Yazar "Edis, Mustafa" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 5 / 5
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe İdyopatik alt ekstremite derin ven trombozlu hastalarda genetik ve hematolojik risk faktörlerinin araştırılması(Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2006) Edis, Mustafa; Duran, EnverTromboembolinin kardiyovasküler olaylar arasında MI ve strokdan sonra üçüncü sırayı alması ve pulmoner emboli gibi ölümcül komplikasyonlara yol açması önemini bir kat daha arttırmaktadır. Venöz tromboemboli etyolojisinde kalıtsal hiperkoagülabilite tabloları %30'undan daha azından, aktive protein C direnci ise %20-60'ından sorumlu olmaktadır. Bu amaçla bölgemizdeki doğal inhibitor eksikliği oranım ve bunlara eşlik eden ve bu olayların bir kısmından sorumlu genetik mutasyonların oranım araştırmak amacıyla çalışmamızı planladık. TÜTF KDC kliniğinde yatmış olan alt ekstremite derin venöz trombozlu, Trakya bölgesi kökenli ve saptanabilen edinsel risk faktörü bulunmayan 35 hasta incelendi. Benzer özelliklerde 35 sağlıklı- gönüllü konrol grubunu oluşturdu. Hasta grubunda %45,7 oranında doğal inhibitor eksikliği saptanırken, protein C eksikliği %22,9 (8 hasta), protein S eksikliği %31,4 (11 hasta), AT eksikliği %10,3 (3 hasta) bulundu. Kontrol grubunda doğal inhibitor eksikliği saptanmadı. Her bir eksiklik için relatif tromboz geçirme risk oranı OR hesaplandı, protein C eksikliğinde, OR: 10,074; protein S eksikliğinde, OR: 2,417; AT eksikliğinde de, OR: 2,320 bulundu. Hasta grubunda aktive protein C rezistansına %30 oranında rastlandı (9 hasta). APC-R saptanan olguların % 88,8 'inde Faktör V (Leiden) mutasyonu saptandı. Toplamda Faktör V mutasyonlarına bakıldığında homozigot mutasyon %14,7 (5 hasta), heterozigot mutasyon %23,5 (8 hasta) olarak bulundu. Kontrol grubunda ise homozigot mutasyonu % 2,8 (1 olgu), heterozigot mutasyon ise % 8,5 (3 olgu) bulundu. 57 Hastalarda Faktör Il'nin homozigot mutasyonu %2,8 (1 hasta), heterozigot mutasyonu %8,5 (3 hasta) oranında saptandı. Kontrol grubunda ise homozigot mutasyonuna rastlanmadı, heterozigot mutasyonu %2,8 (1 olgu) bulundu. Hastalarda MTHFR'nin homozigot mutasyonu %9 (3 hasta), heterozigot mutasyonu %45,4 (15 hasta) olarak saptandı. Kontrol grubunda ise homozigot mutasyonu %8,5 (3 olgu), heterozigot mutasyonu %57,1 (20 olgu) bulundu. Hastalarda serum homosistein yüksekliğine %29 (9 hasta) oranında rastlandı. Relatif tromboz geçirme risk oranı OR: 0,072 olarak hesaplandı Kontrol grubunda homosistein yüksekliği saptanmadı. Hastaların altısında birden fazla hematolojik inhibitor eksikliği vardı (%17,14). Protein S eksikliğinde tromboz atağı, protein C eksikliğine göre daha erken yaşta ortaya çıkmıştır ve daha sık olarak saptanmıştır. While hereditary hypercoagulability diseases are responsible for approximately 30% of VTE etiology, aPC resistance takes the first place with about 20-60%.Öğe Incidence of anti-heparin/platelet factor 4 antibodies and heparin-induced thrombocytopenia in medical patients(Galenos Yayincilik, 2009) Demir, Muzaffer; Tekgunduz, Emre; Edis, Mustafa; Duran, Enver; Kurum, Turan; Yigitbasi, Omer; Yuksel, MahmutObjective: Heparin-induced thrombocytopenia (HIT) is a life threatening complication of heparin therapy, causing thrombosis. The aim of our study was to find out the frequencies of HIT antibody seroconversion and clinical HIT in Turkish medical patients on different forms of heparins. Materials and Methods: Our study included 61 patients who were an unfractionated heparin (UFH) (n: 37) and low molecular weight heparin (LMWH) (n: 24) therapies. The frequency of HIT antibody formation was determined by means of antigenic (ELISA), and functional assays (serotonin release assay-SRA). Results: The seroconversion rates in UFH and LMWH groups were found to be 18.9% and 4.1% (ELISA), and 8.1% and 4.1% (SRA), respectively. One patient (2.1%) on UFH therapy developed deep vein thrombosis. No thromboembolic event was observed in patients taking LMWH. Conclusion: Seroconversion rates by means of antigenic and functional assays and clinical HIT were more common in patients on UFH than patients on LMWH therapy. (Turk J Hematol 2009; 26: 171-5)Öğe İzole radial ya da ulnar arter yaralanmalarına yaklaşımda cerrahi ikilem: Tamir-ligasyon(2002) Canbaz, Suat; Sunar, Hasan; Edis, Mustafa; Duran, Enver; Ege, Turan; Özalp, Bilhan; Çıkırıkçıoğlu, MustafaGiriş-Amaç: Literatürde bildirilen açık kalma oranlarının farklılığı nedeniyle radial ya da ulnar arterin izole yaralanmalarına cerrahi yaklaşımın ne yönde olması gerektiği halen tartışmalıdır. Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde bu şekilde yaralanmalara yaklaşım şekli arteriyel devamlılığın sürdürülmesi amacıyla tamir yönündedir. Bu çalışmanın amacı tamir uyguladığımız radial ya da ,ulnar arter yaralanmalarına ait orta dönem açık kalma sonuçlarımızın değerlendirilmesidir. Hastalar-Metod: Bu çalışma Haziran 1999- Haziran 2002 tarihleri arasında Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Kalp Damar Cerrahisi Anabilim Dalında radial ya da ulnar arter yaralanması nedeniyle cerrahi tedavi uygulanan 24 hastayı kapsamaktadır. Hastalara ait kayıtlar retrospektif olarak dosyalarından elde edilmiştir,Tamir yapılan arterdeki açıklığın değerlendirilmesi renkli doppler ultrasonografi, el fonksiyonlarının değerlendirilmesi ise postoperàtif poliklinik kontrolü sırasında alınan anamnez ve yapılan fizik muayene ile sağlanmıştır. Sonuçlar: Hastaların 23'ü erkek, 1'i kadındı. Yaş ortalaması 26.9 ± 10.3(3-52) olarak bulundu. Arter kesilerinin 21 hastada "kendi-kendini yaralamaya", 3 hastada ise iş-trafik kazasına ikincil olarak ortaya çıktığı saptandı. Onbeş hastada ise arter yaralanmasına tendon ve sinir kesişi eşlik ediyordu. Kontrol amacıyla 18 olguya ( % 75.0 ) erişilebildi. Operasyondan sonra ortalama takip süresi 10.1 ±4.8 (1-18) aydı. Doppler ultrasonografi ile yapılan kontrollerde tamir yapılan arterlerin 14'ünün ( % 77.7 ) açık olduğu saptandı. El fonksiyonlarına ilişkin şikayetlerin (klodikasyo, hareket kısıtlılığı, his ve güç kaybı gibi) arter yaralanmasına tendon ve sinir kesişi eşlik eden olgularda ortaya çıktığı görüldü.Tartışma: Açık kalma oranlarının yayınlara göre değişiklik göstermesi nedeniyle her merkez radial ya da ulnar arter yaralanmalarına yaklaşımını kendisi belirlemektedir. İzole radial ya da ulnar arter yaralanmalarında ligasyona göre tamir yapılarak arter devamlılığının sağlanmasının aşağıdaki nedenlerden ötürü hastaya daha fazla yarar sağlayacağına inanmaktayız. 1)Doğal arteriyel anatominin korunması ileride gerekecek invaziv arteriyel monitorizasyonlara, arteriovenöz fistül işlemlerine ve greft ihtiyaçlarına yönelik alternatif kaynak sağlar. 2) İleride ortaya çıkacak benzeri yaralanmalar sonrasında elin dolaşımının tek bir artere bağlı kalması önlenir. 3) Damar cerrahisinde asistan eğitimini için bir fırsat yaratılır.Öğe Koroner arter cerrahisi sonrası atrial fibrillasyon gelişimindeki belirleyicilerin irdelenmesi(2000) Duran, Enver; Ege, Turan; Edis, Mustafa; Canbaz, Suat; Sunar, Hasan; Çıkırıkçıoğlu, MustafaKoroner bypass operasyonları sonrası en sık görülen komplikasyonlardan biri olan atrial fibrillasyon gelişimi 132 hastadan oluşan bir seride retrospektif olarak incelendi. Toplam 25 hastada (%18.9) postoperatif atrial fibrillasyon geliştiği, bunlardan 22'sinde (%88) infüzyon ve oral formda amiodaron tedavisi ile normal sinüs ritmine dönüşün sağlandığı saptandı. Etiyolojik incelemede; atrial fibrillasyonun ileri yaştaki hastalar ve postoperatif mediastinal drenajı fazla olan hastalarda daha yüksek oranda görüldüğü, preoperatif beta bloker kullanan hastalarda ise daha az oranda görüldüğü saptanmış ve istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur.Öğe Venöz cut-down komplikasyonu: Bir olguda ven içinde kalan kateterin migrasyonu(2005) Edis, Mustafa; Ege, Turan; Duran, EnverAmiyotrofik lateral skleroz tanısıyla takip edilen, parenteral besleme ve tıbbi tedavi amacıyla sol kolda sefalik vene cut-down yaklaşımıyla santral kateterizasyon uygulanan 32 yaşındaki bir erkek hastada, gerekli tedavilerin tamamlanmasından sonra kateterin çekilmesi aşamasında kateter koparak büyük bir kısmı hastanın venöz yapıları içinde kaldı. Posterior-anterior akciğer grafisinde yeri bulunan kateter, subklaviyan venden yapılan venotomi ile çıkarıldı.