Dahili Tıp Bilimleri Tez Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 588
  • Öğe
    İntrakranyal meningiom ve glial tümörlerde tümör dokusu, serum ve beyin- omurilik sıvısındaki bakır, çinko düzeyleri ile bakır/çinko oranının kontrol grubu ile karşılaştırılması
    (Trakya Üniversitesi, 1999) Bozyiğit, Bülent; Toplamaoğlu, Halil
    Son zamanlarda, birçok araştırmacı bakır, çinko gibi eser elementlerin malign hastalıklardaki biyolojik önemi ve bu elementlerin konsantrasyonlarının malign hastalıkların prognozu , hücre büyüme hızı, anaerob glikoliz ve tümör dokusundaki nükleik asit konsantrasyonu ile ilişkisi üzerinde çalışmışlardır. Tümörlü hastalarda bakır ve çinko'nun serum ve beyin omurilik sıvısı düzeyleri ile ilgili birçok çalışma vardır. Çinko, RNA ve DNA polimeraz gibi birçok enzim için bir kofaktördür. DNA yapısı ve bazların çiftleşmesi (basepairing) için çinko nükleik asitlerle etkileşir. Bu tip etkiler, somatik mutasyonlara yol açar. Çinko'nun yetersiz alımı yara iyileşmesinin gecikmesi, büyüme geriliği, anoreksi, hiposmi ve çeşitli cilt distrofilerine neden olur. Bakır, hematopoez, kemik ve bağ dokusu metabolizması ile ilgilidir. Uzun süreli bakır yetersizliği, anemi, lösemi, ve osteoporoza neden olur. Bakır önemli bir anjiogenik faktördür. Bu çalışma, santral sinir sistemi gliomu ya da meningiomu olan hasta grubunun, serum ve BOS düzeylerine ilave olarak, tümör dokusundaki bakır ve çinko oranlarının da malignite dışı nedenlerle öpere edilen hasta grubunun, söz konusu eser element düzeyleri ile karşılaştırılarak anlamlı bir ilişki yada farklılığı araştırma amacı ile yapılmıştır.
  • Öğe
    Keşan ilçesinde hava kalitesi izleme istasyonunda ölçülen PM10 ve PM2.5 içeriğinin araştırılması
    (Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2022) Özkütükçü, Mesut; Yorulmaz, Faruk
    Hava kirliliği sanayi devrimi ile başlayan ve fosil yakıt tüketiminin artışına paralel olarak artmıştır ve günümüzde küresel ölçekte yaşanan önemli bir çevre ve halk sağlığı sorunu haline gelmiştir. Dünyada her yıl ölümlerin 4,2 milyonu sanayi, trafik ve ısınma gibi dış ortam ve 3,8 milyonu ise ev içinde yemek ve ısınma için yakılan yakıtlardan kaynaklı iç ortam hava kirliliğinin yol açtığı hastalıklara bağlı olarak toplam 8 milyon erken ölüm gerçekleşmektedir. Çalışmamızın amacı Keşan İlçesi Marmara Temiz Hava Merkezi İstasyonunda 1 Haziran 2018-31 Aralık 2019 tarihleri arasında ölçülen PM10 -PM2.5 değerlerinin değişiminin incelenmesi ve PM10 -PM2.5 bileşimindeki elementlerin analiz edilerek ortaya konmasıdır. Ayrıca PM10 -PM2.5 kirliliği ve bileşiminin olası sağlık etkileri araştırılarak, ilgili mercilerle paylaşılacaktır. Keşan İlçesi Marmara Temiz Hava Merkezi İstasyonunda PM10 ve PM2.5 değerleri, ölçüm sırasında bir filtre kâğıdı üzerinde saatlik olarak toplanmaktadır. Araştırmanın evrenini bu istasyonda 1 Haziran 2018-31 Aralık 2019 tarihinde ölçülen PM10 ve PM2.5 değerleriyle aynı zaman aralığında toplanan PM10 ve PM2.5 filtre kâğıtları oluşturmaktadır. Çalışmamızın bağımsız değişkeni PM10-PM2.5’in saatlik konsantrasyon değerlerinden; ortalama (günlük, aylık, kış, yaz, yıllık), aşan saat sayısı, aşan gün sayısı, günlük ortalamayı aşan gün sayısı ayrıca PM10-PM2.5 bileşimindeki elementlerden günlük, yaz, kış ortalamaları elde edilmiştir. PM10 ve PM2.5 bileşimindeki TÜTAGEM laboratuvarında araştırılan 26 element şunlardı: Be, B, Mg, Al, Ca, V, Cr, Mn, Fe, Co, Ni, Cu, Zn, As, Se, Sr, Cd, Pb, Ag, Tl, Na, K, Ba, Sb, Mo ve Si. Çalışmamızda Keşan ilçesinde 2018 yılı için PM10 yıllık ortalaması 55,52 ± 23,59 ?g/m 3 , 2019 yılı için PM10 yıllık ortalaması 50,45±27,29 ?g/m 145 3 bulunmuştur. Bu değerler DSÖ yıllık PM10 sınır değeri olan 20 ?g/m³’ün, AB yıllık PM10 sınır değeri olan 40 ?g/m³’ün, ülkemiz için 2018 yılı için belirlenen PM10 yıllık sınır değeri olan 44 ?g/m³’ün ve yine ülkemiz için 2019 yılı için belirlenen PM10 yıllık sınır değeri olan 40 ?g/m³’ün üstündedir. 2018 yılı için PM2.5 yıllık ortalaması 40,03±25,79 ?g/m 3 , 2019 yılı için PM2.5 yıllık ortalaması 31,64±21,65 ?g/m 3 bulunmuştur. Bu değerler DSÖ yıllık PM2.5 sınır değeri olan 10 ?g/m³’ün, AB yıllık PM2.5 sınır değeri olan 25 ?g/m³’ün üstündedir. Ülkemiz için PM2.5 sınır değerine ilişkin bir mevzuat yoktur. PM10 ve PM2.5 değerleri ortalama, aşan saat sayısı, aşan gün sayısı, günlük ortalamayı aşan gün bakımından kış döneminde yaz dönemine göre anlamlı olarak artmaktadır (p<0,001). Analizi yapılan 26 elementin hepsi PM10 ve PM2.5 bileşiminde bulunmuştur. İncelenen dönemde PM10 bileşimindeki ağırlıklı olan elementler Al (%43), Na (%25,41) , Ca (%10,53), K (%5,56), Ba (%5,53), Zn (%3,84), B (%2,26), Si (%1,29), Mg (%0,86), Fe (%0,66)‘dır. PM2.5 bileşimindeki ağırlıklı olan elementler Al (%47,6), Na (%24,93), Ca (%13,34), K (%5,24), Zn (%4,99), B (%1,62), Si (%1,23), Mg (%0,88), Fe (%0,55)’dır. PM10 ve PM2.5 bileşimindeki elementlerin kış dönemi ortalamalarının yaz dönemi ortalamalarına oranı anlamlı değildir (p>0,05). Sonuç olarak Keşan ilçesinde PM10 ve PM2.5 kaynaklı hava kirliliği vardır. Özellikle kış döneminde daha fazla olan PM10 ve PM2.5 kaynaklı kirliliğin, DSÖ limitlerine düşürülmesi halinde olumsuz etkileri önlenebilecektir.
  • Öğe
    İntörn doktorların duygusal zeka düzeyleri ve ilişkili faktörler
    (Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2021) Günal, Berrin; Dağdeviren, H. Nezih
    Duygusal zeka gün geçtikçe hem iş hem sosyal hayatımızda daha da önem kazanmaktadır. Sağlık çalışanlarının duygusal zeka becerilerinin gelişmiş olması beklenmektedir. Çalışmamızda Trakya Üniversitesi Tıp fakültesi son sınıf öğrencilerinin duygusal zeka düzeylerini belirlemek ve ilişkili faktörleri değerlendirmek amaçlanmıştır. Çalışmanın evrenini Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesinde öğrenim gören 247 son sınıf öğrencisi oluşturmaktadır. Evrenin tamamına ulaşılması hedeflenip %95,1’ine ulaşıldı. Anket tarafımızca hazırlanan sosyodemografik özellikler ile ilgili sorularla birlikte, Yaşam Kalitesi Ölçeği SF-12 (Kısa form-12) Türkçe Uyarlaması, Stresle Başa çıkma Tarzları Ölçeği ve Duygusal Zeka Özelliği Ölçeği Kısa Formu olmak üzere toplam 79 sorudan oluşmaktadır. Öğrencilerin 140’ı (%59,57) kadın, 95’i (%40,43) erkektir. Öğrencilerin Duygusal Zeka Ölçeği toplam puan ortalaması 94,07±14,45 olarak saptanmıştır. Öğrencilerin duygusal zeka duygusallık alt boyut puanı tıp fakültesini ilk sırada tercih eden öğrencilerde daha yüksek bulunarak, tıp fakültesini kendi isteği ile tercih eden öğrencilerin öz kontrol, sosyallik ve toplam ölçek puanı, diğer öğrencilerden düGük bulunarak ve duygusal zeka sosyallik alt boyut puanı lise altı öğrenim durumuna sahip annesi olan öğrencilerde, diğer öğrenim durumuna sahip annesi olan öğrencilerden düşük bulunarak istatiksel olarak anlamlı ilişki saptanmıştır. Duygusal zeka arttıkça daha çok etkili stresle başa çıkma tarzlarının kullanıldığı, etkisiz başa çıkma tarzlarının ise daha az kullanıldığı sonucuna varılmıştır. Çalışmamızdan elde edilen sonuçlar doğrultusunda öğrencilerin duygusal zeka düzeylerini geliştirmek için problem çözme becerilerini içeren, duygusal zeka öğrenme ve geliştirme programlarının eğitim müfredatlarına dahil edilmesi gerekmektedir. Özellikle etkili stresle başa çıkma tarzlarını olumlu yönde geliştirebilmeleri konusunda eğitim, seminerler ve psikososyal destek verilmelidir.
  • Öğe
    Psoriasisli hastalarda interlökin 36 ekspresyonunun değerlendirilmesi
    (Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2021) Yöndem, Haydar; Sarıkaya Solak, Sezgi
    Psoriasis vulgaris ve palmoplantar püstüloz klinik ve patofizyolojik olarak birbirinden ayrılan farklı psoriasis tipleridir. Psoriasis vulgaris, güncel psoriasis tedavilerine genel olarak palmoplantar püstülozdan daha iyi yanıt vermektedir. Palmoplantar püstüloz, hastalarda avuç içi ve ayak tabanında eritemli, skuamlı, püstüler ağrılı lezyonlarla seyrettiği için hastaların günlük aktivitelerini yapmalarında zorluğa sebep olmakta ve hastaların hayat kalitesini olumsuz etkilemektedir. Çalışmamızın amacı psoriasis vulgaris, palmoplantar püstüloz hastaları ile sağlıklı kontrol gruplarında interlökin-36 alfa, interlökin-36 gama ve interlökin-36 reseptör antagonisti gen ekspresyonlarının değerlendirilmesidir. Çalışmaya Trakya Üniversitesi Deri ve Zührevi Hastalıklar Polikliniği’ne başvuran, klinik ve/veya histopatolojik olarak tanı konmuş 15 psoriasis vulgaris, 17 palmoplantar püstüloz hastaları ve 13 sağlıklı kontrol grubu olarak toplamda 45 erişkin gönüllü dahil edildi. Hasta ve sağlıklı gönüllülerin demografik ve klinik özellikleri (yaş, cinsiyet, hastalık tipi ve süresi, hastalığın başlangıç yaşı, vücut kitle indeksi, hastalık şiddet skorları) kaydedildi. Hastaların lezyonlarının en yoğun olduğu alandan ve sağlıklı kontrollerin palmar bölgelerinden deri biyopsileri alındı. Alınan biyopsi örneklerinde ters transkriptaz polimeraz zincir reaksiyonu yöntemi kullanılarak interlökin-36 alfa, interlökin-36 gama ve interlökin-36 reseptör antagonisti gen ekspresyonları düzeyleri ölçüldü. Analizler neticesinde palmoplantar püstülozlu hasta grubunda interlökin-36 alfa gen ekspresyon düzeyi sağlıklı kontrollere göre istatistiki olarak anlamlı derecede yüksek saptandı. Çalışmamızın sonuçları, palmoplantar püstüloz patogenezinde interlökin-36 alfanın önemli bir sitokin olabileceğini göstermektedir ve gelecekte palmoplantar püstülozlu hastalarda yeni tedavi seçenekleri geliştirilmesine katkıda bulunabilir.
  • Öğe
    Üniversite öğrencilerinde egzersizde benlik sunumu ve etkileyen faktörler
    (Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2021) Alparslan, Ömer Okan; Öztora, Serdar
    Bu çalışmanın amacı, üniversite öğrencilerinde egzersizde benlik sunumu düzeylerini incelemek ve egersizde benlik sunumu düzeylerini etkileyen faktörleri tespit etmektir. Çalışmanın örneklemini Trakya Üniversitesinde okuyan 859 öğrenci oluşturmuştur. Veriler 57 sorudan oluşan bir anketle toplanmıştır. Anketin içinde sosyodemografik soruların yanında fiziksel aktivite düzeyini ölçen 7 soruluk bir ölçek ve egzersizde benlik sunumunu ölçen 18 soruluk bir ölçek bulunmaktadır. Çalışmamıza katılanların 516?ini kadın (%58,2), 343?unu erkek (%42,2) öğrenciler oluşturuyordu. Katılımcıların yaş ortalaması 20,81±2,27 yıl olarak saptandı. Erkek katılımcıların beden kitle indeksi ortalaması 24,28 ± 3,38 iken kadın katılımcıların beden kitle indeksi ortalaması 22,02 ± 3,74 olarak tespit edildi. Katılımcıların beden kitle indekslerine göre %66,7? i normal kilolu, %18,7?si fazla kilolu, %9,9?u zayıf, %4,7?sinin obez olduğu görüldü. Çalışmaya katılan öğrencilerin %85?i egzersiz sıklığını arttırmak istemesine rağmen bu öğrenciler fiziksel aktivite düzeylerine göre sınıflandırıldığında %66,2?sinin aktif, %26,1?inin minimal aktif, %8?inin ise inaktif olduğu tespit edildi. Erkek cinsiyette olan ve beden kitle indeksi yüksek olan öğrencilerin hem fiziksel aktivite düzeylerinin hem de egzersizde benlik sunumlarının daha fazla olduğu görüldü. Öğrencilerin fiziksel aktivite düzeyleri, üniversitede bulundukları sınıf, okula ulaşım şekilleri ve yaşadıkları yer ile benlik sunumları arasında istatistiksel bir ilişki saptanmadı. Egzersiz tiplerinin benlik sunumları ile ilişkileri incelendiğinde futbol, yürüyüş, koşu, atletizm, dans, vücut geliştirme, fitness, raketli sporlar, su sporları ile uğraşan öğrencilerin egzersizde benlik sunumlarının uğraşmayanlara göre daha yüksek olduğu görüldü. Çalışmamızdan elde edilen sonuçlar değerlendirildiğinde, üniversite öğrencilerinde egzersizde benlik sunumunun cinsiyet, egzersiz tipi, beden kitle indeksi gibi faktörlerden etkilendiği görülmektedir. Öğrenciler fiziksel aktivite düzeylerini arttırmak istemelerine rağmen fiziksel aktivite düzeyleri yetersiz kalmaktadır. Öğrencileri hareketli ve sağlıklı bir yaşama götürecek bir yol çizilmesi gerekmektedir. Bu yolu çizmek doğru sağlık politikalarına bağlı olduğu gibi 1. Basamak hekimlerinin sorunu ele alış şekilleriyle de ilgilidir. Aile hekimleri genç nüfusu egzersize teşvik etmeye çalışırken benlik sunumunu tetikleyici öğeleri de göz önünde bulundurarak kapsayıcı ve mantıklı bir yol izlemelidir.
  • Öğe
    Edirne il merkezindeki aile hekimlerinin pnömokok ve influenza aşıları hakkındaki bilgi ve tutum ve davranışları
    (Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2021) Adıay, Tuğba; Çaylan, Ayşe
    Çalışmamızda Edirne il merkezindeki aile hekimlerinin influenza ve pnömokok aşılarıyla ilgili bilgi, tutum ve davranışlarını belirlemeyi amaçladık. Çalışmaya 01.07.2020-30.10.2020 tarihleri arasında Edirne il merkezindeki görevli 52 aile hekimi dahil edildi. Çalışma konusunda bilgilendirilmeleri sonrası onamları alındı. Katılımcıların sosyodemografik özellikleri ve influenza ve pnömokok aşıları hakkında bilgi, tutum ve davranışlarını sorgulayan anket formu uygulandı. Veri analizinde SPSS 19.0 istatistik paket programı kullanıldı. İstatistiksel olarak p<0,05 anlamlı olarak kabul edildi. Katılımcıların yaş ortalaması 47,2±5,9 idi. Meslekte geçirdikleri süre ortalaması 22,1±6,0 yıl ve aile hekimi olarak görev yaptığı süre ortalaması 11,4±3,8 yıl olarak hesaplandı. Aile hekimlerinin %48,1’inin her yıl düzenli mevsimsel influenza aşısını yaptırmıştı. Hekimlerin mevsimsel influenzaya karşı en sık aşılanmama nedeni risk grubunda olmadığını düşündüğü içindi. Mevsimsel influenza aşısı yaptırma nedenleri incelendiğinde ise en sık kendisini influenzaya karşı korumak için yaptırdığını belirttiler. Kronik hastalığa sahip hekimlerin influenza aşısı yaptırma oranları daha yüksek bulundu. Aile hekimlerinin %34,6’sı hastalarının tamamına mevsimsel influenza aşısını önerdiğini belirtti. Her yıl influenza aşısı yaptıran hekimlerin sağlık çalışanlarına aşıyı önerme oranı yüksek saptandı. Hekimlerin %67,3’ünün pnömokok aşısı yaptırdığı tespit edildi. Pnömokok aşısı yaptırma oranı kadınlarda daha yüksek bulundu. Mevsimsel influenza aşısı yaptıran hekimlerin pnömokok aşısını da yaptırdığı tespit edildi. Hekimlerin %88,5’i hastalarına pnömokok aşısını önerdiğini belirtti. İnfluenza aşısı ile ilgili 10 bilgi sorusu için doğru cevap ortalaması 6,3, pnömokok aşısı ile ilgili 10 bilgi sorusu için doğru cevap ortalaması 6,1 idi. Son bir yıl içinde eğitim alan hekimlerin influenza ve pnömokok aşısı ile ilgili sorularda bilgi puanı anlamlı derecede yüksek bulundu. Hekimlerinin influenza ve pnömokok aşıları konusunda bilgi eksikliklerinin olduğu sonucuna ulaşıldı. Aile hekimlerine aşılar konusunda eğitimler verilerek bilgi eksikliklerinin giderilmesi ve aşılanma konusunda farkındalığın arttırılması, hekimlerin ve toplumun bağışıklamasında önem arz etmektedir.
  • Öğe
    Koaksiyel teknik ile yapılan transtorasik akciğer biyopsilerinde otolog kan yaması yönteminin etkinliğinin değerlendirilmesi
    (Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2021) Uslu, Burak; Kula, Osman
    Bu çalışmada koaksiyel teknik ile yapılan perkütan transtorasik akciğer biyopsilerinde otolog kan yaması yönteminin etkinliğini değerlendirmeyi amaçladık. Retrospektif olarak gerçekleştirilen çalışmamıza, etik kurul onamı alınmış ve hastanemizde Girişimsel Radyoloji biriminde perkütan koaksiyel teknik ile transtorasik akciğer biyopsisi yapılan 240 hasta çalışmaya dahil edilmiştir. Çalışmaya dahil edilen hastaların sistemimizdeki biyopsi planlama ve takip görüntüleri üzerinden lezyon ve akciğer parankim özellikleri, pnömotoraks ve diğer komplikasyonları değerlendirilmiştir. İstatistiksel analiz sonucunda otolog kan yaması yönteminin koaksiyel teknik ile yapılan transtorasik akciğer biyopsilerinde pnömotoraks oranlarında anlamlı ölçüde düşüş sağladığı bulunmuştur (p<0.001). Plevral tabanlı olmayan lezyonlarda yapılan biyopsilerde pnömotoraks sıklığı daha yüksek bulunmuş olup plevral uzaklık arttıkça pnömotoraks riskinin arttığı sonucuna ulaşılmıştır. Bunun sonucunda plevral tabanlı olan ve olmayan lezyonlarda yapılan biyopsilerde ayrı ayrı değerlendirilen otolog kan yaması yöntemi etkinliğinin plevral tabanlı olmayan lezyonlarda pnömotoraks oranını anlamlı oranda azalttığı bulunmuştur (p=0,003). Pnömotoraks artışı açısından kan yaması yapılan grup ile yapılmayan grubu karşılaştırdığımızda pnömotoraks artışı saptanan olgu oranı kan yaması yapılan grupta anlamlı olarak daha az olduğu sonucuna ulaşılmıştır (p<0.001). Koaksiyel teknik ile yapılan transtorasik akciğer biyopsilerinin tanısal doğruluğu arttırdığı bilinmektedir. Ayrıca tek girişle birden fazla doku parçası elde olunarak histopatolojik çalışmanın yanı sıra son dönemde önemi giderek artan moleküler ve genetik analizler için daha fazla doku parçası örneklenebilmektedir. Sonuç olarak otolog kan yaması yöntemi kullanılarak koaksiyel teknik ile bilgisayarlı tomografi eşliğinde yapılan perkütan transtorasik akciğer biyopsilerinde daha fazla doku materyali elde edilebilirken aynı zamanda en sık komplikasyon olan pnömotoraks riskinin azaltılması da sağlanacağından bu yöntemin kullanımının artacağını düşünmekteyiz.
  • Öğe
    Gestasyonel diyabetli hastalarda plasentanın shear wave elastografi ve superb microvascular imaging yöntemleri ile değerlendirilmesi
    (Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2021) Çelik, Ahmet Onur; Ustabaşıoğlu, Fethi Emre
    Gestasyonel diabetes mellitus, gebelik anında veya öncesinde başlayan bir hastalık olup dünyada prevalansı, ortalama gebelik yaşının artması ve obezitenin yaygınlaşması ile birlikte artmaktadır. Bu hastalarda plasentada çeşitli mikrovasküler değişiklikler mevcut olup çalışmamızda superb microvascular imaging ve shear wave elastografi gibi güncel yöntemlerle gestasyonel diabetes mellitus hastalarında plasental mikrosirkülasyon ve sertlik değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Prospektif çalışmamızda 20 adet gestasyonel diabetes mellitus tanılı hasta ve 20 adet normal glikoz profiline sahip olan 21 ve üzerinde gestasyonel haftada olan toplam 40 gebe hasta çalışmaya dahil edilmiştir. Anterior yerleşimli plasentası bulunan bu olgularda plasentada superb microvascular imaging’le vaskülarite özellikleri ve shear wave elastografi’yle plasenta sertlik dereceleri bağımsız 2 radyolog tarafından incelendi. Vaskülarite ve sertlik değerlerinde iki grup arasında yapılan karşılaştırmada gestasyonel diabetes mellitus grubundaki değerler anlamlı olarak daha yüksek bulunmuştur (p=0.002). Gestasyonel diabetes mellitus tanısı olmasıyla plasenta vaskülarite ve sertlik değerleri arasında anlamlı ve pozitif ilişki olduğu bulunmuştur (p<0.01). Ayrıca VKİ’yle plasenta sertlik değerleri arasında anlamlı ve pozitif korelasyon saptanmıştır (p<0.01). Gestasyonel diabetes mellitus varlığını öngörmede superb microvascular imaging yöntemi için duyarlılık ve özgüllük değerleri % 75 ve % 70 olarak, shear wave elastografi yöntemi için % 80 ve % 85 olarak saptanmıştır. Çalışmamız, literatüre bakıldığında gestasyonel diabetes mellitus olgularında plasentanın superb microvascular imaging’le değerlendirildiği ilk çalışma olarak karşımıza çıkmaktadır. Radyasyon maruziyeti olmaması, tekrarlanabilirliği, hasta başı uygulama kolaylığıyla ultrasonografi, obstetride yadsınamaz bir yere sahip olmakla birlikte konvansiyonel ultrasonografi incelemelerinin yanısıra superb microvascular imaging ve shear wave elastografi gibi yöntemlerin günlük pratikte ve çalışmalarda daha fazla kullanılmasıyla ultrasonografinin tanısal etkinliğinin artacağına ve hasta yönetimine klinik faydalar sağlanacağına inanıyoruz.
  • Öğe
    Pankreas adenokanserli olgularda pankreas aşikar diffüzyon kasay ısı değerleri ile XRCC1 ve XRCC2 gen polimorfizmlerinin karşılaştırılması
    (Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2021) Göktaş, Muhammet; Karabulut, Derya
    Çalışmamızın amacı pankreatik adenokanserlerin diffüzyon ağırlıklı MR görüntülemelerinde aşikar diffüzyon katsayısı değerleri, lezyonların özellikleri ve XRCC1 polimorfizminin prognoza etkilerini değerlendirmektedir. Ocak 2019-2021 arasında Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji biriminde batın manyetik rezonans görüntüleme ile tetkik edilen ve histopatolojik olarak pankreas adenokanseri tanısı alan 48 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların 1.5 Tesla manyetik rezonans görüntülerinden iş istasyonunda kantitatif aşikar diffüzyon katsayı değerleri hesaplandı. Labaratuvar için ayrılan kanlardan Trakya Üniversitesi Biyofizik biriminde XRCC1 gen polimorfizmi çalışıldı. XRCC2 polimorfizmi restriksiyon enziminin yeterli DNA kesimi sağlayamaması nedeniyle çalışılamadı. Pankreas adenokanserli olgularda tümoral boyut, nekroz, lokalizasyon, görsel difüzyon kısıtlanması, vasküler invazyon, bölgesel lenfadenopati, metastaz özellikleri değerlendirildi. Olguların CA19-9 değerleri, tedavi öyküleri (cerrahi, kemoterapi) ve tanıdan itibaren hayatta kalma süreleri hastane otomasyon sisteminden kayıt altına alındı. Pankreas adenokanserli olgularda tanı anından itibaren 4,6 aydan az yaşayan olgularda aşikar diffüzyon katsayı değerleri anlamlı derecede düşük bulunmuştur. CA19-9 düzeyi yüksek olgularda daha fazla nekroz ve metastaz saptanmıştır. Cerrahi tedavi uygulanan olgularda en yüksek sağkalım süresi izlenmiştir. XRCC1 Arg399Gln GG genotipi izlenen olgularda tanı yaşı daha yüksek tespit edilmiştir. XRCC1 Arg399Gln polimorfizminin surviye etkisi saptanamamıştır. Aşikar diffüzyon katsayısı maksimum ve mean değerlerinin prognozu öngörmede etkisi gösterilememiştir, ADC değerleri ile XRCC1 Arg399Gln polimorfizmleri arası ilişki saptanmamıştır. Çalışmamız pankreas duktal adenokanserli olgularda diffüzyon ağırlıklı görüntüleme verileri ile XRCC1 Arg399Gln polimorfizm ilişkisini araştıran literatürdeki bildiğimiz ilk çalışma olup, çalışmamızın ileride yapılacak çalışmalara öncü olacağı düşüncesindeyiz. Pankreas adenokanser tanısında aşikar diffüzyon katsayı minimum değerlerinin lezyonların tanısı ve prognozu öngörmede faydalıdır. CA19-9 değerleri pankreas adenokanseri tanısında önemini korumaktadır. Büyük hasta gruplarında yapılacak çalışmalara ihtiyaç vardır.
  • Öğe
    Menenjiom olgularında konvansiyonel MR ve fraktal analiz bulgularının histopatolojik grade ile ilişkisi
    (Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2021) Hereklioğlu, Savaş; Solak, Serdar
    In this study, we aimed to evaluate the diagnostic value of Fractal analysis with conventional magnetic resonance imaging findings for predicting meningioma grade. An ethics committee approval was obtained for our retrospective study and 90 patients diagnosed with meningioma in our hospital who had preoperative images meeting the appropriate criteria were included. Images were evaluated for conventional finding. Tumor segmentation is performed and then Fractal dimension and lacunarity values are calculated. Among the morphological features, tumor-brain interface, borders, enhancement, necrosis, volume and peritumoral edema findings showed statistically significant difference between patients with typical and atypical meningioma (p<0.05). No other conventional parameters showed any significance. Fractal analysis for outline images of T1 and T2-weighted images and lacunarity values from T1 weighted axial and coronal sequences found to be statistically significant between the two groups (p <0.05). Model 1 (Conventional Findings), Model 2 (Fractal Analysis) and Model 3 (Conventional and Fractal findings together), were created in order to evaluate the diagnostic performance with logistic regression analysis. Model 3 showed the highest diagnostic accuracy rate (88.8%) among the models. In addition to conventional magnetic resonance imaging findings, Fractal analysis values obtained from both T1 and T2-weighed images were found to contribute to the differentiation between typical and atypical meningioma. We think that fractal analysis may become effective marker in the prediction of meningioma grade and contribute to clinical management in the near future.
  • Öğe
    Acil serviste tanı alan akut pankreatit hastalarında serum calcipressin-1 düzeyinin araştırılması
    (Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2021) Savaş, Emrah; Sayhan, Mustafa Burak
    Akut pankreatit, pankreas sindirim enzimlerinin herhangi bir faktörle inaktif halden aktif hale geçerek pankreas ve çevre dokuları inflame ederek yaygın inflamasyon oluşturduğu, karın ağrısı ve kanda pankreas enzim seviyelerinin yüksekliği ile seyreden, tanısı pankreatik enzim yüksekliği ve radyolojik bulgular ile konulan, lokal ve sistemik komplikasyonlara neden olabilen, mortalitesi ve morbiditesi yüksek olan bir pankreas hastalığıdır Calsipressin-1 (RCAN-1) düşük miktarda olan oksidatif strese karşı geçici olarak apopitozunu engellemektedir. Calsipressinin kardiyak hipertrofi ve aterosklerotik hastalıklar, Down sendromu ve alzheimer hastalığı gibi hastalıklarda önemli rolü olduğu gösterilmiş fakat pankreas üzerindeki spesifik rolü yeterince çalışılmamıştır. Çalışmamızda calcipressin-1 düzeylerinin AP hastalarında hem tanı hem de mortalite açısından kullanılabilirliğini araştırmak amaçlandı. Çalışmamız acil servise başvuran akut pankreatit tanısı alan 74 hasta ile acil serviste ciddi müdahale gerektirmeyen tanılar alan 74 adet kontrol grubu ile gerçekleştirildi. Çalışmamıza katılan 148 kişinin ortalama yaşı 53,3±16,6 yıl, %53,3’ü erkek iken %46,7’si kadındı. RCAN1 düzeylerinin ortalama değeri; hasta grubunda 1002,4±353,1 pg/ml, kontrol grubunda 421,9±81,1 pg/ml olarak bulundu. Akut pankreatit tanılı hastalarda, sağlıklı bireylere göre anlamlı olarak Calcipressin-1 düzeyleri çok daha yüksek tespit edildi. Akut pankreatit tanılı hastaların yaşı, cinsiyeti, kronik hastalık sayıları, etiyolojik nedenleri, vital bulguları, amilaz değerleri, tüm laboratuvar değerleri, Ranson ve BISAP skorlarının ile RCAN1 düzeyleri arasında anlamlı doğrusal ilişki bulunmadı. Lipaz değerleri ile RCAN1 değerleri arasında ise çok zayıf, pozitif yönlü, doğrusal bir ilişki tespit edildi. Hastaların mortalite riskini etkileyen faktörlerin belirlenmesi amacıyla basit lojistik regresyon analizi yapıldı. Oluşturduğumuz modelin AUC değeri 0.988, sensivitesi %100, spesifitesi %91 olup Sistolik Kan Basıncı, nabız, CRP ve Total Bilirubin parametrelerinde oluşmaktadır. Sonuç olarak calsipressin-1 plazma düzeyinin akut pankreatit tanısında yardımcı olduğu görüldü. Fakat mortalite ve akut pankreatit şiddetini değerlendirme açısından yeterli olmadığı bulundu. Daha çok sayıda kişi ile yapılacak daha geniş çalışmalarla mortalite ve akut pankreatit şiddetiyle ilgili daha net bilgiler elde edileceğini ve oluşturulan mortalite tahmin modelinin acil servis kullanımı için daha pratik olduğunu düşünmekteyiz.
  • Öğe
    Trakya Üniversitesi 1. sınıf öğrencilerinin sigara kullanımı, bağımlılık düzeyleri ve etki eden faktörler
    (Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2021) Bardakcı, Mert; Öztora, Serdar
    Bu çalışma ile sigara/tütün kullanan Trakya Üniversitesi birinci sınıf öğrencilerinin, sigaraya olan fiziksel ve psikolojik bağımlılık çeşitleri, etki eden faktörler ve aralarındaki ilişkilerin incelenmesi sonucunda sigara içme nedenlerinin daha iyi anlaşılması ve sigarayı bıraktırmak için uygun adımların tespit edilmesi amaçlanmıştır. Çalışmamız 2020-2021 eğitim öğretim yılında Trakya Üniversitesi birinci sınıfta öğrenim gören öğrencilerde gerçekleştirilmiştir. Sigara/tütün kullanmakta olan 380 kişinin veri formu örnekleme dâhil edilmiştir. Veriler 62 sorudan oluşan bir anket ile toplanmıştır. Anketin içinde sosyodemografik özellikler ve sigara içimi ile ilgili soruların yanında, 6 sorudan oluşan Fagerstrom Nikotin Bağımlılık Testi ve 25 sorudan oluşan Sigaranın Psikolojik Bağımlılığını Değerlendirme Ölçeği bulunmaktadır. Çalışmamız yaşları 18-52 arasında değişen, 185‘i erkek (%48,7), 195‘i kadın (%61,3) öğrencilerden oluşuyordu. Katılımcıların 94‘ü (%24,7) sağlık ile ilişkili, 286‘sı (%75,3) sağlık ile ilişkili olmayan fakültelerde okuyordu. Katılımcıların 364‘ünün (%95,8) sigara kullandığı, 16‘sının (%4,2) ise sigara dışı tütün ürünleri kullandığı görüldü. Katılımcıların 137‘sinin (%36,1) girişimde bulunmadığını, 243‘ünün (%63,9) girişimde bulunduğunu ifade ettikleri görüldü. Katılımcılar Fageström Nikotin Bağımlılık Testi puanlarına göre sınıflandırıldığında; en kalabalık kategori 210 kişi ile (%55,3) çok az bağımlılar iken, en az sayıdaki kategorinin ise 15 kişi ile (%3,9) çok yüksek bağımlılardan oluştuğu görüldü. Sigaranın Psikolojik Bağımlılığını Değerlendirme Ölçeği puanlarına göre ise; 118 kişinin (%31,1) hafif bağımlılık, 75 190 kişinin (%50) orta bağımlılık, 72 kişinin (%18,9) ise şiddetli bağımlılık kategorisinde sınıflandığı görüldü. Katılımcılar tarafından hangi tütün ürününün kullanıldığının, ailede sigara kullanan birey olup olmamasının, yaşadıkları yer ve kim ile yaşadıklarının, sigara bırakma girişiminde bulunup bulunmamanın, sigara bırakma girişiminde sağlık kuruluşuna başvurup başvurmamanın; hem fiziksel hem psikolojik bağımlılık için istatistiksel olarak anlamlı fark oluşturduğu görülmüştür. Çalışmamızda fiziksel bağımlılık ile psikolojik bağımlılık arasında istatistiksel olarak anlamlı, doğrusal, aynı yönlü ve orta düzeyde bir ilişki olduğu tespit edilmiştir. Sigara bağımlılığına etki eden faktörlerin daha iyi anlaşılması ve kişiye özgü tedavi seçiminin yapılabilmesi için; fiziksel ve psikolojik bağımlılığın ayrımının yapılmasının önemi ortaya çıkmıştır.
  • Öğe
    Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi araştırma görevlilerinin osteoporoz hakkındaki bilgi düzeylerinin değerlendirilmesi
    (Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2021) Başar, Hatice; Dağdeviren, H. Nezih
    Osteoporoz, kemik kütlesinde azalma, kemiğin mikromimari yapısında bozulma ile karakterize kemik kırılganlığı ve kırık riskini arttıran sistemik bir kemik hastalığı durumudur. Çalışmada, Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi araştırma görevlilerinin osteoporoz hakkındaki bilgi düzeylerini değerlendirmeyi amaçladık. Çalışma 248 katılımcı ile yapıldı. Katılımcılara sosyodemografik özellikler ve bilgi sorularından oluşan anket formu uygulandı. Kategorik değişkenler arasındaki ilişkiler Ki Kare testi ile incelendi. Araştırmadaki değişkenler; İki Örneklem T testi, Mann-Whitney U, Kruskal Wallis H testi, Spearman korelasyon analizi ile incelendi ve p <0,05 anlamlı olarak kabul edildi. Katılımcıların FRAX skorunu duymuş olma durumları ile bölümleri arasında anlamlı ilişki saptadık (p=0,042). Katılımcıların FRAX skoru duyma durumları ile cinsiyet, aile osteoporoz öyküsü, hasta bakma durumları ve asistanlık yılları arasında ilişki saptamadık. Katılımcıların bilgi sorularına verdikleri toplam doğru cevap sayısının ortalaması 24,62± 6,02 olarak bulundu. Katılımcıların verdikleri doğru cevap sayısı ile çalışma bölümleri arasında anlamlı ilişki saptadık (p=0,009). Verdikleri doğru cevap sayısı ile FRAX skorunu duymuş olma durumları arasında da anlamlı ilişki saptadık (p<0,001). Katılımcıların verdikleri doğru cevap sayısı ile cinsiyetleri, aile osteoporoz öyküleri, hasta bakma durumları, asistan kıdem yılları arasında ilişki saptamadık. Osteoporoz kırıklar oluşana kadar sessiz bir şekilde ilerler. Artan tedavi maliyetlerinin etkisi ile osteoporozun tedavisinden çok önlenmesi yönündeki çalışmalar ağırlık kazanmıştır. Osteoporozun önlenmesi için risk faktörlerinin bilinmesi ve kontrol altına alınması önemlidir.
  • Öğe
    Tip 2 diyabetes mellitus hastalarında kilo kontrolü ve etkileyen faktörler
    (Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2021) Akın, Fatih İlşad; Dağdeviren, H. Nezih
    Günümüzde giderek yaygınlaşan tip 2 diyabetes mellitus hastalarının %90’ına yakını fazla kilolu ya da obezdir. Yaşam tarzı değişiklikleri birinci basamak hekimliğinde diyabetin regülasyonunda önemli rol oynamaktadır. Birçok parametreden etkilenen kilo kontrolü ise diyabetin regüle olması için obez olan tip 2 diyabetes mellitus hastalarında mutlak yapılması gereken yaşam tarzı değişikliğidir. Bu çalışmada Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Obezite ve Diyabet Polikliniği’ne başvuran tip 2 diyabetes mellitusu olan hastalarda kilo kontrolünün özellikle benlik saygısı, beden algısı, duygusal yeme, sosyodemografik veriler, beslenme alışkanlıkları gibi faktörlerden nasıl etkilendiği araştırılması amaçlanmıştır. Çalışmaya Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Obezite ve Diyabet Polikliniği’ne başvuran en az 1 yıldır tip 2 diyabetes mellitusu olan 233 kişi çalışmaya alınmıştır. Veriler tarafımızca hazırlanan sorularla birlikte, beden algısı soruları, Rosenberg Benlik Saygısı Ölçeği, Duygusal Yeme Ölçeği ve antropometrik ölçümlerden oluşan 105 soruluk anket yardımıyla toplandı. Elde edilen verilerin istatistiksel analizi SPSS 19 paket istatistik programı kullanılarak yapılmıştır. Verilerimizin analizinde tanımlayıcı istatistikler ile birlikte nonparametrik testler olan, Kruskall Wallis, Mann Whitney-U, Ki kare testi kullanıldı. İstatistiksel anlamlılık düzeyi p<0,05 olarak alınmıştır. Çalışmamıza 116’sı (%49,79) erkek 117’si (%50,21) kadın olmak üzere toplam 233 tip 2 diyabet hastası katılmıştır. Duygusal Yeme Ölçeği toplam puan ortalaması 9,75±4,37, Rosenberg Benlik Saygısı Ölçeği puan ortalaması 1,86±1,12 olarak saptanmıştır. Hastaların beden kitle indeksi durumlarını doğru algılamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklık saptanmıştır (p<0,001). Katılımcıların 88’i (%37,7) doğru beden ağırlığı algısına sahipti. Dış görünüm memnuniyeti ile beden kitle indeksi arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki saptanmıştır (p<0,001). Rosenberg Benlik Saygısı ile dış görünümünden memnun olma arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki saptanmıştır (p=0,037). Hastaların beden kitle indeksleri ile cinsiyetleri ve çalışma durumları arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki saptanmıştır (p<0,001, p=0,018). Katılımcıların cinsiyetleri ile duygusal yeme suçluluk duyma alt ölçeği arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki saptanmıştır. Kadınların, erkeklerden daha yüksek suçluluk duyma puanı aldığı saptanmıştır. Birinci basamakta yaşam tarzı değişikliklerinden kilo kontrolünün, tip 2 diyabet hastalarında etkin sağlanması önemlidir. Kilo kontrolünü etkileyen beslenme ve öğün alışkanlıkları, beden algısı, benlik saygısı, duygusal yeme gibi faktörlerin düzenlenerek hastaya uygun davranışsal müdahale planları geliştirilebilir.
  • Öğe
    Edirne il merkezinde 20-40 yaş arası kadınların meme kanseri risk ve farkındalıklarının değerlendirilmesi
    (Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2021) Tamin, Furkan; Öztora, Serdar
    Çalışmamızın amacı Edirne il merkezindeki aile sağlığı merkezlerine kayıtlı 20-40 yaş arası kadınların meme kanseri risk düzeyini belirlemek, meme kanseri ve tarama yöntemleri hakkında bilgi düzeylerini, tutum ve davranışlarını değerlendirmek, farkındalık oluşturmaktır. Çalışmanın örneklemini Edirne’deki aile sağlığı merkezlerine kayıtlı 20-40 yaş arası 167 kadın oluşturmaktadır. Veriler 38 sorudan oluşan bir anketle toplanmıştır. Anketin içinde 6 sorudan oluşan meme kanseri değerlendirme formu uygulanmıştır. Çalışmamıza katılan kadınların yaş ortalaması 30,48±5,47 idi. Katılımcıların %64,7’si evli, %54,5’i üniversite mezunuydu. Katılımcıların %9,8’inde ailesel meme kanseri öyküsü, %1,2’sinde kişisel meme kanseri öyküsü vardı. %47,3’ünün hiç çocuğu yoktu. %9,6’sının menstruasyon başlama yaşı 11 ve altı, %35,9’u şişmandı. Katılımcıların %96,4’ü düşük risk grubundaydı. Kadınların ortalama risk puanı 116,65±49,90 (düşük risk) idi. Katılımcıların %56,3’ü kendi kendine meme muayenesi yapıyordu. Kendi kendine meme muayenesi yapmayanların büyük bir kısmı bilmediği için yapmadığını belirtti. Kendi kendine meme muayenesi yaparken bir değişiklik fark ettiklerinde %53,9’u genel cerrahi uzmanına başvuracağını belirtti. Katılımcıların %34,1’i klinik meme muayenesi yaptırmıştı ve %72,0’si genel cerrahi uzmanına yaptırmıştı. Klinik meme muayenesi yaptırmayanların %87’3’ü şikayeti olmadığı için yaptırmamıştı. %67,7’sinin mamografi hakkında bilgisi vardı. Çalışmamızda 30-39 yaş grubundakilerin, evlilerin, çocuk sahibi olanların, ailesinde meme kanseri öyküsü olanların, geçirilmiş meme rahatsızlığı olanların, orta-yüksek risk düzeyinde olanların ve mamografi hakkında bilgi sahibi olanların kendi kendine meme muayenesi yapma oranları anlamlı yüksekti. 30-39 yaş grubunda olanların, evlilerin, eğitim durumu lise ve altı olanların, çocuk sahibi olanların, geçirilmiş meme rahatsızlığı olanların ve kendi kendine meme muayenesi yapanların klinik meme muayenesi yaptırma oranları anlamlı yüksekti. Katılımcıların meme kanseri ve tarama yöntemleri ile ilgili bilgi sorularına verdikleri ortalama doğru yanıt sayısı 13,24±3,58’di. Geçirilmiş meme rahatsızlığı olanların, meme kanseri konusunda eğitim almış olanların, kendi kendine meme muayenesini bilenlerin ve mamografi hakkında bilgi sahibi olanların, kendi kendine meme muayenesi ve klinik meme muayenesi uygulamalarını kullananların ortalama doğru yanıt sayıları anlamlı yüksekti. Çalışmamızdan elde edilen sonuçlar değerlendirildiğinde, kadınların meme kanseri alarm bulguları ve tarama yöntemleri hakkında yeterli bilgiye sahip olmadıkları, tarama yöntemlerini uygulamada yetersiz oldukları görülmüştür. Hastalarla ilk temas noktası olan aile hekimleri başta olmak üzere kadınlara düzenli ve belli aralıklarla eğitimler verilmeli, farkındalıkları arttırılmalı ve bilgilerinin kalıcı olması sağlanarak tarama yöntemlerini kullanmaları için teşvik edilmelidir.
  • Öğe
    Hemodiyaliz hastalarında fragmente QRS ile ventriküler aritmiler arasındaki ilişki
    (Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2021) Kardaş, Fatih; Taylan, Gökay
    Fragmente QRS, 12 derivasyonlu EKG’ de görülebilen bir depolarizasyon kusurudur. Daha önce yapılan çeşitli klinik çalışmalarda fQRS' in morbidite ve mortaliteyi öngördürücü olduğu ortaya konulmuştur. Çalışmamız hemodiyaliz hastalarında, fQRS ile ventriküler aritmiler arasındaki ilişkiyi araştıran ilk çalışmadır. Hemodiyaliz hastalarında kardiyak aritmiler sıklıkla görülmektedir. Ventriküler aritmiler, hemodiyaliz hastalarında hayat kalitesini olumsuz etkileyebilmekte hatta ani kardiyak ölüme neden olabilmektedir. Bu araştırmada fQRS izlenen 22 hemodiyaliz hastası ile fQRS izlenmeyen 72 hemodiyaliz hastası karşılaştırıldı. İki grubun demografik verileri, biyokimyasal değerleri, EKG parametreleri, EKO verileri ve EKG-holter sonuçları karşılaştırıldı. Çalışmanın sonucunda her iki grubun demografik verileri, biyokimyasal değerleri ve ekokardiyografik verileri genel hatlarıyla birbirine yakındı. FQRS(+) grupta EKG parametrelerinden QTc, QTcd ve TDR sürelerinin uzadığı, istatistiksel olarak anlamlı olduğu görülmüştür(QTc, p: <0,001; QTcd, p:0,003; TDR, p:0,019). Ayrıca her iki grubun EKG- Holter verileri kıyaslandığında, fQRS(+) olan grupta VES sıklığı ve NSVT görülen olgu sayısının arttığı, istatistiksel olarak saptanmıştır ( VES, p: <0,001; NSVT, p:0,01). Saatte >30 adet VES sıklığının, VT ve mortalite gelişimi açısından öngördürücü bulgu olabileceğine yönelik literatür bilgileri mevcuttur. Biz de çalışmamızda bu nedenle >720 adet/24 saat VES sayısını kriter olarak belirledik ve grupların istatistiksel karşılaştırılmasında VES (+) grupta fQRS sıklığının arttığını ve çoklu regresyon analizinde bağımsız risk faktörü olduğunu saptadık. Ayrıca NSVT(+) grupta da fQRS sıklığının arttığını ve çoklu regresyon analizinde bağımsız risk faktörü olduğunu saptadık. Sonuç olarak, fQRS varlığı hemodiyaliz hastalarında ventriküler aritmileri öngörmede kullanılabilir. Böylece çalışmamız; hemodiyaliz hastalarının, kardiyovasküler semptomlar ve kardiyak mortalitenin azaltılmasına yönelik kullanılabilir. Bu alanda daha net ve kesin sonuçlara yaklaşılması ve gösterilmesi için çok merkezli ve randomize kontrollü çalışmaların gerçekleştirilmesi gerekmektedir.
  • Öğe
    Aile hekimlerinin meslek hastalıkları konusunda bilgi ve farkındalık düzeylerinin incelenmesi
    (Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2021) Kartal, Selime; Öztora, Serdar
    Aile Hekimliği uygulamaları, günümüzde birinci basamak sağlık hizmetlerinin temelini oluşturmaktadır. Meslek hastalıkları önlenebilir olması toplum sağlığı düzeyinde önem taşımaktadır. Bu çalışmada Edirne il merkezinde Aile Sağlığı Merkezlerinde görev alan aile hekimlerin, meslek hastalıkları konusunda bilgi ve farkındalık düzeylerini inceleyip meslek hastalıklarına tanı koyma ve hastalarını doğru yönlendirme becerilerini geliştirmenin yollarına katkı sağlamak amaçlanmıştır. Araştırmamıza toplam 53 aile hekimi katılmıştır. Araştırmamızda veri kaynağı olarak aile hekimlerinin meslek hastalıkları konusunda bilgi ve farkındalık düzeylerinin incelemek için tarafımızca hazırlanan anket formu kullanılmıştır. Veriler yüzde, ortanca ve minimummaksimum değerler kullanılarak sunulmuştur. İstatistiksel yöntemler olarak Ki-Kare testleri kullanılmıştır. Tüm analizlerde istatistiksel anlamlılık düzeyi <0,05 kabul edilmiştir. Katılımcılar meslek hastalıkları hakkında sadece %66 eğitim aldıklarını belirtmişlerdir. Mezuniyet sonrası meslek hastalıkları alanında eğitim alan katılımcıların %28,3’ü kendilerini yeterli hissettiği belirtmiştir. Meslek hastalıkları konusunda eğitim almış aile hekimlerinin bilgi ve farkındalık düzeylerinin eğitim almamış aile hekimlerine göre, istatistiksel olarak fark saptanmamış olsa da, sayı olarak anlamlı düzeyde fark saptanmıştır. Aile hekimlerine, meslek hastalıkları konularında alınacak önlemler, erken tanı, tedavi ve ilgili hukuki bilgileri hakkında eğitimlerin verilmesi, meslek hastalıkları alanında daha yetkin olmalarını sağlayıp ülkemizi daha ileri taşıyabilir.
  • Öğe
    Deneysel testis torsiyonunda karaciğer yenilenmesini artırıcı proteinin plazma düzeyinin araştırılması
    (Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2021) Duyar, Eren; Salt, Ömer
    Testis torsiyonu, testisin çevresi etrafında dönerek spermatik kordun kıvrılması sonucu oluşan, acil cerrahi müdahale yapılmazsa yol açacağı geri dönüşü olmayan sonuçlar nedeni ile gerçek bir ürolojik acildir. Tanıda kan testlerinin yeri çok kısıtlıdır. Bu nedenle çalışmamızda karaciğer yenilenmesini arttırıcı proteinin, deneysel testis torsiyonunda tanısal değeri araştırılmıştır. Çalışmada 24 adet 250-300 gr tartıda, 10 haftalık, erkek Sprague-Dawley cinsi sıçan kullanılmıştır. Randomize şekilde dağıtılarak altışar sıçandan oluşan gruplar oluşturulmuştur: 2 saat sham kontrol grubu (grup 1), 2 saat testis torsiyonu grubu (grup 2), 4 saat sham kontrol grubu (grup 3), 4 saat testis torsiyonu grubu (grup 4). Torsiyon süreleri sonunda tüm ratlardan doku ve kan örnekleri alınarak incelenmiştir. 4. saat sonunda eş zamanlı olarak alınan Johnsen tübüler biyopsi skorları için yapılan incelemede torsiyon ve sham grupları arasında anlamlı fark olduğu ve torsiyone sol testislerde Johnsen skorunun daha düşük olduğu görüldü (Grup III - Grup IV: p=0,002). 2 saatlik sham grubundan ve torsiyon grubundan eş zamanlı olarak bakılan kanda ALR düzeyleri arasındaki fark incelendiğinde, istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı (Grup I - Grup II: p=0,061). 4. saat sonunda torsiyon ve sham gruplarından eş zamanlı olarak alınan ALR düzeyleri için yapılan incelemede, iki grup arasındaki farkın anlamlı olduğu ve torsiyon grubunda kanda ALR düzeyi için daha yüksek değerlerin elde edildiği saptandı (Grup III - Grup IV: p=0,006). Bu sonuçlara göre, kan ALR seviyesinin iskeminin 2.saatinde henüz anlamlı olarak yükselmese de, organın kurtarılması için kritik süre olan 4.saatinde ise anlamlı olarak yükselmesi, torsiyonda tanısal değerine ait bir potansiyeli olduğunu göstermektedir. Daha kapsamlı çalışmalara ihtiyaç vardır.
  • Öğe
    Edirne ili 112 acil sağlık hizmetleri istasyonlarında görevli yardımcı sağlık personelinin çocuk istismarına yönelik bilgi tutum ve farkındalıkları
    (Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2021) Işık, Ayşe Nur; Öztora, Serdar
    Çocuk istismarı ve ihmali günümüzde sık rastlanan ve önlenebilir bir toplum sağlığı sorunudur. İstismarın ve ihmalin erken tanısı ve önlenmesi öncelikli hedefler arasındadır. İlk temasın sıklıkla 112 sağlık personeliyle yapılması, çocuklarda erken tanıda oldukça önemlidir. Çalışmamızın amacı çocuk istismarı ve ihmali konusunda 112 sağlık personelinin bilgi, tutum ve davranışını belirlemek ve literatüre bilgi sağlamaktır. Çalışmamız Edirne ilinde görev alan 112 sağlık personeli ile yüzyüze görüşme yöntemiyle yapılan tanımlayıcı bir anket çalışmasıdır. Anketimiz 150 katılımcıyla yapıldı. Ankette katılımcıların sosyodemografik özellikleri, istismar ve ihmal ile ilgili ölçek sorularına yer verildi. Sorular 5 puan üzerinden değerlendirildi. Katılımcıların %62’si kadın; yaş ortalaması 32,02±5,27 yıl; %59,4’ü acil tıp teknisyeni ve %40,6’sı paramedikti. Katılımcıların %73,3’ü evli ve %69’u çocuk sahibiydi. Yine %59’u daha öncesinde çocuk istismarı ilgili eğitim aldıklarını belirtti. Anketin genel ortalama puanı 3,76 ± 0,35 idi. Katılımcılardan erkeklerin istismar ve ihmal konusunda kendilerini kadın çalışanlara göre anlamlı olarak yeterli olarak belirtmelerine rağmen; istismar ve ihmal olgularındaki fiziksel belirtiler ve istismar ve ihmal olgularındaki davranışsal belirtiler ölçeklerinde anlamlı olarak kadınlardan daha düşük ortalama puanlar aldıkları görüldü. İstismar ve ihmal eğitimi daha öncesinde alan katılımcıların anlamlı olarak daha fazla çocuk istismarı ve ihmali bildirdiklerini belirttiler. Çocuk istismarı ve ihmali eğitimi alan kişilerin, evlilerin ve çocuk sahibi olan çalışanların istismar ve ihmal olgularındaki fiziksel belirtiler ve istismar ve ihmal olgularındaki davranışsal belirtiler ölçeklerinde anlamlı yüksek fazla puan ortalamalarına sahip oldukları görüldü. 112’de görevli sağlık çalışanlarının istismar ve ihmalinin fiziksel ve davranışsal belirtilerinde bilgi düzeylerinin yeterli olduğu düşünülse de diğer istismar türlerinde yeterli bilgiye sahip olmadıkları ve bildirim konusunda net bir tutumda olmadıkları görüldü. Belirli zamanlarla yapılacak eğitimlerin bilgi, tutum ve davranışlarda iyi yönlü gelişme sağlayacağını düşünmekteyiz.
  • Öğe
    Akut kolesistit tanısı alan hastalarda plazma YKL-40 düzeyinin araştırılması
    (Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2021) Çeliktürk, Eray; Salt, Ömer
    Akut kolesistit, en sık safra taşı nedeniyle ya da iskemi, bakteriyel enfeksiyonlar, molite bozukluğu vb. sebeplerle safra kesesinin enflamasyonu sonucu oluşan, tanısı; hikaye, fizik muayene, laboratuvar ve radyolojik görüntüleme yöntemleri ile beraber konulabilen, lokal ya da sistemik komplikasyonlara neden olabilen olan bir hastalıktır. YKL-40 bir çok hücre tipinden salgılanabilen, doğal immun yanıtın oluşmasında ve inflamasyonda görev alan bir glikoproteindir. Yapılan çalışmalarda bakteriyel pnömoni, sepsis, septik şok, romatoid artrit, apandisit gibi enflamatuvar hastalıklarda, kardiyak hastalıklarda alzhmeir gibi santral sinir sistemi hastalıklarında YKL-40’ın rolü araştırılmış ancak akut kolesistitle ilgili bir çalışmaya rastlanılmamıştır. Çalışmamızda plazma YKL-40 düzeylerinin akut kolesistit hastalarında tanı ve mortalitenin belirlenmesinde kullanılabilirliğini araştırmak planlandı. Çalışmamız acil servise başvuran akut kolesistit tanısı alan 80 hasta ile acil serviste ciddi müdahale gerektirmeyen tanılar alan 80 adet kontrol grubu ile gerçekleştirildi. Çalışmamıza dahil edilen 160 kişinin %58,8’ü kadın, %41’si erkek iken ortalama yaş 60,5±20,3 saptandı. Hasta grubunda YKL-40 ortanca değeri 804,15±206,9 pg/mL iken kontrol grubunda 383,77±103,1 pg/mL olarak bulundu. Yapılan ROC analizinde (Youden indeksi) kolesistit hastalığını saptamak için kesim noktası (cut-off değeri) 539,6 pg/mL olarak belirlendi. Bu kesim noktasına göre performans ölçüleri; duyarlılık %98,8, seçicilik %95, pozitif kestirim değeri %95,2 ve negatif kestirim değeri de %98,7 olarak bulundu. Akut kolesistit tanısı alan hastalarda kontrol grubuna göre plazma YKL-40 protein düzeyleri anlamlı derecede yüksek bulundu. Akut kolesistit tanılı hastaların yaş, cinsiyet, vital bulguları ile YKL-40 arasında anlamlı ilişki saptanmadı. Laboratuvar değerleri ile YKL-40 arasında; ALT, AST, LDH, GGT ve ALP arasında pozitif yönlü, zayıf doğrusal bir ilişkinin olduğu, diğer parametrelerle arasında ilişkinin olmadığı saptandı. Akut kolesistit hastalarında mortalite ile plazma YKL-40 düzeyleri arasında herhangi bir ilişki bulunmadı. Sonuç olarak akut kolesistit tanısında plazma YKL-40 protein düzeyinin yardımcı olduğu görüldü. Ancak mortaliteyi değerlendirme açısından yeterli olmadığı bulundu. Daha çok sayıda kişi ile yapılacak çalışmalarla akut kolesistit mortalite ve tanısı ilgili daha net bilgiler elde edileceğini düşünüyoruz.