Yazar "Eskiocak, Muzaffer" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 28
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Anaplasmosis Seropositivity in People Exposured to Tick Bite(Aves Yayincilik, Ibrahim Kara, 2010) Kilic, Haluk; Gurcan, Saban; Kunduracilar, Hakan; Eskiocak, MuzafferObjectives: It was aimed to investigate anaplasmosis seropositivity in people exposured to tick bite. Materials and Methods: A total of 116 individuals (89 males, 27 females; mean age 43; range 6 to 88 years) with tick bite history in rural areas of Thrace Region were included in this study. Possible risk factors were evaluated by a questionnaire. Sera obtained from volunteers were preserved in 70 C deep freezer until the study is done. Antibodies against Anaplasma phagocytophilum were investigated by indirect fluorescent antibody (IFA) test in the sera. Results: Antibodies against A. phagocytophilum were positive for 29 individuals (25%). Contact with horse/donkey is defined as a risk factor for anaplasmosis seropositivity. Conclusion: Antibodies against A. phagocytophilum were found at high rates in people exposured to tick bite in rural areas of Thrace Region.Öğe AŞILANMAMA, AŞILATMAMA VE TÜRKİYE’DE “AŞI REDDİ” TARTIŞMASINA KISA BİR KATKI(2018) Eskiocak, MuzafferBilimin ve modern tıbbın toplum sağlığına en önemli katkılarından bağışıklama hizmetleri, neoliberal hegemonyanın bilime, kurumlara ve yaşama yönelik saldırısından etkilenmektedir. Politik istekliliğin zayıfl aması ve sağlıkta dönüşümün bir ürünü olarak aşılanmama sorunlaşırken, buna güven bunalımının yaratılarından aşılanmaya yönelik tereddüt ve red eklenmiştir. Bağışıklama hizmetlerinin etkinliğini zayıfl atıp kızamık salgını endişelerinin dile getirildiği bu ortamda, kızamık hastalığının 2010’dan bu yana ülkemizde gündemde varlığını, epidemiyolojik bağlamıyla endemik oluşunu gözden kaçırmamak önemlidir.Öğe Çocuk felci, Suriye'deki salgın, Türkiye'de durum ve öneriler(2014) Eskiocak, Muzaffer; Ayhan, Serap; Arkant, Ceren1988 yılında DSÖ Genel Kurulu tarafından kabul edilen Polio Eradikasyon Programı 1989 yılında Türkiyede başlatılmış, 1998de son polio olgusu görülmüş, 2002de poliodan arındırılmış ülke sertifikası alınmıştır. Türkiyede son beş yıldaki çocuk felcine karşı üçüncü doz aşılama oranı %96 ve üzeri olarak açıklanmış; Suriyede ise iç savaşın başlamasıyla bağışıklama çalışmaları sekteye uğramış ve üç doz aşılama oranları son beş yılda %83 ve altında seyretmiştir. Sürveyans yetersizliği, Suriyedeki savaş, güvensiz ortam ve bu ortamda çocuklara ulaşmaktaki güçlük salgın endişesini artıran nedenler olmuşlardır. 2013 yılı içinde Suriyede ortaya çıkan 24 olgu ve düşük aşılama oranları sonrası, bölgede virüs yayılımını durdurmak amacıyla 22 milyon çocuğu hedefleyen ek aşılama çalışmaları başlatılmıştır. Ülkemizde ise yıllık polio dışı AFP hızının Mart 2014e dek 2/100.000 üzerine çıkarılması, inceleme için yeterli örnek oranına (%80) ulaşılması istenmiştir. Şırnak, Şanlıurfa, Mardin, Gaziantep, Kilis, Hatay, Adanada mop-up şeklinde, Malatya, Osmaniye, Kahramanmaraş ve Adıyamanda ise kamplardaki Suriyeli 0-59 ay arası çocuklara ulaşılarak aşılama yapılması planlanmıştır. Kamp dışında yaşayan Suriyelilerin ise bulunduğu tüm illerde yaşadıkları yerde ulaşılarak 0-59 aylık çocuklara iki tur aşılama yapılmasına karar verilmiştir.Öğe Dermatofitozlarda etkenlerin ve risk faktörlerinin araştırılması: hastane bazlı bir çalışma(2008) Gürcan, Şaban; Tikveşli, Melek; Eskiocak, Muzaffer; Kılıç, Haluk; Otkun, Ali MetinBu çalışmada, dermatofitozlu hastaların klinik örneklerinden izole edilen dermatofitlerin dağılımı ve dermatofitozlar için risk faktörlerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Ocak-Aralık 2005 tarihlerinde gerçekleştirilen çalışmaya, 301 hastaya (151'i erkek; yaş aralığı 2 ay-80 yıl; medyan yaş: 42 yıl) ait 441 deri, tırnak ve saç/saçlı deri örneği ile 221 kontrol bireye (110'u erkek; yaş aralığı 5-75 yıl; medyan yaş: 36 yıl) ait 884 el ve ayak derisi ile tırnak örnekleri dahil edilmiştir. Tüm örnekler direk mikroskopik (DM) olarak incelenmiş ve kültürleri yapılmıştır. Hastaların 63'ünde hem kültür hem de DM inceleme ile, yedisinde sadece kültür ile, 51'inde ise sadece DM ile olmak üzere toplam 121'inde (%40.2) dermatofit varlığı saptanmıştır. Kültür pozitif 70 hastaya ait 92 örneğin dokuzunda (%9.8) DM incelemede mantar elemanları görülmemiş, buna karşın DM pozitif olan 114 hastaya ait 168 örneğin 85'inde (%50.6) kültürde üreme saptanmamıştır. DM pozitif, kültür negatif olan hastaların %23.5'inin (12/51) daha önceden antifungal tedavi aldığı belirlenmiştir. Kültürlerden en sık izole edilen etken %68.4'lük oran ile Trichophyton rubrum (63/92) olmuş, bunu 17 (%18.4) izolat ile T.mentagrophytes; 3 (%3.3) izolat ile T.violaceum;, ikişer izolat ile T.verrucosum, T.tonsurans ve Epidermophyton floccosum (%2.2); birer (%1.1) izolat ile T.schoenleini, Microsporum canis ve Trichophyton sp. izlemiştir. Kültür pozitifliği olan hasta örneklerinin %45'i ayak derisine aittir. Kontrol grubundaki bireylerde dermatofit varlığı ise %3.2 (7/221) olarak belirlenmiş, bunlardan beşinin (%2.3) ayak derisinden T.rubrum, ikisinin (%0.9) ayak derisinden ise T.mentagrophytes izole edilmiştir. Örneklerin yaklaşık %42'sinin Aralık-Şubat döneminde başvuran hastalara ait olduğu izlenmiştir. Dermatofitozların risk faktörleri kontrollerle karşılaştırmalı olarak incelendiğinde; travmaya maruziyet, evcil hayvanlarla temas, abdest alma ve diabetes mellitus varlığının dermatofitoz riskini etkilemediği; erkek cinsiyetin, aile bireylerinde mantar hastalığı varlığının, belirli mesleklerin (çiftçi, işçi, emekli) ve immün süpresif ilaç kullanımının dermatofitoz riskini artırdığı belirlenmiştir. Dermatofitozlu olgu sayısı 20 yaşından itibaren artmaya başlamış ve 40-59 yaşları arasında en yüksek düzeye ulaşmıştır. Sonuç olarak, çalışmamızda dermatofitozlu hastalardan en sık izole edilen dermatofit türü T.rubrum, en sık rastlanılan klinik form da tinea pedis olarak belirlenmiş ve yüksek morbiditeye sahip yüzeyel mantar enfeksiyonlarında erken tanı ve etkin tedavinin büyük önem taşıdığının bir kez daha vurgulanması gerektiği düşünülmüştür.Öğe Domuz Gribinden Koronavirüs Hastalığına, Türkiye’nin Hazır Olma Durumu ve Yanıtı: Bir Halk Sağlığı Uzmanının Öznel Değerlendirmesi(2020) Eskiocak, MuzafferDünya’da son 10 yılda iki pandemi (Domuz gribi, Yeni koronavirus),ve dünya ölçeğinde birçok halk sağlığı tehdidi yaşandı. Görünen oki, halk sağlığı tehditleri ve pandemiler bundan sonraki yaşamın sıkkarşılaşılan bir durumu olacaktır. Bu yazının amacı, Türkiye’de yaşananson iki pandemi sürecinin bir çalışanı olarak deneyimlerimipaylaşmaktır.Halk sağlığı bilim alanı, mezuniyet sonrası eğitiminde salgın incelemeciözelliği üzerinden tanınan epidemiyoloji eğitimini, yan dal ihtisasınıiçeren yegâne tıp alanıdır. Her iki pandemide ulusal hazırlıkplanları zamanında hazırlanmış ise de, illerin planlarının işlevselliğive zamanındalığında zaaflar gözlenmiştir.Her iki pandemide sürveyans verilerinin halkı bilgilendirmede kullanımdave üretilen bilgiler üzerinden kanıta dayalı politika geliştirmedezaaf-isteksizlik yaşanmıştır. Her iki salgın yönetim sürecindeönlemlerin uygulanmasında kamusal sorumluluğun önemli bir bölümü(Pandemik grip aşısını yaptırma- yaptırmama; evde kalma)bireysel seçime bırakılmıştır.Türkiye her iki pandemiye yanıtta varolan birikim ve deneyimlerindendüşük performans göstermiştir.Öğe Edirne Huzurevi'nde kalan yaşlıların kimi sosyo-demografik özellikleri ve katz indeksine göre günlük yaşam etkinlikleri(2002) Berberoğlu, Ufuk; Gül, Hatice; Eskiocak, Muzaffer; Ekuklu, Galip; Saltık, AhmetAmaçlar: Edirne Huzurevi'nde kalan yaşlıların, kimi sosyo-demografik özelliklerinin saptanması, günlük yaşam etkinliklerinin Katz, İndeksi aracılığı ile değerlendirilmesi ve ilişkilendirilmesi amaçlanmıştır. Yöntem-Gereçler: Araştırma; tanımlayıcı ve kesitseldir. Edirne Huzurevi'nde kalan 101 yaşlıyı kapsamıştır. Hastanede olan, görüşmeyi kabul etmeyen ve işbirliği sağlanamayan toplam 14 kişinin dışında, kalan 87'si ile yüzyüze görüşülmüştür. Yaşlıların günlük yaşam etkinliklerindeki bağımlılık durumları, Katz İndeksi ile değerlendirilerek, ilişkilendirmeler yapılmıştır. Görüşmeler, ön denemesi yapılmış anket formuyla Huzurevi'nde gerçekleştirilmiştir {Mayıs 2001). Bulgular : Edirne Huzurevi'nde kalan yaşlıların % 73,6'sı erkek, % 26.4'ü kadındır. Yarısı temel eğitimden yoksun olup, % 47'si duldur. 3/4'ü kendi isteği ile Huzurevine gelmiştir. Yarıya yakını hiç ziyaret edilmemektedir. En çok kullanılan yardımcı aygıtlar; gözlük ve diş protezidir. % 74.7"sİnde en az bir süreğen (kronik) hastalık vardır ve % 79.1 'i daha önce hastanede yatmıştır. Sık görülen süreğen hastalıklar; hipertansiyon, serebro-vasküler olay ve kalp yetmezliğidir. Erkek ve kadın yaşlıların Katz İndeksi değerlendirmesine göre; alışveriş yapma, yemek hazırlama ve ulaşımda bağımlılıkları ilk sıralarda bulunmaktadır. Sonuç ve Öneriler: Huzurevi yaşlılarının yarısı temel eğitimden yoksun olup, % 47'si duldur. 3/4'ü kendi isteği ile gelmiştir. Yaşlıların % 43.7'si hiç ziyaret edilmemektedir. En çok kullanılan yardımcı aygıtlar; gözlük ve diş protezidir. % 74.7'sİnde en az bir süreğen hastalık vardır ve % 79,1'i daha önce hastanede yatmıştır. Erkek ve kadın yaşlıların Katz indeksi değerlendirmesine göre; alışveriş yapma, yemek hazırlama ve ulaşımda önemli düzeyde sorunları vardır. Bundan dolayı, Huzurevinde temel gereksinimleri karşılayacak, alışverişe elveren bir dükkan varlığı ve araç servisi desteğinin artırılması uygun olacaktır. Yaşlılara verilen hizmetlerde Huzurevleri önemli bir yer tutmaktadır. Aslında temelde toplum içinde bakım hedeflenmelidir. Yaşlıları küçük kümelere ayırmaya olanak sağlayan Huzurevlerinin daha uygun olacağı düşünülmektedir. Bu model, Huzurevlerinde kalabalık yaşamdan kaynaklanan sorunları da en aza indirecektir.Öğe Edirne merkez ilçede prematür ölümler, 2004 ve 2008(2014) Eskiocak, Muzaffer; Tokuç, Burcu; Karakaya, MehmetAmaç: Bu çalışmada; Edirne Merkez ilçe ve bağlı köylerde 2004 ve 2008 yıllarında olan prematür ölüm nedenlerini ve bu ölümlere bağlı oluşan potansiyel yaşam yılı kayıplarını belirlemek amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışma kesitsel bir araştırmadır. Edirne Merkez ilçe ve bağlı köylerde 2004 ve 2008 yılında meydana gelen ölümler mezarlık, hastane, belediye ve adli tabiplik kayıtlarından derlenmiştir. Ölümler zaman, yer, cinsiyet ve nedenlerine yönelik olarak incelenmiştir. Prematür ölümlere bağlı oluşan Potansiyel Yaşam Yılı Kayıpları (PYYK, Years Potential Life Lost) hesaplanmıştır. Bulgular: Edirne Merkez ilçede kaba ölüm hızı 2004 ve 2008 yıllarında sırasıyla binde 5.17 ve binde 5.48 olarak bulunmuştur. 65 yaş altında gerçekleşen ölümler prematür ölüm olarak değerlendirilmiştir. Prematür ölüm oranları 2004 yılında %34.9, 2008 yılında %35.5 olarak tespit edilmiştir. Prematür ölümlerin 2004 yılında %69.9'u, 2008 yılında %65.8'i erkek ölümleridir ve 2004 yılında %14.3'ü, 2008 yılında %8.1'i kırsalda gerçekleşmiştir. Prematür ölümlere bağlı PYYK 2004 yılında 4809 yıl, 2008 yılında 4929 yıldır. Her iki yılda prematür ölüme neden olan ilk beş ölüm nedeni; dolaşım sistemi hastalıkları, kanserler, iyi tanımlayan durumlar, kazalar, solunum sistemi hastalıklarıdır. Sonuç: Edirne Merkez ilçede prematür ölümler tüm ölümlerin yaklaşık üçte birini oluşturmaktadır ve en sık görülen prematür ölüm nedenleri dolaşım sistemi hastalıkları ve kanserlerdir.Öğe Edirne merkezinde 15-49 yaş evli kadınların aile planlaması(2005) Tokuç, Burcu; Eskiocak, Muzaffer; Ekuklu, Galip; Saltık, AhmetAmaçlar: Bu çalışmada Edirne İli Merkez ilçede yaşayan 15-49 yaş kadınların doğurganlık profilinin ortaya çıkarılması ve aile planlaması konusundaki bilgi düzeylerinin, kontraseptif yöntem tercihlerinin ve kullanma oranlarının ve bu yöntemler konusundaki bilgi kaynaklarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Yöntem ve Gereçler: Çalışma , Haziran-Ağustos 2001 tarihleri arasında Edirne Merkez ilçede yapılmıştır. Edirne Merkez İlçe ve bağlı köylerde yaşayan 42.957 15-49 yaş kadın, bu tanımlayıcı, kesitsel araştırmanın evrenini oluşturmuştur. 1998 TNSA verilerine göre AP yöntem kullanma sıklığı %64 olarak alınmış ve 239 kadın örnekleme seçilmiştir. 239 kadına tek bir araştırmacı tarafından yüz yüze görüşme tekniği ile anket uygulanmış ve elde edilen veriler SPSS Ver.8.0 programında değerlendirilmiş, karşılaştırmalarda Ki-Kare testi kullanılmıştır. Bulgular: Araştırmaya katılan kadınların %74.7'si herhangi bir kontraseptif yöntem kullanmaktadır. Bunların %20.9'u RİA, %16.3 kondom, % 8.7'i hap, %7.1'i tüp ligasyonu, %0.8'i enjeksiyon yöntemi kullanmaktadır. Kadınların %20.7'si emzirmeyi gebeliği önleyici bir yöntem olarak kullanmıştır. Geri çekme yöntemi halen evli çiftler arasında en yaygın yöntem olarak kullanılmaktadır. Ayrıca karşılanamayan gereksinim hala çok yüksektir. Edirne'de kadınların %17.7'si başka çocuk sahibi olmak istemediği halde herhangi bir kontraseptif yöntem kullanmamaktadır. Katılımcıların kontraseptif yöntemleri ve yöntemlerin sağlığa olan yarar ve zararlarını öğrendikleri kaynakların başında sağlık çalışanları gelmektedir. Kullanılan yöntemlerin %66.7'si devlet sektöründen, %33.3'ü özel sektör kuruluşlarından sağlanmaktadır. Sonuçlar: Aile planlamasında bugün gelinen noktaya bakıldığında; modern yöntem kullanımında önemli artışlar görülmektedir. Ancak, ülkemizde kadın sağlığına ilişkin göstergelerin hala çok kötü olduğu anımsanarak, bu konular analitik yaklaşımlarla değerlendirilmeli ve yöntem kullanım oranını artırmak, karşılanamayan gereksinimi azaltmak amacıyla yeni yaklaşımlar belirlenmelidir. Kadın sağlığını yakından ilgilendiren aile planlaması konusunda yalnızca pilot projeler olarak başlatılan programların, gereksinimi olan tüm kişileri kapsayacak biçimde yaygınlaştırılması ve sürekli olması sağlanmalıdır.Öğe Edirne'de bir kızamık salgını sırasında hekimlerin ve ailelerin koyduğu kızamık tanılarının duyarlılığı: kızamık sürveyansı için öneriler(2008) Eskiocak, Muzaffer; Ekuklu, Galip; Doğaner, E.; Yılmaz, Neziha; Saltık, AhmetKızamık, 40 yıldır etkili ve güvenli bir aşısı olmasına karşın çocuklarda başta gelen ölüm nedenlerinden biri olmaya devam etmektedir. Dünya Sağlık Örgütü, içinde ülkemizin de olduğu Avrupa bölgesi için 2010 yılında eliminasyon hedeflenmiştir. Tüm ülkelerde kızamık olgularını araştırmak için etkili bir sürveyans sistemi olması gereği vurgulanmış, hastalık tanısının standart olgu tanımı ve giderek laboratuvar doğrulamasına dayanması önemsenmiştir. Ülkemizde standart olgu tanımına dayalı bildirim 2005 yılında başlamıştır. Bu çalışma, 1997 yılında Edirne ilinde ortaya çıkan ve 597 olgunun bildirildiği kızamık salgını sırasında hekimlerin klinik bulgulara göre ve ailelerin görgülerine göre kızamık tanısı koymadaki duyarlılık ve özgüllüğünün saptanması amacıyla planlanmıştır. Soru formunu doldurmak ve kan örneği almak üzere bir hekim ve bir hemşire/ebeden oluşan ekipler oluşturulmuş ve uygulama öncesi eğitim verilmiştir. Otuz Küme örnekleme yöntemiyle 210 çocuktan alınan venöz kan örnekleri, serumları ayrıldıktan sonra kızamığa özgül IgM ve IgG antikorlarının araştırılması amacıyla Refik Saydam Hıfzısıhha Enstitüsü'ne gönderilmiştir. Yalnızca IgG pozitifliği aşılanmaya ya da eskiden geçirilmiş enfeksiyona, IgM pozitifliği ise salgın sırasında hastalanmaya işaret olarak kabul edilmiştir. Çalışmaya alınan çocukların 19'u yeni enfekte (lgM+, IgG-), 101'i bağışık (IgM-, lgG+), 67'si hastalık sonrası iyileşmiş (lgM + , lgG+), 23'ü ise duyarlı (IgM-, IgG-) olarak belirlenmiştir. Tüm grupta kızamık IgM seropozitifliği %40.9 (86/210) olarak bulunmuştur. Hekimler laboratuvar doğrulaması yapılmış 86 olgudan yalnızca 43'üne klinik olarak kızamık tanısı koymuştur. Hekimlerin klinik olarak koyduğu kızamık tanısının duyarlılığı %33, özgüllüğü %89, pozitif prediktif değeri (PPD) %67, negatif prediktif değeri (NPD) %86 olarak hesaplanmıştır. Buna karşın ailelerin koyduğu kızamık tanısının duyarlılığı %8, özgüllüğü %96, PPD %6, NPD %60 olarak belirlenmiştir. Hekimler, ailelere göre hastaları (%33); aileler ise hekimlere göre sağlamları (%96) daha yüksek bir isabetle ayırmışlardır. Sonuç olarak kızamık sürveyans sisteminin başarılı olabilmesi için tüm kuşkulu kızamık olgularının laboratuvar doğrulama çalışmalarının yapılması ve filyasyon çalışmalarının yapılandırılmış olgu inceleme formları aracılığı ile yürütülmesi için gerekli çalışmaları sağlayacak yaygın ve erişilebilir donanımın gerekli olduğu kanısına varılmıştır.Öğe Edirne'de kızamık salgını 1997-epidemiyolojik özellikler(2001) Eskiocak, Muzaffer; Doğaner, Ergun; Otkun, Tatman Müşerref; Saltık, AhmetEdirne'de 1997'nin Mayıs ve Haziran aylarında bir kızamık salgını yaşanmıştır. Bu çalışma, salgının epidemiyolojik özelliklerini tanımlamak amacıyla yapılmıştır. Salgın İpsala İlçesi'nin bir köyünde başlamış ve 0-24 yaşları arasında 597 kişiyi etkilemiştir. Hastalananların %63.17 aşılı olup atak hızı en yüksek aşısız 9-11 aylık bebeklerde saptanmıştır (%o 43.86). Aşı etkinliği 9-11 aylıklarda en yüksek (%86.1), 9 ve 10 yaşlarında en düşüktür (sırasıyla -12.6 ve -32.8). Salgın kontrol önlemi olarak 6 ay-11 yaş grubuna aşı uygulanmış ve 18 gün içinde salgın sona ermiştir. O dönemde tek doz olarak 9 aylıklara uygulanan kızamık aşı programının tüm yaş gruplarında yaşam boyu bağışıklık sağlamadığı, 4 ya da 6 yaşlarında bir rapel gereksiniminin olduğu sonucuna varılmıştır.Öğe Health-care reform in Turkey: far from perfect(Elsevier Science Inc, 2014) Yavuz, Cavit; Eskiocak, Muzaffer[Abstract Not Available]Öğe Immunization Attitudes of Physicians at a University Hospital(Aves, 2020) Han-Yekdes, Didem; Altunok, Aziz; Eskiocak, Muzaffer; Marangoz, BaharObjective: The aim of this study is to evaluate the attitudes of our hospital physicians towards immunization and the presence of hesitation against any vaccine. Methods: This study is a descriptive questionnaire study applied to the physicians of our hospital. The number of physicians is 604 in total, and the number of samples was determined as 151 by multi-stage sampling. The analysis of the data was conducted with descriptive statistics and chi(2) method and p<0.05 level was considered statistically significant. Results: The research group consists of 151 people and the average age is 33.6 +/- 8.8 years. 137 (90.7%) of the participants reported that they supported their relatives and family members about immunization. In the last year, 113 (74.8%) have not been vaccinated. The number of physicians who stated that they were vaccinated in adulthood was found to be 134 (88.7%). 67% of the physicians stated that if there is a risk factor in their daily practice, they question the immunization status. 16 (10.5%) of the physicians were vaccine-hesitant and 2 (12%) of them stated that they were hesitant about vaccines administered within the framework of the Expanded Program on Immunization. Only 39 (26%) of physicians stated that immunization services should take place in all levels. Conclusions: In our country where vaccine hesitation increases, the attitudes of physicians towards immunization and their being hesitant against any vaccine also affects the individuals to whom they provide services. Physicians questioning the immunization status of the patients in their daily practice, providing the necessary service when there is a deficiency in this regard, and giving immunization services at all levels may reduce levels of non-vaccination.Öğe An Intervention Study for Improve Information and Attitudes Family Health Nurses in a Province About Immunization and Vaccine Hesitancy(Aves Yayincilik, Ibrahim Kara, 2022) Yekdes, Didem Han; Marangoz, Bahar; Eskiocak, MuzafferObjective: In our study, it was aimed to provide information training on immunization services, vaccine hesitancy and motivational interview technique to family health staff working in Edirne. Our research is a pre -post type intervention study.Material and Methods: The sample was not selected in the study and 90% of the population was reached (n= 110). In the study, the partici-pants were trained on the issues related to vaccination hesitancy, and the vaccination status of themselves and their relatives after the train-ing, their vaccination hesitancy and change in the unit where they work, their experience of vaccination hesitancy and their knowledge about motivational interviewing, and the change in their readiness in the man-agement of vaccination hesitations cases were evaluated.Results: Of the participants, 92% stated that they had vaccinated in the adult age, 96% of those with children and 70% of those who had el-derly relatives, also vaccinated them. Although the participants did not increase their participation in the vaccination proposal of themselves and their children with the training, the participation in the proposal of vaccination of their elderly relatives increased. Findings that changed significantly with the applied educational intervention; questioning the immunization status, participating in the seasonal flu vaccination recommendation, participating in the recommendation of the physi-cian and family health nurse to follow the vaccination process togeth-er, communication in vaccine refusal, necessity, effectiveness, content and reliability, side effect profile, and feeling ready to explain conspiracy theories increased significantly. Although there was nostatistically signif-icant difference with the training, hesitance from immunity campaigns decreased, while participation in the need for legal regulation increased. Although vaccine hesitancy of the participants did not make a statisti-cally significant difference, it decreased to four out of 12 people after the training (p> 0.05). Of the participants, 45% stated that they encountered vaccine hesitations in the primary health care unit. The most common reason stated in the cases encountered is the side effect profile.Conclusion: With the training intervention, family health workers were informed about vaccination and vaccination hesitations, and it was aimed to increase the capacity of immunization services in primary care. With the training, family health personnel felt significantly more pre-pared to interview vaccine hesitations cases. In-service training should be continued in order to maintain the effectiveness of the intervention and to enable healthcare professionals to manage vaccine refusal or hes-itations more effectively.Öğe Investigation of the agents and risk factors of dermatophytosis: A hospital-based study(Ankara Microbiology Soc, 2008) Gurcan, Saban; Tikvesli, Melek; Eskiocak, Muzaffer; Kilic, Haluk; Otkun, MetinThe aims of this study were the detection of distribution of dermatophyte species isolated from the clinical samples of patients with dermatophytosis and the evaluation of risk factors for the development of dermatophytosis. A total of 441 skin, nail and scalp/hair specimens obtained from 301 patients (151 were male; age range 2 months-80 years, median 42 years) and 884 foot and hand skin and nail specimens obtained from 221 control subjects (110 were male; age range 5-75 years, median 36 years) were included to the study between the period of January to December 2005. All the samples have been evaluated by direct microscopic (DM) examination and by culture. A total of 121 (40.2%) patients yielded positivity for dermatophytes, of them 63 were positive by both DM and culture methods, seven were only culture positive, and 51 were only DM positive. Nine (9.8%) of 92 culture positive samples from 70 patients were found negative in DM, while 85 (50.6%) of 168 DM positive samples from 114 patients were negative in culture. 23.5% (12/51) of DM positive but culture negative patients were given antifungal therapy previously. The most prominent species isolated from the cultures were Trichophyton rubrum with a rate of 68.4% (63/92), followed by T.mentagrophytes (18.4%); T.violaceum (3.3%); T.verrucosum, T.tonsurans and Epidermophyton floccosum (2.2% for each); T.schoenleini, Microsporum canis and Trichophyton sp. (1.1% for each). Of the patient samples whose cultures were positive, 45% were from the foot skin. The presence rate of dermatophytes in controls was found as 3.2% (7/221); T.rubrum was isolated from the foot skin of five and T.mentagrophytes was isolated in toenail of two control subjects. About 42% of the samples belonged to the patients who admitted to hospital between December to February period. The evaluation of the risk factors revealed that presence of trauma, pet contact, ritual cleansing and diabetes mellitus had no effect on the development of dermatophytoses, however the presence of fungal infection in the family, male gender, some professions (being farmer, worker and retired), and the use of immunosupressive drugs have been found to increase the risk of dermatophytosis. The number of cases with dermatophytoses started to increase beginning from the age of 20 and peaked in the ages between 40-59 years old. As a result T.rubrum was determined as the most frequently isolated dermatophyte and tinea pedis was the most frequently observed clinical form in our hospital, emphasizing the importance of early diagnosis and effective treatment in superficial fungal infections which have high morbidity.Öğe Investigation of Tularemia Incidence and Presence of Francisella tularensis in Streams/Mains Water in a Risky Region of Thrace(Aves, 2019) Ugur, Mediha; Gurcan, Saban; Eskiocak, Muzaffer; Karadenizli, AynurObjective: Tularemia was first detected in Thrace region in our country and the outbreaks continued in the region over the following years. The fact that the agent has been identified in mice around Kaynarca in 2012 suggests the disease poses a risk for our region. Aim of this study was to investigate tularemia incidence and presence of Francisella tularensis in streams/mains water in a risky region of Thrace. Methods: In this study, seropositivity for tularemia was investigated in 13 villages, and 1 town in risky areas of the Thrace region. In January 2016, blood was drawn from 746 people and tularemia microagglutination tests were applied. Seropositivity was not detected. In December, 464 of 746 people were reached. Seroconversion was not observed. In addition, culture and polymerase chain reaction (PCR) procedures were applied to specimens collected from mains water and streams in 13 villages and 1 town. Results: The causative agent wasn't isolated from the cultures but F. tularensis DNAs were detected by PCR method in 2 stream, and 3 mains water samples. One of the streams passed through the village of Celaliye, which was very close to Kaynarca, where tularemia cases were seen in the past. The other was farther, passing through the Kavakli town in which no cases has been reported. The mains water which were positive were from Hamzabey, Ceylankoy, and Tatarkoy villages located around Kaynarca. Molecular examination after chlorination was repeated in the water sources in which positivity was detected, and it was seen that the agent was eliminated. Conclusions: In this study, incidence was calculated as zero, although the causative agent was found in the water. Although no seropositivity was detected, the detection of the agent by PCR in 5 water samples showed that the agents in the nature could reach the water resources. It has been observed that surveillance studies in risky areas could be effective in preventing possible outbreaks.Öğe Investigation of tularemia seroprevalence in the rural area of Thrace region in Turkey(Ankara Microbiology Soc, 2007) Kilinc, Guenay Dedeoglu; Guercan, Saban; Eskiocak, Muzaffer; Kilic, Haluk; Kunduracilar, HakanThe first published tularemia epidemic in Turkey had been reported in 1936 from Luleburgaz (located in European part-Thrace region- of Turkey), and the second was in 1945 again in the same province. Following a long period of time without any tularemia report from Thrace region, in 2005 another epidemic occurred in a village of Edirne, another province located in the same region. Since there is presumptive evidence of circulation of the infectious agent, Francisella tularensis in Thrace region of Turkey, a large scale seroepidemiological study is needed. In this study, the presence of antibodies against F.tularensis in 1782 subjects, choosen by thirty cluster method, inhabiting in 90 different villages of Edirne, Kirklareli, and Tekirdag provinces in Thrace Region, were investigated. The subjects were included to the study on the basis of volunteering (74.3% were male; mean age: 46 years; age range: 6-92 years) and demographical characteristics and their possible risky behaviours were recorded in a questionnaire form. Antibodies specific for F.tularensis were screened by microagglutination test, and were found positive in five (0.3%) of the subjects between the titers of 1/20- 1/160. All of the seropositive subjects were adult males (ages between 22-74 years); three were living in the two villages of Kirklareli, while the others were from the villages of Tekirdag and Edirne. Rose Bengal test was also found positive in three of the seropositive subjects, and with the thought of a probable cross reaction they were taken into an advanced investigation for brucellosis. The risk evaluation revealed that male gender, being together with livestock and exposure to ticks were the major risk factors. Since the data of this study indicated that F.tularensis is in circulation in Thrace Region, the educational programmes for both the healthcare workers and inhabitants of this region should be attempted for the prevention of a possible epidemic.Öğe Kene ısırığı öyküsü olan kişilerde anaplazmoz seropozitifliği(2010) Kılıç, Haluk; Gürcan, Şaban; Kunduracılar, Hakan; Eskiocak, MuzafferAmaç: Kene ısırığı öyküsü olan kişilerde anaplazmoz seropozitifliğinin araştırılması amaçlandı. Gereçler ve Yöntemler: Trakya Bölgesi kırsal alanlarında kene ısırığı öyküsü olan 116 kişi (89 erkek, 27 kadın; ort. yaş 43; dağılım 6-88) çalışmaya alındı. Bir anket formu ile risk faktörü olabilecek durumlar sorgulandı. Gönüllülerden alınan serumlar çalışma yapılıncaya kadar –70?C'lik derin dondurucuda saklandı. Serumlarda indirekt floresan antikor (IFA) yöntemi ile Anaplasma phagocytophilum antikorları araştırıldı. Bulgular: A. phagocytophilum antikorları 29 kişide (%25) pozitif bulundu. Anaplazmoz seropozitifliği için at/eşek teması bir risk faktörü olarak belirlendi. Sonuç: Trakya Bölgesi'nin kırsal alanlarında yaşayan, kene ile ısırılmış insanlarda A. phagocytophilum'a karşı gelişen antikorlar yüksek oranlarda saptanmıştır.Öğe The sensitivity of measles diagnosis by physicians and families during an intraepidemic period in edirne: Implications for measles surveillance(Ankara Microbiology Soc, 2008) Eskiocak, Muzaffer; Ekuklu, Galip; Doganer, E.; Yilmaz, Neziha; Saltik, AhmetMeasles is still a leading cause of death among young children, despite the availability of a safe and effective vaccine for the past 40 years. EURO Region of World Health Organisation including Turkey has targeted elimination of measles by the year 2010. It is concluded that there must be a sensitive surveillance system to investigate all suspicious measles cases, and diagnosis should be-based on both standardized case definition and laboratory confirmation. Standardized case definition based notification has started in 2005 in Turkey. This study was carried out to determine the sensitivity and specificity of clinical measles diagnosis by physicians and families during a measles epidemic affecting 597 cases in Edirne province in 1997. Blood samples and data were collected by trained teams consisting of one physician and one nurse. Thirty clusters sampling method was used for sampling and 210 blood samples were taken from the children. The sera were then sent to Refik Saydam Hygiene Institute, Ankara, for the detection of measles specific IgG and IgM antibodies. Positive results for IgM were considered as acute measles during epidemics, and positive results for IgG were considered as acquired immunity due to vaccination or passed infection. Of 210 children, 19 were found to have recent infection (IgM+, IgG-), 101 were found immune (IgM-, IgG+), 67 were found in convalescence phase after infection (IgM+, IgG+), and 23 were found susceptible (IgM-, IgG-) to measles. The overall IgM seropositivity was detected as 40.9% in the study group. Only half of confirmed, cases (43/86) were diagnosed as measles clinically by the physicians. The sensitivity, specificity, positive and negative predictive values (PPV and NPV, respectively) of clinical diagnosis by physicians were estimated as 33%, 89%, 67% and 86%, respectively. Validity measures for measles diagnosis by the families were as follows; 8% sensitivity, 96% specificity, 6% PPV and 60% NPV. It is concluded that, all required measures should be taken for the availability of laboratory confirmation of all suspicious measles cases and field investigation via structured case investigation forms, is necessary for the success of measles surveillance system in our country.Öğe Trakya bölgesinin köylerinde tularemi seroprevalansının araştırılması(2007) Kılınç, Güney Dedeoğlu; Gürcan, Şaban; Eskiocak, Muzaffer; Kılıç, Haluk; Kunduracılar, HakanTürkiye'de bildirilen ilk tularemi epidemisi 1936 yılında Lüleburgaz'da, ikinci epidemi 1945 yılında yine Lüleburgaz'da ortaya çıkmıştır. Daha sonra uzun yıllar Trakya Bölgesi'nden herhangi bir olgu bildirilmemiş, ancak 2005 yılında Edirne'nin bir köyünde bir tularemi salgını daha görülmüştür. Bu veriler etken olan Francisella tularensis'in Trakya bölgesinde bulunduğunu ifade etmekte ve bölgemizde geniş çapta bir seroepidemiyolojik çalışmanın yapılmasını gerekli kılmaktadır. Bu çalışmada, Trakya bölgesinde yer alan Edirne, Kırklareli ve Tekirdağ illerine bağlı köylerden "otuz küme" yöntemiyle belirlenen 90 köyde yaşayan 1782 kişide F.tularensis antikor varlığının araştırılması amaçlanmıştır. Çalışmaya gönüllülük esasına göre dahil edilen bireylerin (%74.3'ü erkek; yaş ortalaması 46 yıl; yaş aralığı: 6-92 yıl) demografik özellikleri ve olası riskli davranışları bir anket formuna kaydedilmiştir. Çalışmamızda, mikroaglütinasyon testi ile araştırılan F.tularensis antikorları, tümü erişkin erkek olan (yaş aralığı: 22-74 yıl) beş kişide (%0.3) 1/20-1/160 arasında değişen titrelerde pozitif bulunmuştur. Seropozitif bireylerin üçünün Kırkiareli'nin iki köyünde yaşadığı, birer olgunun ise Tekirdağ ve Edirne iline bağlı köylerde yaşadıkları izlenmiştir. Tularemi antikorları saptananların üçünde Rose-Bengal testinin de pozitif bulunması, çapraz reaksiyon olasılığını düşündürmüş ve bu kişiler bruselloz yönünden sorgulanmak üzere takibe alınmışlardır. Yapılan değerlendirmede, erkek cinsiyet, hayvancılıkla uğraşma, ve kene ısırığına maruziyet, risk faktörleri olarak belirlenmiştir. Bu çalışma ile Trakya Bölgesi'nde F.tularensis varlığıyla ilgili veriler elde edilmiş olup, bu bölgedeki sağlık personelinin ve halkın eğitimiyle ilgili çalışmaların başlatılmasının, olası salgınların önlenmesinde gerekli olduğu kanısına varılmıştır.Öğe Trakya Üni?versi?tesi? Tıp Fakültesi? Öğrenci?leri?ni?n Di?key Kori?dor Dersleri?ne İli?şki?n Görüşleri?ni?n Değerlendirilmesi(2019) Gayef, Albena; Marangoz, Bahar; Şimşek, Şevval; Kaya, Sümeyye; Atabey, Uğur Şimal; Eskiocak, MuzafferGiriş ve Amaç: Araştırmanın amacı, tıp fakültesi öğrencilerinindikey koridor programı kapsamındaki dersler ile ilgili görüşlerinideğerlendirmek ve değerlendirmeler sonucunda eğitim programınıgeliştirmeye yönelik önerilerde bulunmaktır.Gereç ve Yöntem: Araştırma kesitsel ve tanımlayıcı niteliktedir.Araştırmacılar tarafından geliştirilmiş olan, sosyodemografik özelliklerve öğrencilerin dikey koridor dersleri ile ilgili görüşlerini değerlendirmeyeyönelik sorulardan oluşan anket formu Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesiilk beş yılda öğrenim görmekte olan öğrencilere (n=183) 2018 yılı Martayında uygulanmıştır. Ulaşılma oranı %52,2’dir.Araştırmadan elde edilen veriler, SPSS 24.0 programında analizedilmiştir. Verilerin analizinde tanımlayıcı istatistikler uygulanmıştır.