Onur; Taştekin, Nurettin; Uluçam, Enis; Karahan, Menekşe; Süt, Necdet; Birtane, MuratDenge sorunları son zamanlarda Fibromiyalji (FMS)’li hastalarda dikkat çeken semptomlar arasında gösterilmiştir. Bu çalışmada fibromiyalji hastalarında denge ve postürün değerlendirilmesini, bu durumların varlığı ile fibromiyalji şiddeti arasındaki ilişkiyi değerlendirme amaçlanmıştır. Çalışmaya TÜTF Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon polikliniğine başvuran FMS tanılı 30-55 yaş aralığındaki 45 birey ve kontrol grubu olarak 44 birey dahil edildi. Olguların sosyo-demografik özellikleri, şikâyet ve tanı süresi kaydedildi. Vizüel analog skala (VAS) ile ağrı şiddeti, Fonksiyonel durum için Fibromiyalji Etki Skalası (FEA), Fibromiyalji Semptom Şiddet Skalası, Yaygın Ağrı İndeksi sorgulanarak kaydedildi. Olguların dinamik dengeleri Berg denge testi, statik dengeleri ise tek bacak üstünde durma testi ile değerlendirildi. Zebris CMS-20P-2 cihazı ile bilgisayar ortamında üç boyutlu ultrasonik sistem ile omurga postür analizi yapıldı. FMS grubunda sağ ve sol tek ayak üzerinde durma süreleri ile toplam Berg Denge Ölçeği sonuçlarının anlamlı derecede daha düşük bulunmuştur. Berg Denge Skoru ile Toplam FEA skoru, Semptom Şiddet Skalası skoru A, Fibromiyalji Şiddet skoru ve Total Gövde İnklinasyon Açısı arasında ters yönde ve orta düzeyde anlamlı ilişki olduğu bulduk. Omurga postür analizi ile hasta ve kontrol grupları arasındaki postür analizi sonuçlarının farklı saptanmamıştır. Sonuç olarak FMS’li hastalarda denge bozukluğunun sağlıklı bireylere göre daha sık rastlandığını tespit ettik. Postür analizinde her iki grup arasında anlamlı fark saptayamadık. Özellikle postür srunlarını ortaya koyabilmek için büyük popülasyonlu çalışmalara ihtiyaç vardır.Öğe Fruktozdan zengin beslenen sıçanlarda istemli fiziksel aktivitenin metabolik ve kardiyak işlevlere etkisi(2019) Tayfur, Pınar; Palabıyık, Orkide; Uzun, Nurşen; Süt, Necdet; Vardar, Selma ArzuAmaç: Fruktozdan zengin beslenme metabolik değişiklikler ve kardiyak hastalık riskini artırıcı etkiler oluşturmaktadır. Bu çalışmanın amacıfruktozdan zengin beslenen sıçanlarda istemli fiziksel aktivitenin metabolik ve kardiyak işlevlerdeki etkilerini araştırmaktır.Gereç ve Yöntem: Erkek Wistar albino sıçanlar kontrol (K) grubu (n=7), on hafta boyunca fruktozlu içme suyuyla beslenen fruktoz (F) grubu(n=7) ve fruktozlu içme suyuyla beslenerek istemli fiziksel aktivite yapan fruktoz-aktivite (FA) grubu (n=7) olarak ayrıldı. Beslenme sürecinde grupların günlük sıvı alımları ve haftalık vücut ağırlıkları ölçüldü. Beslenme periyodu sonrasında kanda glukoz, trigliserit, total kolesterol,HDL, LDL düzeyleri enzimatik yöntemle, insülin, TNF-? ve IL-6 düzeyleri ELİSA metodu ile belirlendi. Kalpler Langendorff düzeneğine yerleştirilerek sol ventrikül gelişim basıncı, maksimum ve minimum sol ventrikül basınç değişim oranları (dp/dt maks ve dp/dt min)kaydedildi.Kalp, akciğer ve karaciğer ağırlıkları belirlendi.Bulgular: Kilo alımı FA grupta (95,1±14,3 gr), F grubu (109,0±6,6 gr) ve K grubundan (113,4±10,9 gr) daha az düzeydeydi (p=0,04 vep=0,03). Karaciğer ağırlığı F grubunda (11,8±1,0 gr), K (9,7±1,3 gr) ve FA (10,2±0,7 gr) gruplarından yüksek bulundu (p=0,01 ve p=0,01).Serum glukoz, insülin, trigliserit, total kolesterol, HDL, LDL, TNF-? ve IL-6 düzeylerinde gruplar arasında farklılık bulunmadı. Kardiyakişlev açısından,dp/dt maks düzeyinin FA grupta (2351,6±442,2), F grubu (1320,7±542,2) ve K grubundan(1756,5±468,7) yüksek olduğubelirlendi (p=0,01 ve p=0,05).Sonuç: Bu çalışma bulguları on hafta boyunca içme suyuna %10 oranında fruktoz eklenerek beslenen sıçanlarda istemli fiziksel aktiviteninkilo alımını azaltıcı ve kardiyak kontraktiliteyi artırıcı rol oynayabileceğini göstermektedir.
- «
- 1 (current)
- 2
- 3
- »