Yazar "Özdemir, Ferda" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 22
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Akinetik rijidite sendromuna bağlı heterotopik ossifikasyon: Bir olgu sunumu(2003) Özdemir, Ferda; Uzunca, Kaan; Tükenmez, Özdemir ÖzlemMental gerilik ve bipolar psikolojik bozukluğu bulunan, omuz, dirsek ve kalça eklemlerinde hareket kısıtlılığı gelişen bir olguda bu kısıtlılık ayırıcı tanı açısından değerlendirildi. Olgumuzun mental retarde ve bipolar psikolojik bozukluğu olması ve nöroleptik tedavi kullanması, dolayısıyla akinetik rijidite sendromu (Nöroleptik ile ilişkili Parkinsonizm) sonucunda heterotopik ossifikasyon (HO) gelişimi tartışılacaktır. Gözlemlediğimiz klinik, elde ettiğimiz laboratuvar ve kemik sintigrafisi verilerine dayanarak omuz, dirsek ve kalçalardaki ağrı, ısı artışı ve hareket kısıtlılığı nedeninin HO ile uyumlu olduğunu gördük. Olgumuzda yapılan kemik sintigrafisinde bu bölgelerdeki yoğun aktivite artışının rigidite ve immobilite sonucu gelişen HO’a bağlı olduğu ve ekstrapramidal bulgulara yönelik tedavi ile rigiditenin azaldığı, ancak ossifikasyona bağlı hareket kısıtlılığının ilk değerlerine göre azalmasına rağmen devam ettiği gözlemlendi.Omuz, dirsek ve kalça heterotopik ossifikasyonun sıklıkla geliştiği bölgeler olup, immobilizasyon sebebiyle oluşan periartiküler ossifikasyon hastamızdaki kliniğin nedenini açıklar nitelikteydi.Öğe Ayaktan tedavi gören fiziksel tıp ve rehabilitasyon hastalarında psikiyatrik bozukluklar(2003) Özdemir, Ferda; Çalıyurt, Okan; Uzunca, Kaan; Vardar, Erdal; Demirbağ, Derya; Kokino, SiranuşFiziksel Tıp ve Rehabilitasyon (FTR) hastaları genel olarak yaşlı hastalardır ve kronik seyirli olan yakınmaları vardır. Bu zeminde ise yüksek sıklıkta ortaya çıkan psikiyatrik bozukluklar tabloya eklenmektedir.Bu çalışmada bir aylık bir süre içerisinde Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi FTR Anabilim Dalı Polikliniği’ne başvuran hastalardaki psikiyatrik bozuklukların saptanması amaçlandı. 152 hasta çalışmaya dahil edildi ve Prime MD tarama formu kullanılarak eşlik eden psikiyatrik bozuklukları belirlendi. Daha sonra hastalıklar gruplandırılarak başlıca depresyon, anksiyete bozukluğu ve somatoform bozuklukların görülme sıklıkları belirlendi.Bulgular değerlendirildiğinde çalışmaya alınan 152 hastadan 98’inde (%64.5) psikiyatrik bozukluk saptandı. Bunlar içinde de ilk sırayı 75 hasta ile (%49.3) major depresyon almaktaydı. Önemli bir bulgu olarak da psikiyatrik tanısı olan hastaların daha küçük yaş ortalamasına sahip olduğu görüldü. Sonuç olarak, bu çalışmada FTR hastalarında yüksek oranlarda psikiyatrik bozuklukların bulunduğu saptanmıştır. Hem ayırıcı tanı sorunları hem de hastalığın prognozunu etkileyebilecek bu durumların erken saptanması ve uygun tedavisi gerekliliği ortaya konmaktadır.Öğe Bası yaralarının iyileşmesinde lineer polarize polikromatik ışık tedavisinin etkinliği(2006) Oymak, Figen; Özdemir, FerdaAmaç: Bası yaralarının iyileşmesinde lineer polarize polikromatik ışık (LPPI) tedavisinin etkinliği araştırıldı. Hastalar ve Yöntemler: Evre II ve evre III bası yaraları olan 40 hasta rastgele olarak LPPI tedavisi ve konvansiyonel tedavi (kontrol) gruplarına ayrıldı. Tüm yaralara serum fizyolojikle yıkama ve antibakteriyel pomat tedavisi uygulandı. Birinci grubu oluşturan hastalara bu uygulama sonrası Biolamp cihazıyla günde bir kez, 6 dk ve 10 cm uzaklıktan, direkt cilt üzerine 1.3 J/cm2 enerji dozunda LPPI tedavisi yapıldı. Bası yaralarının yüzey alanları, tedavi başlangıcında (birinci gün), yedinci gün ve 15. günlerde milimetrik grafik kâğıdına aktarıldı. Çizim sınırları içinde kalan kareler sayılarak, yüzey alanı cm2 olarak hesaplandı. Bulgular: Tedavi öncesi, birinci, yedinci ve 15. günlerde yapılan grup içi değerlendirmelerde her iki tedavi yönteminin de etkili olduğu görüldü ve sonuçlar istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p<0.05). Ancak, LPPI tedavisinin daha etkili olduğu ve geniş yaralarda daha kısa sürede iyileşme sağladığı görüldü. Sonuç: Bulgularımız, evre II ve evre III bası yaraları nın tedavisinde LPPI uygulamasının daha hızlı iyileşme sağladığını göstermektedirÖğe Bifosfonat tedavisi altındaki hastalarda paratiroid hormon düzeyindeki değişimin DXA ile ilişkisi(2006) Özdemir, Ferda; Kabayel, Demirbağ Derya; Esen, Esra; Kurtoğlu, DilekAmaç: Çalışmada osteoporoz (OP) polikliniğimizde postmenopozal ve senil osteoporoz tanısı alarak tedavi edilen hastalarda gelişen paratiroid hormon (PTH) düzeyindeki değişimin, dual enerji X-ray absorbsiyometre (DXA) ile saptanan T skorları ile ilişkisini araştırmayı amaçladık. Ayrıca hastaların giyim şekli ve değerlendirme yapılan mevsime göre PTH düzeylerinin farklı olup olmadığı değerlendirildi.Hastalar ve Yöntem: Çalışmamızda retrospektif olarak; 1625 hastanın taraması sonucu, bifosfonat grubu antirezorptif tedaviyle beraber kalsiyum ve D vitamini alan hastalar seçildi. Bu hastaların tedavi öncesi PTH değerlerinin normal düzeyde olması ve PTH yükselişine neden olabilecek sistemik hastalık olmaması şartı arandı. Hastaların demografik özellikleri, başlangıç ve bir yıl sonraki PTH değerleri ve DXA ile lomber omurga ve kalçadan elde edilen T skorları kaydedildi. Tedavi sonrası birinci yıl değerlendirmelerinde PTH düzeyleri yükselmiş bulunan 47 hasta birinci grup, PTH düzeyleri normal devam eden 52 hasta ise ikinci grup olarak alındı. İki grubun birinci yıl sonundaki T skorları karşılaştırıldı.Bulgular: Tedavi öncesi dönemde her iki grubun PTH düzeyleri ve T skorları arasında fark bulunmadı. Her iki grubun başlangıç ve tedaviden bir yıl sonraki DXA değerlendirmeleri karşılaştırıldığında, iki grupta da istatistiksel anlamlı düzeyde fark olduğu saptandı (p<0.05). Gruplar birbirleriyle karşılaştırıldığında ise bir yıl sonraki DXA değerleri arasında fark saptanmadı.Sonuç: Çalışmamızın sonucunda, tedavi altındaki OP'lu hastalarda gelişen PTH düzeyi yükselişinin DXA değerlerine etkisinin olmadığı sonucuna varıldı. Bu durumun OP'lu hastalarda düzenli tedavinin koruyucu etkisine bağlı olabileceği düşünüldü.Öğe Biyokimyasal değerlere göre bası yaralarına uygulanan lineer polarize polikromatik ışık tedavisinin etkinliği(2007) Özdemir, Ferda; Rodoplu, Meliha; Oymak, Figen; Süt, NecdetAmaç: Bası yaraları, özellikle yatağa bağımlı, immobil hastalarda tedavi sürecini etkileyen önemli bir sağlık sorunudur. Bu çalışmada bası yaralarının tedavisinde kullanılan lineer polarize polikromatik ışık tedavisinin etkinliğini albümin değeri, anemi ve diabetes mellitus varlığına göre belirlemeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Çalışmamız Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon, Nöroloji ve Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi kliniklerinde yatarak tedavi gören bası yarasına sahip 20 hasta üzerinde yapıldı. Evre II ve evre III bası yarası olan olgular çalışmaya alındı. Çalışmaya başlamadan önce tüm olguların hemoglobin, albümin değerleri ve diabetes mellitus varlığı kaydedildi. Tüm bası yaralarına açık yara bakımı uygulandı. Olgulara bu tedaviye ek olarak lineer polarize polikromatik ışık tedavisi, 1,3 J/cm2 enerji dozunda, Biolamp cihazı ile günde 6 dk süre ile 10 cm uzaktan direkt cilt üzerine uygulandı. Bası yaralarının yüzey alanları, tedavi başlangıcı (1. gün), 7. ve 15. günlerde asetat kağıdına şablonları çıkarılıp milimetrik grafik kağıdına aktarıldı. Çizim sınırları içinde kalan kareler sayılarak, yüzey alanı cm2 olarak hesaplandı. Bulgular: Hemoglobin değerine, albümin değerine ve diabetes mellitus varlığına göre gruplar karşılaştırıldığında, yara iyileşmesi bakımından 1., 7. ve 15. günlerde istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu (p>0,05). Albümin ve hemoglobin düzeyleri ile yara iyileşmesi arasındaki korelasyona bakıldığında albümin düzeyi ile bası yarası iyileşmesi arasında negatif korelasyon saptandı. Sonuç: Bası yaralarının iyileşmesinde kullanılan lineer polarize polikromatik ışık tedavisinin etkinliği, biyokimyasal değerlerden etkilenmemiştir. Bu sonuçlar lineer polarize polikromatik ışık tedavisinin pozitif biomodüler etkinliğine bağlanabilir. Tedavinin etkinliğini önemli ölçüde değiştirmemesine rağmen biyokimyasal belirteçler veya ek sorunların hastaların genel durumunu da etkileyeceğinin göz önünde bulundurulması gerektiği düşüncesindeyiz.Öğe Demir eksikliği anemisinin kemik mineral yoğunluğu ve laboratuvar değerlerine etkileri(2003) Özdemir, Ferda; Tükenmez, Özlem; Turan, NesrinYaşam tarzı, beslenme, alışkanlıklar, kronik hastalıklar ve bu hastalıklara yönelik tedavi yöntemleri kemik yoğunluğunda olası değişikliklere ve osteoporoz (ÖP) gelişimine neden olabilir. Bu risk faktörleri arasında demir eksikliği ve demir eksikliği anemisi de yer almaktadır. Çalışmamızda postmenopozal ve senil osteoporozlu kadınlarda kemik mineral yoğunluğu (KMY) ve laboratuvar değerleri ile demir eksikliği / demir erkliği anemisi arasındaki ilişkiyi araştırmayı amaçladık. Çalışmaya ÖP polikliniğine başvuran 141 kadın hasta alındı. Hastaların demografik özellikleri sorgulandı. Kemik mineral yoğunlukları (KMY) DEXA ile ölçüldü. Tüm hastalardan tam kan sayımı, serum demir (Fe), total demir bağlama kapasitesi (TDBK), transferrin saturasyonu (TS), folikasit (FA) ve vitamin B12 tetkikleri istendi. Çalışmanın sonucunda 141 postmenopozal osteoporozlu kadının 14 'ünde anemi saptandı (%9.93), iki grup arasında Ca, Mg, Fe, TS arasında fark tespit edildi. TDBK arasında da fark bulundu, ancak anlamlı değildi. Çalışmamızda gruplar arasında KMY bakımından da anlamlı fark elde edilmedi. Fe eksikliği anemisi olan hasta grubunda Fe ile Ca arasında negatif ilişki bulundu. Her iki grupta da anemi göstergeleri ile KM yoğunlukları arasında ilişki saptanmadı. Bu sonuçlarla çalışma grubumuzu oluşturan, Fe eksikliği anemisi olan, postmenopozal osteoporozlu kadınlarda Fe ile Ca arasında negatif ilişki olmasına rağmen KMY üzerine belirgin bir etkisi olmadığını gözlemledik.Öğe Dirençli diyabetik nöropatik ağrıda puls elektromanyetik alan tedavisinin etkinliği(2010) Feyzioğlu, Pervin; Özdemir, Ferda; Güldiken, Sibel; Balcı, Kemal; Süt, NecdetAmaç: Diyabetik periferik nöropati, diyabetin en sık görülen ve özürlülüğe neden olan komplikasyonudur. Nöropatik ağrı sıklıkla çoklu farmakolojik tedaviye dirençlidir ve bu ajanların yan etkileri kullanımlarını sınırlar. Nöropatik ağrı tedavisinde farklı alternatif tedaviler araştırılmaktadır. Nonfarmakolojik tedavilerin sistemik yan etkileri düşüktür. Bu rasgele seçilmiş, plasebo kontrollü çalışmada, dirençli diyabetik nöropatik ağrıda puls elektromanyetik alan tedavisinin etkinliği araştırıldı. Hastalar ve Yöntemler: Çalışma, rasgele ayrılan, 25 puls elektromanyetik alan tedavisi (PEMF) ve 25 plasebo grubunda olmak üzere 50 hastayla tamamlandı. Tedavi grubundaki hastaların her iki ayağına on ardışık gün ve günde 1 saat PEMF uygulandı. Olguların tedaviden önce, sonra ve 6. haftadaki kontrollerinde vizüel analog skala ve nöropatik ağrı skala değerlendirmeleri yapıldı. Elektronöromiyografi tetkikleri, tedaviden önce ve 6. hafta kontrollerinde değerlendirildi. Bulgular: Çalışmanın sonucunda, vizüel analog skala ile yapılan ağrı değerlendirmesinde tedavi sonunda %53, kontrol değerlendirmesinde %67 iyileşme saptandı. Nöropatik ağrı skalası farklı verilerinde saptanan düzelme, tedavi grubunda plasebo grubuna göre istatistiksel olarak anlamlıydı. Sinir ileti hızı çalışmalarında iki grup verileri arasında anlamlı istatistiksel fark saptanmadı. Sonuç: Puls elektromanyetik alan tedavisi, ağrı skorları ve polinöropati semptomları üzerindeki olumlu etkileri ile diyabetik nöropatik ağrı tedavisinde alternatif bir seçenek olarak düşünülebilir.Öğe Do dietary calcium ıntake and hormone replacement therapy affect bone mineral density in women?(2008) Özdemir, Ferda; Kabayel, Demirbağ Derya; Türe, MevlütAmaç: Bu çalışmada, kadınların diyetle kalsiyum alım düzeylerinin ve hormon replasman tedavisi (HRT) alma durumlarının menopoz sonrası kemik mineral yoğunluğu (KMY) ile ilişkisi araştırıldı. Hastalar ve Yöntemler: İki yüz menopoz sonrası kadın (ort. yaş 58.89±8.51; dağılım 42-83) geriye dönük olarak değerlendirildi. Menopoz yaşı, menopoz süresi, HRT alıp almadığı ve diyetle kalsiyum alım düzeyleri kaydedildi. Kemik mineral yoğunluğu değerlendirmesi, lomber omurga ve femurdan Dual enerji X-ray absorbsiyometri (DEXA) cihazı kullanılarak yapıldı ve T skorları belirlendi. Bulgular: Hastaların yaşı ve menopoz süresi ile KMY arasında istatistiksel olarak anlamlı düzeyde negatif ilişki vardı. Hormon replasman tedavisi alanlarda, almayanlara göre KMY değerleri daha yüksekti. Diyetle kalsiyum alımı günlük 1000 mg’dan daha fazla olan kadınlarda omurga ve femur KMY değerleri, kalsiyum alımı 600 mg/gün ve 600-1000 mg/gün olan kadınlardan anlamlı derecede daha yüksekti. Sonuç: Menopoz sonrası kadınlarda diyetle alınan kalsiyum düzeyi ve HRT alım durumunun KMY açısından bir belirteç olabileceği düşünüldü.Öğe Gut tofüsü nedeniyle peroneal sinir lezyonu: Olgu sunumu(2000) Özdemir, Ferda; Taştekin, Nurettin; Tuna, HakanCut, hiperürisemi ve tekrarlayıcı artrit ataklarıyla seyreden, daha ileri dönemlerde kronik artrit ve ürik asit taşlarının görüldüğü metabolik bir hastalıktır. Bu makalede tofüslü kronik gut döneminde bulunan ve tofüs nedeniyle peroneal sinir lezyonu gelişen bir olgu sunulmuştur. 63 yaşındaki erkek hastanın, 20 yıla yakın süredir şikayetlerinin bulunması, tanının geç konulması, düzensiz diyet ve ilaç kullanımı nedenlerinden dolayı kronik, tofüslü gut periyodunun gelişmesi görülmüştür. Vücudunun birçok yerinde tofüsler ve sol ayak 1. metatarsofalangeal eklemde (MTF), distal falanksta destrüktif lezyon gelişmiştir. Tofüs kompresyonu şu ana kadar rastlanmayan peroneal sinirde lezyonuna neden olmuştur. Bu sunumla gut hastalığında da bir çok hastalıkta olduğu gibi erken tanı ve tedavinin gelişebilecek komplikasyonları önlemede ne kadar önemli olduğunu vurgulamak istedik.Öğe Hemiparezik hastalarda fonksiyonel disabilite ile kemik mineral yoğunluğu arasındaki ilişki(2005) Demirbağ, Derya; Özdemir, Ferda; Kokino, Siranuş; Berkarda, ŞakirAmaç: Hemiparezi, inme sonrasında en sık görülen nörolojik sorundur. Hemiparezik hastalarda gelişen motor zayıflığa bağlı immobilizasyon, kemik doku üzerinde olumsuz etki gösterir. Bu çalışmada, hemiparezik hastalarda fonksiyonel disabilitenin kemik kütlesi ile ilişkisi araştırıldı.Hastalar ve Yöntemler: Bu çalışmaya, inme geçirdikten sonra ilk kez rehabilitasyon için yatırılmış sol hemiparezik 41 hasta (13 kadın, 28 erkek; ort. yaş 59.5±14.2; dağlım 16-78) alındı. Nöromotor gelişim düzeyleri Brunnstrom skorlaması (BR) ile, kas tonus değerlendirmesi ise modifiye Ashworth indeksine göre belirlendi. Günlük yaşam aktiviteleri ve fonksiyonel disabilite değerlendirmesi Barthel indeksi (B‹) ile yapıldı. Sağlam ve parezik ekstremite ile önkol ve femurdan dual enerji X-ray absorbsiyometri yöntemiyle kemik mineral yoğunluğu (KMY) ölçümü yapıldı. Bulgular: Parezik ekstremite tarafında KMY değerleri hem önkol hem de femurda daha düşük bulundu(p<0.05). Brunnstrom skoru ve Barthel indeksi ile KMY değerleri arasında pozitif korelasyon vardı (p<0.05). Ashworth indeksi ile KMY değerleri arasındaki ilişki anlamlı bulunmadı (p>0.05). Hastanın nöromotor gelişimi ve bağmsızlık düzeyi ile kemik kütlesi doğrudan ilişkili bulundu. Sonuç: Etkin bir tedavi ve fonksiyonel gelişimin sağlanması ile hemipareziye bağlı kemik kütlesi kaybının önüne geçilebilir. Böylece, hastanın düşük kemik yoğunluğuna eşlik edebilecek komplikasyonlardan korunması na da yardımcı olunur.Öğe İleri yaşta antirezorptif tedavinin vertebra dışı kırık oluşumundaki etkinliği: Retrospektif çalışma(2005) Tuna, Hakan; Özdemir, Ferda; Zateri, Coşkun; Gül, Hatice; Kokino, SiranuşOrtalama insan ömrünün uzaması yaşlı nüfusu arttırmış ve postmenopozal osteoporotik kadınlarda senil osteoporozun eklenmesi ile kırık riski yükselmiştir. Bu durumun yaşlı kadın populasyonunda sağlık bakım maliyetlerini ve özürlülüğü belirgin bir şekilde arttırdığı bilinmektedir. Çalışmamızda risk faktörlerinin eşit olarak dağıldığını düşündüğümüz, antirezorptif tedavi kullanan ve kullanmayan iki grup arasında vertebra dışı kırık oluşumu açısından fark olup olmadığını araştırdık. Birinci grup yaş ortalaması 73.7 olan 64 olgudan oluşan ve 3 ila 5 yıl süredir osteoporoz tedavisi görmekte olanlar ve ikinci grup ise yaş ortalaması 72.7 olan 28 olgudan oluşan ve osteoporoz tedavisi almamış olanlardan oluştu. Femur boynu t skorları dışında tüm bölgelerde antirezorptif tedavi kullanmayan grup lehine istatistiksel olarak anlamlılık içeren düşük değerler saptandı. Antirezorptif tedavi almayan grupta kırık oluşumunun yüksek olması istatistiksel olarak anlamlı farklılık gösterdi. Antirezorptif tedavi kullanan ve kullanmayanlarda DEXA değerleri ile vertebra dışı kırık oluşumu arasındaki ilişkiyi saptama amacıyla yaptığımız çalışma, antirezorptif tedavi kullanımının kırık oluşumunu önlediğini göstermektedir.Öğe İnmeli hastalarda nöromüsküler elektriksel stimülasyon uygulamasının yürüme hızı ve mesafesine etkisi(2007) Mesci, Nilgün; Özdemir, Ferda; Kabayel, Derya Demirbağ; Tokuç, BurcuAmaç: Bu çalışmada, inmeli hastalarda alt ektremite rehabilitasyonunda nöromüsküler elektriksel stimülasyon (NMES) uygulamasının yürüme hızı ve mesafesi üzerine etkinliği değerlendirildi. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya inme sonrası hemiparezi gelişen 35 olgu dahil edildi. 17 olgu NMES, 18 olgu kontrol grubuna alındı. Tüm olgulara 4 hafta süre ile konvansiyonel rehabilitasyon programı uygulandı. NMES grubundaki hastalara bu tedaviye ek olarak, hemiplejik ayak dorsifleksörlerine NMES tedavisi uygulandı. Klinik değerlendirmeler tedavi öncesi ve sonrasında grup içi ve gruplar arasında karşılaştırıldı. Bulgular: Tedavi öncesi ve tedavi sonrası değerlendirmeler grupların kendi içinde karşılaştırıldığında, hem NMES hem de kontrol grubunda ayak bileği dorsifleksiyon eklem hareket açıklığı (EHA), alt ekstremite Brunnstrom evresi, 20 m yürüme testi, 6 dk yürüme testi ve fonksiyonel ambulasyon seviyesinde (FAS) anlamlı fark saptandı. NMES grubunda Modifiye Ashworth Skalasında (MAS) anlamlı azalma saptanırken, kontrol grubunda fark yoktu. Tedavi ile ortaya çıkan değişiklik düzeyi gruplar arasında karşılaştırıldığında; ayak bileği EHA, alt ekstremite Brunnstrom evresi ve MAS’ın NMES grubunda kontrol grubundan farklı olduğu görüldü. Fakat 20 m yürüme testi, 6 dk yürüme testi ve FAS’taki değişiklik açısından gruplar arasında fark yoktu.Sonuç: İnmeli hastalarda konvansiyonel rehabilitasyon programına ek olarak ayak dorsifleksör kaslarına NMES uygulanmasının yürüme hızı ve mesafesi üzerine etkisinin tek başına konvansiyonel rehabilitasyon uygulamasına üstün olmadığı düşünülmüştür.Öğe Kadınların yaşam tarzı ve egzersiz alışkanlıklarının postmenopozal dönemdeki kemik mineral yoğunluklarına etkisi(2003) Özdemir, Ferda; Demirbağ, Derya; Güldiken, Semra; Türe, MevlütPostmenopozal dönemdeki kemik mineral yoğunluğu (KMY) üzerine kişilerin yaşam tarzı, alışkanlıkları, beslenme şekilleri ve kronik hastalıkları etki etmektedir. Çalışmamızda kişilerin eğitim, meslek, giyim şekli, güneşlenme ve egzersiz alışkanlıklarının KMY'na etkisini değerlendirerek; osteoporoz (OP) riskine katkılarını araştırdık. Çalışmaya, OP polikliniğine başvuran, yaş ortalaması 58,75±8,75 olan toplam 200 postmenopozal kadın alındı. Olguların yaş, menopoz yaşı, menopoz süresi, mesleği, eğitim durumu, güneşlenme süresi, giyim tarzları ve egzersiz alışkanlıkları kaydedildi. KMY ölçümleri Dual Enerji Xray Absorbsiyometri (DEXA) ile yapıldı. Kişilerin eğitim düzeyleri ile femur boyun (r=0.151, p=0.032) ve wards üçgeni (r=0.208, p=0.003) KMY değerleri arasında pozitif korelasyon tespit edildi. Modern ve kapalı giyim tarzları kullananlar arasında femur wards bölgesinden yapılan KMY ölçümlerinde istatistiksel olarak anlamlı fark bulundu (p=0.021). Egzersiz yapanlarda, L3 (p=0.034) ve femur boynu (p=0.009) KMY değerleri, yapmayanlardan daha iyi olarak saptandı. Ayrıca egzersiz yapan grupta egzersiz süresi ile KMY değerleri arasında da pozitif korelasyon mevcuttu. Kadınlarda yaşam tarzı ve bunun belirleyicisi olan eğitim, meslek, giyim ve egzersiz alışkanlıklarının KMY'nu etkilediği sonucuna vardık.Öğe Klinikte ve evde rehabilite edilen hemiplejiklerin Hodkinson Mental Test ve Rivermead Mobilite İndeks Testine göre değerlendirilmesi(2000) Özdemir, Ferda; Aytiş, Emine; Kokino, SiranuşAmaç: Bu çalışma; serebrovasküler olaylara bağlı olarak hemipleji gelişen hastalarda, uygulanan rehabilitasyon tedavisi ile erişilen fonksiyonel bağımsızlık ve kognitif durumu, standart değerlendirme skalaları ile ölçebilmek ve bilinçli tedavi çalışmalarının başarısını tartışabilmek amacı ile yapıldı. Hastalar ve Yöntem: Araştırına Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı Kliniğinde rehabilite edilen 44 hemiplejik hasta ile evlerinde medikal ve egzersiz tedavi programına alınan 44 hemiplejik hasta olmak üzere toplam 88 olguda yapıldı. 8 hafta süren tedavi periyodu öncesi (T.Ö.) ve sonrasında (T.S.) Hodkinson Mental Test ve Rivermead Mobilite İndeks test sonuçları karşılaştırıldı. Bulgular: 1I. gruptaki hastaların Hodkinson Mental Testi (z = 3.823; p = 0.000) ve Rivermead Mobilite indeks (z=5.645; p=0.000) sonuçlarına göre tedavi öncesi ve tedavi sonrası istatistiksel değerlerinin anlamlı olarak gelişim gösterdiği belirlenmiştir. II. gruptaki hastaların Hodkinson Mental Testi (z=3.173; p = 0.001) ve Rivermead Mobilite indeks z=4.782; p=0.000) sonuçlarına göre tedavi öncesi ve tedavi sonrası istatistiksel değerlerinin anlamlı olarak gelişim gösterdiği belirlenmiştir (Şekil II,III, Tablo V). I. Ve II. grup karşılaştırıldığında I. Grupta II. gruba göre istatistiksel olarak daha anlamlı olduğu gözlendi (p<0.005). Sonuç: Bu değerlendirme skalalarının sonuçlarına göre hem I. hem II. grupta fonksiyonel bağımsızlık ve kognitif durumlarında gelişim olduğu, gelişimin I. grupta II. gruba göre istatistiksel olarak daha anlamlı olduğu gözlendi (p<0.005).Öğe Obezite ve fiziksel tıp yöntemleri(2006) Kokino, Siranuş; Özdemir, Ferda; Zateri, CoşkunPatolojik bir hastalık olan obezitenin gelişmiş ülkelerde sıklığı giderek artmaktadır. Obezite genelde enerji sağlayan gıdaların fazla alınışı ve kısmen az harcanmasıyla oluşan bir dengesizliğin sonucudur. Sedanter yaşam tarzı da obezite ve obeziteye bağlı kronik hastalıklarla ilişkilidir. Çocukluk çağı obezitesinin prognozu yetişkin obezitesidir. Bu nedenle, obezite tedavisine en kısa sürede başlanmalıdır. Her durumda obezite kompleks bir sorundur ve etkin tedavisi farklı yaklaşımları içerir. Tedavi süreci, diyabet ve hipertansiyonda olduğu gibi devamlıdır. Kilo kaybının sağlanmasında ve uygun kilonun sürdürülmesinde kişiye özgü diyet ve düzenli egzersizler en etkin yöntemlerdir. Diğer tedavi stratejileri arasında psikolojik destek, ısı uygulamaları, sauna tedavileri, elektrikli akım tedavileri (TENS), lazer, akupunktur ve farmakoterapi faydalı destek tedaviler olarak kabul edilmektedir.Öğe Omuz ağrısının sık görülmeyen bir nedeni: radyasyon pleksopatisi: olgu sunumu(2007) Kabayel, Derya Demirbağ; Özdemir, Ferda; Ünlü, Ercüment; Balcı, Kemal; Bilgili, NilgünBrakial pleksit (BP), omuz ağrısının nadir nedenlerinden biridir. BP tablolarından olan radyasyon pleksiti; supraklavikuler bölge ve göğüs kafesi üst bölümüne radyoterapi uygulaması sonrası görülür. Biz; sağ omuz ağrısı ile gelen, ‘radyasyon pleksiti’ düşündüğümüz bir hastayı sunmayı amaçladık. 48 yaşında bayan hastanın, sağ omuzda ağrı ve güçsüzlük yakınması vardı. Hasta 4 yıl önce meme kanseri tanısı ile opere edilmiş ve sonrasında 5 hafta radyoterapi görmüştü. Hastanın fizik muayenesinde omuz kuşağı kaslarında kas gücü 2/5 olarak saptandı. Ağrısı vizüel analog skalaya (VAS) göre 9 düzeyinde idi. Yapılan elektromiyografik inceleme ve sağ brakiyal pleksus manyetik rezonans görüntüleme tetkiki sonucunda BP düşünülen hastaya metastaz ayırımı için farklı bir merkezde pozitron emisyon tomografi yaptırıldı ve brakial pleksusa metastaz saptanmadı. Medikal tedavi için gabapentin ve amitriptilin verilen hastanın ağrısı VAS 3 düzeyine geriledi. Malignite ve radyoterapi öyküsü olan hastalarda omuz ağrısı durumunda BP tanısı göz önünde bulundurulmalıdır. BP’ye bağlı ağrı tedavisinde gabapentin ve amitriptilin yararlı olabilir.Öğe Osteoporoz hastalarında uygulanan tedavi yöntemlerinin kemik mineral yoğunluğu ve laboratuvar değerlerine etkileri(2003) Özdemir, Ferda; Tükenmez, Özlem; Turan, Nesrin; Kokino, SiranuşÇalışmamızda postmenopozal ve senil osteoporozlu (OP) kadınlarda kemik mineral yoğunluğu (KMY) ile serum kalsiyum (Ca), magnezyum (Mg), fosfor (P), Alkalen fosfataz (ALP), kreatinin, idrar Ca, kreatinin, kreatinin klirensi seviyeleri arasındaki ilişkiyi ve OP tedavisinde kullanılan ilaçların bu parametreler üzerinde oluşturduğu değişiklikleri araştırmayı amaçladık. Çalışma OP polikliniğine başvuran 251 kadın hastada yapıldı. Hastaların demografik özellikleri sorgulandı. Kemik yoğunlukları DEXA ile ölçüldü. Tüm hastalardan serum Ca, Mg, P, ALP, kreatinin, idrar Ca, kreatinin, kreatinin klirensi tetkikleri istendi. Çalışma grubunu oluşturan hastalar kullandıkları tedavilere göre 7 gruba ayrıldı, (Ca, Ca+D vit, Ca+aktif D Vit, Kalsitonin+Ca, Alendronat+Ca, Risedromat+Ca) ve tedavi sürelerinin benzer olmasına dikkat edildi. 1.gruptaki hastalarda fosfor ile femur boynu (r=0.560, p=0.030), idrar kalsiyumu ile wards bölgesindeki KMY arasında (r=0.525, p=0.044), 2.gruptaki hastalarda ALP ile L2 (r=0,652, p=0,04), Ca++ ile L3 bölgesindeki KMY arasında (r=0.672, p=0.033), 4.gruptaki hastalarda ALP ile L2 (r=-0.360, p=0.000), L3 (r=-0.229, p=0.029), idrar Ca ile femur boynu bölgesindeki KMY arasında (r=0.238, p=0.023), G.gruptaki hastalarda Mg ile trokan-ter bölgesindeki KMY arasında (r=0.599, p=0.024), 7.grupta fosfor ile femur boynu (r=0.377, p=0.014), idrar Ca ile L3 bölgesindeki KMY arasında (r=-0.319, p=0.040) ilişki elde edildi. Günümüzde OP tedavisinde kullanılan ilaçların seçimi konusunda kesin kriterler bulunmamaktadır. Tedavi etkinliğini araştıran çalışmalarda da birbiri ile çelişen sonuçlar bildirilmiştir. Bu çalışmada postmenopozal hastalarda kullanılan tedavi yönteminin KMY'na etkili, ancak laboratuvar parametrelerine belirgin bir etkisinin olmadığı sonucuna varıldı.Öğe Postmenopozal osteoporotik kadınlarda aile hikayesinde osteoporoz varlığının Önemi(2006) Özdemir, Ferda; Kabayel, Derya Demirbağ; Türe, MevlütAmaç: Osteoporoz (OP), kemik kütlesinde azalma ve mikro yapısının bozulması sonucu ortaya çıkan ve postmenopozal dönemde yaygın olan sistemik bir kemik hastalığıdır. Etyolojik risk faktörlerinin araştırılması ve gerekli önlemlerin alınması, OP'un ve olumsuz sonuçlarının önlenmesine katkıda bulunabilir. Bu çalışmada, postmenopozal kadınlarda ailede OP öyküsü olması durumunun, Dual Enerji X-ray Absorbsiometri (DEXA) ile belirlenen T skorları üzerine etkisinin araştırılması amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Bu amaçla yaşları 42-84 olan 200 postmenopozal kadın olgu retrospektif olarak incelendi. Tüm olguların demografik özellikleri, menopoza girme yaşları, menopoz süreleri ve ailelerinde OP veya osteoporotik fraktür öyküsü olup olmadığı sorgulandı. Kemik mineral yoğunluğu (KMY) değerlendirmeleri lomber omurga ve femurdan DEXA ile yapıldı. Aile hikayesi pozitif olan grup ile negatif olan grup arasında T skorları karşılaştırıldı. Bulgular: Çalışma bulgularında yaş ve menopoz süresi ile T skorları arasında negatif korelasyon saptandı (p<0,05). Ailesinde OP veya osteoporotik fraktür hikayesi olanlarda aile hikayesi negatif olanlara göre T skorları daha düşük bulundu (p<0,05). Sonuç: Sonuç olarak, postmenopozal kadınlarda ailede OP veya osteoporotik kırık hikayesi olmasının OP ile ilişkili bir risk faktörü olduğu düşünüldü. (Osteoporoz Dünyasından 2006;12:60-3)Öğe Postmenopozal osteoporozda raloksifen ve salmon kalsitonin tedavilerinin serum lipoprotein düzeyleri ve kemik mineral yoğunluğuna etkileri(2004) Kokino, Siranuş; Özdemir, Ferda; Demirbağ, DeryaPostmenopozal osteoporoz (OP) omurga ve kalça eklemlerinde kırık insidansının artmasına yol açabilmektedir. Günümüzde birçok medikasyon postmenopozal OP’nin önlenmesi ve tedavisinde kullanılmaktadır. Çalışmamızda 60 mg/gün raloksifen ve 200 IU nazal kalsitonin tedavilerinin 1 yıllık süreçte kemik mineral yoğunluğu (KMY) ve lipid profili üzerine etkilerini araştırmayı amaçladık. Kalsitonin araştırma grubu 29, raloksifen araştırma grubu 30 hasta içermekteydi. Hastaların tedavi başlangıcında ve 12 aylık tedavi sonunda serum kolesterol, trigliserid düzeyleri değerlendirildi ve lumbar ve femur boynu KMY’leri dual enerji X-ray absorbsiyometri (DEXA) ile ölçüldü.Kalsitonin tedavi grubunda tedavi sonrasında tedavi öncesine göre kolesterol (t=1.208, p=0.237) ve trigliserid (t=0.591, p=0.560) değerlerinde azalma saptanmasına rağmen, bu fark istatistiksel olarak anlamlı değildi. Raloksifen tedavi grubunda ise kolesterol (t=2.582, p=0.015) ve trigliserid (t=3.123, p=0.004) değerlerinde tedavi sonunda istatistiksel olarak anlamlı fark elde edildi. L2-L4 bölgesinin KMY değerinde, her iki grupta da tedavi öncesi ve sonrası değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklar bulundu (kalsitonin grubu; t=-3.498, p=0.002, raloksifen grubu; t=-7.163, p=0.000). Femur boyun bölgesinin KMY değerinde ise kalsitonin grubunda tedavi sonrasında fark anlamlı değilken (t=-0.673, p=0.507), raloksifen grubunda istatistiksel olarak anlamlı fark (t=-4.264, p=0.000) saptandı.Öğe The relationship between type of stroke and complications and rehabilitation outcomes(2006) Özdemir, Ferda; Demirbağ, Derya; Murat, Sadiye; Kokino, SiranuşAmaç: Çeşitli etyolojik nedenli hemiparezisi olan olgular tedavi öncesi ve sonrası incelenerek fonksiyonel geri dönüşüm oranları, motor gelişimleri, oluşan komplikasyonlar ve bunlar üzerinde etkisi olabilecek faktörler araştırıldı. Hastalar ve Yöntemler: Rehabilitasyona alınan 82 hasta (52 erkek; ort. yaş 57.06±15.43; dağılım 8-82 ve 30 kadın; ort. yaş 56.17±14.41; dağılım 18-78) retrospektif olarak değerlendirildi. Olguların yaş, cinsiyet, tutulan taraf, etyolojik neden, mental durum, lisan özelliği, rehabilitasyona başlayana kadar geçen süre, giriş ve taburcu öncesi Brunnstrom değerleri, Ashworth indeksleri, fonksiyonel ambulasyon evreleri (FAE), Barthel indeksleri (Bİ), takip süresince ortaya çıkan komplikasyonlar ve hastanede toplam yatış süreleri kaydedildi. Bulgular: Tüm hastaların hastaneden çıkış öncesi Brunnstrom değerleri, Bİ ve FAE'leri hastaneye yatışlarına göre anlamlı düzeyde farklıydı. Rehabilitasyona başlayana kadar geçen süre ile tedavi sonrası değişim oranı arasında negatif korelasyon vardı. Hastanede yatış süresi ile skorlardaki değişim oranının pozitif korelasyon gösterdiği görüldü. Takip sırasında gelişen enfeksiyonların Bİ ve FAE'deki değişimi olumsuz etkilediği saptandı. Sonuç: Çalışmamızın bulguları hemiparezik olguların fonksiyonel durumlarının rehabilitasyonla olumlu yönde etkilendiğini, bu değişimin etyolojik nedenlerle ilişkisiz olduğunu ve komplikasyonların tedavi sonuçlarını etkilemediğini göstermektedir.