Yazar "Duran, Enver" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 29
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Açık kalp cerrahisinde farklı iki heparin nötralizasyon yönteminin postoperatif drenaja etkisi(2002) Ege, Turan; Çıkırıkçıoğlu, Mustafa; Arar, Cavidan; Acıpayam, Mehmet; Duran, EnverGiriş ve Amaç: Koroner arter bypass cerrahisi uygulanan hastalarda farklı iki yöntemle heparinin nötralizasyonu sonucu postoperatif dönemde aktive edilmiş pıhtılaşma zamanında (ACT) ve drenaj miktarlarında oluşan değişiklikleri araştırmak. Materyal ve Metotlar: Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Kalp Damar Cerrahisi Kliniğinde 1 Ocak-31 Temmuz 2002 tarihleri arasında koroner bypass operasyonu uygulanan 53 olgu çalışmaya alındı. Hastalar rastlantısal olarak iki gruba ayrıldı. Operasyon sırasında uygulanan toplam heparin miktarının 1.3 katı oranında protamin verilenler Grup=1(n=29)'i ve kardiyopulmoner bypass sonunda protamin dozu bir grafikle hesaplanarak heparin nötralizasyonu uygulananlar Grup=2(n=24)'yi oluşturdu, iki grubun postoperatif ACT ve drenaj miktarları karşılaştırıldı. Bulgular: iki grup arasında yaş, cins, vücut kitle oranı (BMI), gren sayısı, kardiyopulmoner bypas zamanı (KPBZ), kros klemp zamanı (KKZ), ejeksiyon fraksiyonu (EF) ve sol internal mammarian arter (LlMA) kullanımı bakımından farklılık yoktu. Protamin verildikten 5 dakika sonraki ACT değerlerinde 2 grup arasında farklılık yoktu (Grup 1=129.8±12.6, Grup 2=128.5±14.1 saniye). Protamin sonrası 2-4 ve 6.saatlerde ACT değeri grup 1'de (131.9±19.2, 129.2±11.5, 127.0±9.2 saniye) grup 2'ye göre (118.5±13.5, 114.4±9.6, 111.9±10.3 saniye) belirgin derecede yüksekti. Grup 1 'de toplam protamin dozu (318.0±45.2 mg), grup 2'ye (287.7±42.3 mg) göre anlamlı derecede fazla bulundu. Postoperatif 0-2, 2-4, 4-6, 6-12.saat ve toplam drenaj miktarları karşılaştırıldığında grup 1'de (172.4±91.9, 107.4±64.9, 92.1±42.1, 118.8+81.8 ve 876.6±112.5 mililitre) grup 2'ye göre (91.7$pm$55.0, 74.2$pm$63.7, 67.7±51.9, 71.6±40.5 ve 706.2±98.3 mililitre) anlamlı derecede fazla olduğu görüldü.Sonuçlar: KPB sonunda heparinin yeterince nötralize edilememesi postoperatif dönemde kanama, kardiyak tamponad ve tranfüzyon reaksiyonları gibi komplikasyonlara yol açmaktadır. Bu komplikasyonları azaltmak için heparin nötralizasyonunda, hastada o anda mevcut olan miktarının bilinmesi ve bunun protaminle nötralizasyonu büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle protamin dozu hesaplanırken hastanın bazal, heparin sonrası ve kardiyopulmoner bypas (KPB) sonundaki ACT değerleriyle elde edilen grafiğin kullanılması büyük avantajlar sağlamaktadır.Öğe Alt ekstremite derin ven trombozlarında abdominopelvik ultrasonografinin bilinmeyen maligniteleri saptamadaki yeri(2006) Halıcı, Ümit; Çıkırıkçıoğlu, Mustafa; Canbaz, Suat; Ketenciler, Serkan; Duran, EnverAmaç: Derin ven trombozu (DVT) tanısı alan hastalarda rutin abdominopelvik ultrasonografi (APUSG) yapılmasının önemi araştırıldı. Hastalar ve Yöntemler: Ocak 1999 - 2004 tarihleri arasında DVT tanısıyla kliniğimize yatırılan 212 olgu (105 erkek, 107 kadın; ort. yaş 55.2±16; dağılım 7-75) çalışmaya alındı. Derin ven trombozu tedavisi gören hastalarda tanı aşamasında abdominopelvik ultrasonografi yapıldı. Bulgular: Derin ven trombozu tanısı konan olgular arasında malignite %9.9 sıklıkta görülürken, en sık jinekolojik (%33.3) ve akciğer (%28.5) maligniteleri saptandı. Bunları gastrointestinal sistem (%14.3), ürolojik sistem, intrakraniyal ve meme (%4.8) kanserleri takip ediyordu. On beş hastada (%7) yatış sırasında malignite tanısı vardı. Altı hastada (%3) ise yatış sırasında APUSG ile yeni jinekolojik malinite tanısı kondu. Malignite saptanan olguların yaş ortalaması 57±10 (35- 72 yıl) ve erkek/kadın oranı 10/11 olarak bulundu. Jinekolojik maligniteler uterus (n=4), over (n=2) ve vulva (n=1) yerleşimliydi. Gastrointestinal sistem malignitelerinin tümü kalın bağırsak yerleşimliydi. Ürolojik malignitelerin ikisi renal (hipernefroma) ve biri prostat kaynaklıydı. Akciğer maligniteleri ise küçük hücreli (n=4) ve epidermoid hücreli kanser (n=2) olarak saptandı. Genç bir kadın hastada ise APUSG’de endometrial kavitede altı haftalık canlı fetus saptandı. Sonuç: Derin ven trombozu tanısı konulan hastalarda APUSG ile kitle saptanması durumunda tedavi planı değişebilmekte, daha önemlisi patoloji erken fark edilebilmekte ve buna yönelik tedaviye de erkenden başlanabilmektedir.Öğe Analysis of C-reactive protein and biochemical parameters in pericardial fluid(Yonsei Univ College Medicine, 2006) Ege, Turan; Us, Melih Hulusi; Cikirikcioglu, Mustafa; Arar, Cavidan; Duran, EnverThis study was designed to examine the relationship between pericardial fluid and plasma CRP levels, and to alterations in other biochemical parameters in patients undergoing Coronary Artery Bypass Grafting (CABG). The study group consisted of 96 Coronary Artery Disease (CAD) patients who were referred to our clinic for a CABG procedure and from whom sufficient amount of pericardial fluid could be collected. The patients were classified into 3 groups: Stable Angina Pectoris (SAP) (n = 27), Unstable Angina Pectoris (USAP) (n = 36), and Post-Myocardial Infarction (PMI) (n = 33). Levels of CRP, glucose, albumin, total protein, Creatine Kinase (CK), Creatine Kinase-MB (CK-MB), and Lactate Dehydrogenase (LDH) were determined in pericardial fluid samples and in simultaneously collected blood samples from radial artery. The pericardial CRP and LDH levels in the PMI group were higher than in the SAP (p = 0.015 and p = 0.000, respectively) and USAP (p = 0.011, p = 0.047) groups. Serum CRP levels in USAP (p = 0.014) and PMI (p = 0.000) groups were higher than those in the SAP group. Pericardial albumin levels in the PMI group were higher than in the USAP group (p = 0.038). In all groups, the pericardial fluid/serum protein ratio was > 0.5, the LDL ratio was > 0.6, and pericardial fluid LDH concentrations were > 300 mg/dl. CRP level of pericardial fluid was significantly higher in the PMI group than in other groups. However, pericardial fluid LDH levels were higher than blood LDH levels in this group and were also higher than pericardial fluid LDH levels of other groups.Öğe Arteriyovenöz fistül operasyonlarında venöz transpozisyon uygulamalarına ait sonuçlarımız(2002) Çıkırıkçıoğlu, Mustafa; Ege, Turan; Süt, Necdet; Duran, EnverAmaç: Son evre böbrek yetmezliği tedavisinde hemodiyaliz uygulaması olguların büyük çoğunluğunda arteriyovenöz fistül(AVF)'ler aracılığı ile yapılmaktadır. Bu çalışma, AVF operasyonlarında uyguladığımız üç farklı tekniğe ait sonuçların karşılaştırılmalı olarak değerlendirilmesi amacıyla planlanmıştır.Materyal-metod: Kliniğimizde Ocak 2000- Nisan 2001 tarihleri arasında AVF operasyonu uygulanan 112 olgu çalışmaya alındı. Olgular operasyon tipine göre üç gruba ayrıldı. 1. Grup: Klasik AVF operasyonu uygulananlar(n: 95), 2. Grup: Venöz transpozisyon ile AVF açılanlar(n: 14), 3. Grup: Sentetik greft kullanılarak AVF oluşturulanlar(n: 3). Olgulara ait özellikler dosya kayıtlarından retrospektif olarak sağlandı. Açık kalma oranları telefon görüşmeleri ve poliklinik kontrolleri ile elde edildi. Sonuçlar SPSS istatistik programında Kruskall-Wallis varyans analizi ve Tukey/Tam-hane çoklu karşılaştırma testleri kullanılarak karşılaştırıldı.Bulgular: Üç grup arasında kronik böbrek yetmezliği süresi (p= 0.000) ve daha'önce geçirilen operasyon sayıları açı-sından anlamlı fark olduğu saptandı (p= 0.000). Operasyon maliyetleri Grup 1 ve 2'de, Grup 3'e göre önemli ölçüde düşük olarak bulundu (p= 0.000). Otojen doku kullanılan olgularda 6 aylık açık kalım oranları birbirine yakındı (Grup 1 : % 77.8, Grup 2: % 85.7, p=0.730). Greft kullanılan olgularda 6 aylık açık kalım elde edilemediği görüldü.Sonuç: Venöz transpozisyon işlemleri ile elde edilen açık kalım sonuçları, klasik AVF operasyonları ile benzerdir. Bu çalışmanın sonucunda AVF operasyonu uygulanacak olgularda otojen ven kullanımının mümkün olduğunca zorlanmasının açık kalım, komplikasyonların önlenmesi ve operasyon maliyeti açısından faydalı olduğu saptanmıştır.Öğe Combined cardiac surgery and substernal thyroidectomy(Baycinar Medical Publ-Baycinar Tibbi Yayincilik, 2012) Gurkan, Selami; Huseyin, Serhat; Sarac, Atilla; Ege, Turan; Duran, EnverExcessive growth of the thyroid gland is frequently associated with multinodular goiter. Shifting of mediastinal structures and large airway obstruction via extrinsic compression by a mass effect can lead to additional surgical problems. In November 2008, a 65-year-old male patient with unstable angina pectoris was admitted to our clinic for coronary artery bypass grafting. A retrosternal mass lying over the ascending aorta precluded cannulation. After the resection of retrosternal goiter, cardiopulmonary bypass was performed with single right atrial and ascending aortic cannulation. Combined cardiac surgery and thyroidectomy can be safely performed if the preoperative thyroid hormone levels are maintained in the euthyroid state.Öğe A comparison of the vasodilatory effects of verapamil, papaverine and nitroglycerin on isolated rat aorta(Baycinar Medical Publ-Baycinar Tibbi Yayincilik, 2013) Ege, Turan; Halici, Umit; Gur, Ozcan; Gurkan, Selami; Gur, Demet Ozkaramanli; Duran, EnverBackground: This study aims to compare the vasodilatory effects of verapamil, papaverine and nitroglycerin on rat aortic preparations in in vitro isolated tissue bath system and to evaluate the role of vascular endothelium on vasodilatory responses of the isolated rat aorta samples. Methods: The thoracic aorta segments collected from 30 male Wistar rats (20 endothelialized and 20 de-endothelialized vascular rings for each drug in 2 mm wide strips, total number of 120 vascular rings) were suspended into the Krebs solution of the isolated tissue bath system. Phenylephrine was used to induce isometric contraction and tissue samples were treated with verapamil, papaverine and nitroglycerin separately to draw concentration-response curves of isometric vasodilatory responses. This procedure was repeated for de-endothelialized aorta samples. Results: Papaverine and verapamil induced vasodilatatory responses starting from the concentration of 10(-8) M and reached its maximum at concentration of 10(-3) M, while nitroglycerin induced vasodilation at lower concentrations starting from a concentration of 10(-12) M, reaching its maximum at 10(-6) M. Nitroglycerin was the most potent agent, followed by verapamil and papaverine. Efficacy analysis revealed that the most efficient agents were papaverine (140 +/- 6.7%), nitroglycerin (110.8 +/- 1.35%) and verapamil (99 +/- 4.14%), respectively. The results were similar in aorta samples without endothelium (p >= 0.05, F test). Conclusion: In this study examining isolated rat aorta, nitroglycerin was the most potent agent, while papaverine was the most efficient agent. Our study results showed that endothelium played no role in vasodilatation responses of these drugs.Öğe Derin ven trombozu etiyolojisinde önemli bir etken: Malignite(2003) Ege, Turan; Duran, Enver; Yüksel, Volkan; Çakır, HabibAmaç: Derin ven trombozu (DVT) tanısı konulan olgular arasında, malignite görülme sıklığını saptamak ve saptanan maligniteleri retrospektif olarak incelemek amaçlanmıştır. Materyal Metot: Kliniğimizde Ocak 2001-Mart 2003 tarihleri arasında alt ekstremitede akut DVT saptanan 212 hasta bu çalışmaya alındı. Bu olgulardan, malignite saptananların dosyaları analiz edildi ve sonuçlar tartışıldı. Bulgular: Malignite saptanan 21 olguda (%9.9) ortalama yaşı 57.7 ± 9.9 (35-72) ve E/K oranı 10/11 olarak bulundu. En sık jinekolojik (n=7, %33.3) ve akciğer (n-6, %28.5) maligniteleri saptanırken, gastrointestinal (n-3, %14.3) ve ürolojik maligniteler (n-3, %14.3) ise daha az oranda saptandı. Jinekolojik maligniteler, uterus (n= 4), över (n= 2) ve vulva (n=1) lokalizasyonluydu. Akciğer maligniteleri ise, küçük hücreli akciğer kanseri (n=4) ve epider-moid kanser (n=2) olarak saptandı. Gastrointestinal malignitelerin tümü kalın barsakta lokalize, ürolojik malignitelerden 2'si renal (hipernef-roma) 1'i prostat orijinliydi. Venöz trombozlar en sık femoral vende (%85.7) lokalizeydi. Hemoglobin, trombosit ve albumin değerleri, malignité grubunda diğer gruba göre belirgin olarak azalmış olarak bulundu (p < 0.05). Sonuç: DVT gelişen hastalarda malignite halen oldukça yüksek oranda görülmektedir. Etiyolojide risk faktörü saptanamayan olgular arasında özellikle, jinekolojik Ve akciğer malignitelerinin detaylı olarak araştırılması gerektiğini düşünüyoruz.Öğe The Evaluation of Arterial and Venous Grafts with Intraoperative Flowmeter Techniques in Coronary Artery Bypass Grafting Operations(Aves Yayincilik, Ibrahim Kara, 2010) Canbaz, Suat; Unal, Selcuk; Dikmengil, Murat; Duran, EnverObjective: The purpose of this study was to evaluate the coronary artery bypass grafts with Transit Time Flowmeter (TTFM). Material and Methods: Fifty-nine patients who were scheduled for coronary artery bypass graft (CABG) surgery were included in the study. Coronary artery bypass anastomoses were performed using the left internal mammary artery (LIMA) and saphenous vein. At the end of the cardiopulmonary bypass, graft flow (ml/min), pulsatility index (PI), flow curve and diastolic filling percentage (DF%) of each graft were assessed with TTFM. Results: Mean graft number of the patients was 3.25+/-0.8. We assessed the patency of a total of 187 grafts using TTFM. Highest mean flow was 55.5 ml/min in aorta-RCA grafts and lowest mean flow was 37.6 ml/min in aorta-diagonal grafts. Revision was required for two grafts (3.38%) in two patients based on inadequate TTFM findings. Conclusion: Transit time flowmeter is an important technique that provides the detection of technical errors during surgery. With the detection of graft failure intraoperatively, revision of the graft and restoration of blood flow could be performed.Öğe The Evaluation of In Vitro Effects of Dipyridamole on Coronary Artery Bypass Grafts(Galenos Publ House, 2011) Ege, Turan; Karaca, Okay Guven; Gur, Ozcan; Karadag, Hakan; Gurkan, Selami; Duran, EnverObjective: The aim of this study is to evaluate the efficacy of dipyridamole in relieving the vasospasm of coronary artery bypass grafts. Material and Methods: Twenty two patients who underwent elective coronary artery bypass grafting (CABG) were admitted to the study (Men/Women:14/8, mean age: 62.4 +/- 8.8 years). Ten samples from left internal mammary(LIMA), radial arterial (RA) and saphenous vein (SV) grafts were collected for each. The samples were transported to the vascular laboratory in 4 C Krebs solution. Submaximal smooth muscle contraction was achieved first by 10-7M of phenylephrine solution. Dipyridamole was then added, starting from a concentration of 10-9M to a concentration of 10-3.5M in two minutes intervals and half logarithmic dose increments. The concentration-response curves were obtained of the vasodilatation response relative to the begining. Results: In the LIMA graft samples, the vasodilation response to dipyridamole was 43.2 +/- 1.6% and 97.6 +/- 4.1% at concentrations of 10-6M and 10-3.5M respectively. In RA graft samples, the vasodilation response to dipyridamole was 36.3 +/- 1.8% and 95.3 +/- 2.7% at concentrations of 10-6M and 10-3.5M respectively. In SV graft samples, however, the vasodilation response to dipyridamole was 43.2 +/- 1.4% and 96.6 +/- 2.2% at concentrations of 10-6M and 10-3.5M respectively. Conclusions: The amplitude of relaxation response to dipyridamole of all grafts samples were similar, without statistically significant difference among the IMA, RA and SV grafts in the in vitro tissue bath system. These results prove that dipyridamole has a potential use as a vasodilatatory drug in all graft types.Öğe Evaluation of R-R interval variability with electromyography following coronary artery bypass grafting(2005) Turgut, Nilda; Canbaz, Suat; Balcı, Kemal; Ege, Turan; Halıcı, Ümit; Duran, Enver; Yavuz, EbruAmaç: R-R interval değişkenliği (RRİD) analizi kalbin otonomik fonksiyonu hakkında bilgi verir. Koroner arter bypass cerrahisi sonrasında RRİD belirgin olarak azalmaktadır. Çalışmamızda, koroner arter bypass cerrahisi uygulanan hastalarda alternatif bir yöntem olarak elektromiyografi (EMG) ile RRİD değerlendirildi. Çalışma planı: Çalışmaya koroner arter bypass cerrahisi yapılan 19 hasta (6 kadın, 13 erkek; ort. yaş 57.8±10.2) alındı. Tüm hastalarda istirahat ve hiperventilasyon sırasında olmak üzere, ameliyat öncesinde ve ameliyattan bir ve iki ay sonrasında EMG ile RRİD analizi yapıldı. Bulgular: Ameliyat öncesiyle karşılaştırıldığında, ameliyattan bir ay (R-R, istirahat, p=0.001; R-R, hiperventilasyon, p=0.009) ve iki ay (R-R, istirahat, p=0.001; R-R, hiperventilasyon, p=0.006) sonra istirahat ve hiperventilasyon sırasında elde edilen ortalama RRİD değerleri anlamlı derecede düşük bulundu. Ameliyattan bir ay sonraki ortalama RRİD değerleri, ikinci ay sonundaki değerlerden anlamlı derecede düşük idi (R-R, istirahat, p=0.01; R-R, hiperventilasyon, p=0.001). R-R interval değişkenliği ile yaş, cinsiyet, hipertansiyon, sigara içme, total kolesterol ve trigliserid düzeyleri, beden kütle indeksi; cerrahi, kardiyopulmoner bypass, kros klemp, mekanik ventilasyon ve yoğun bakımda kalma süreleri arasında ilişki görülmedi. Sonuç: Bulgularımız, koroner arter bypass ameliyatından sonraki ilk iki ayda RRİD değerlerinin anlamlı derecede düştüğünü, ikinci aydaki değerlerde kısmi düzelme meydana geldiğini gösterdi. R-R interval değişkenliğinin EMG ile analizi, koroner arter bypass ameliyatı uygulanan hastalarda zaman kaybına yol açmayan, EMG laboratuvarında kolaylıkla yapılabilen ve kalbin otonomik fonksiyonunu yansıtan bir seçenektir.Öğe In vitro effects of dopamine on internal thoracic artery graft used in coronary artery bypass surger(2010) Halıcı, Ümit; Karadağ, Çetin Hakan; Duran, Enver; Ege, TuranAmaç: Bu çalışmanın amacı dopaminin internal torasik arter (İTA) grefti üzerine etkilerini, invitro araştırmaktır. Gereç ve Yöntemler: Aralık 2003- Haziran 2005 tarihleri arasında kliniğimizde koroner arter bypass greft (CABG) operasyonu olan toplam 32 hasta (2'si kadın 30'u erkek, ortalama yaş; 59.256±8,.34, 37-75 yaşları arası) çalışmaya alındı. İn vitro organ banyosunda hastaların ITA'larından arta kalan parçacıklar üzerinde dopaminin oluşturduğu kasıcı ve gevşetici yanıtlar isometrik olarak kaydedildi. Bulgular: Dopamin 10-9 M-10-7 M konsantrasyon aralığında fenilefrinle önceden kastırılmış ITA'da hafif bir gevşeme yanıtı, sonrasında artan konsantrasyonlarında (>10-7 M) kasılma yanıtı gerçekleştirdiği gözlendi. Dopaminin gevşetici etkisinin kısmen L-NAME (nitrik oksit sentaz inhibitorü, 10-6 M), propranolol (10-6 M) ve cis-?-flupentiksol (dopaminerjik reseptör antagonisti, 10-6 M) ile kısmen azaldığı fakat metoklopramidin (D2-dopaminerjik reseptör antagonisti) dopaminin kaynaklı gevşemeye etki yapmadığı gözlendi. Dopaminin ITA'daki kasıcı etkisi kısmen fentolamin, prazosin ve yohimbin ile antagonize edildiği gözlendi. Sonuç: Sonuç olarak dopamin düşük konsantrasyonlarda ITA'da vazodilatasyon yanıtını oluştururken daha yüksek konsantrasyonlarda ITA'da vasokonstriksiyon yanıtını oluşturmaktadır. ?-adrenerjik ve nitrik oksit aracılı mekanizma (D1-dopaminerjik reseptör yoluyla) dopaminin düşük konsantrasyonlarında ITA'da oluşturduğu gevşetici etkide rol alabilir. Dopaminin yüksek konsantrasyonlardaki ITA'da oluşturduğu kasıcı etki ?1- ve ?2-adrenerjik reseptörlerin aktivasyonu ile oluşturulmaktadır.Öğe In Vitro Effects of Dopamine on Internal Thoracic Artery Graft Used in Coronary Artery Bypass Surger(Aves Yayincilik, Ibrahim Kara, 2010) Halici, Umit; Ege, Turan; Karadag, Cetin Hakan; Duran, EnverObjective: The aim of this study was to investigate in vitro effects of dopamine on internal thoracic artery (ITA) graft. Material and Methods: Between December 2003- June 2005, 32 patients (2 women and 30 men, mean age; 59.26+/-8.34, range 37-75 years old) who were subjected to coronary artery bypass grafting (CABG) operation in our clinic were enrolled in this study. ITA remnants were suspended in an isolated organ bath. Constrictor or relaxant responses to dopamine were recorded isometrically. Results: Dopamine in the concentration range of 10(-9) M-10(-7) M produced a mild relaxant effect on phenylephrine-precontracted ITA, and at higher concentrations than 10(-7) M it produced a constrictor response. Ther relaxant effect of dopamine was partially antagonized by L-NAME (nitric oxide synthase inhibitor, 10(-6) M), propranolol (10(-6) M), and cis-alpha-flupenthixol (dopaminergic receptor antagonist, 10(-6) M), but not by metoclopramide (D-2-dopaminergic receptor antagonist). The constrictor effect of dopamine was partially antagonized by phentolamine, prazosin and, yohimbine. Conclusion: It was concluded that, while dopamine produces a vasodilator response at the lower concentrations, it causes a constrictor effect on ITA at the higher concentrations. Both a beta-adrenergic and a nitric oxide mediated mechanism (via D-1-dopaminergic receptor) may play a role in the relaxant effect of dopamine on ITA at the lower concentrations. Constrictor response to dopamine at the higher concentrations on ITA may be produced by the activation of alpha(1)- and alpha(2)-adrenergic receptors.Öğe Incidence of anti-heparin/platelet factor 4 antibodies and heparin-induced thrombocytopenia in medical patients(Galenos Yayincilik, 2009) Demir, Muzaffer; Tekgunduz, Emre; Edis, Mustafa; Duran, Enver; Kurum, Turan; Yigitbasi, Omer; Yuksel, MahmutObjective: Heparin-induced thrombocytopenia (HIT) is a life threatening complication of heparin therapy, causing thrombosis. The aim of our study was to find out the frequencies of HIT antibody seroconversion and clinical HIT in Turkish medical patients on different forms of heparins. Materials and Methods: Our study included 61 patients who were an unfractionated heparin (UFH) (n: 37) and low molecular weight heparin (LMWH) (n: 24) therapies. The frequency of HIT antibody formation was determined by means of antigenic (ELISA), and functional assays (serotonin release assay-SRA). Results: The seroconversion rates in UFH and LMWH groups were found to be 18.9% and 4.1% (ELISA), and 8.1% and 4.1% (SRA), respectively. One patient (2.1%) on UFH therapy developed deep vein thrombosis. No thromboembolic event was observed in patients taking LMWH. Conclusion: Seroconversion rates by means of antigenic and functional assays and clinical HIT were more common in patients on UFH than patients on LMWH therapy. (Turk J Hematol 2009; 26: 171-5)Öğe Incidence of antiheparin-platelet factor 4 antibodies and heparin-induced thrombocytopenia in Turkish patients undergoing cardiac surgery(Sage Publications Inc, 2007) Demir, Muzaffer; Duran, Enver; Yigitbasi, Omer; Vural, Ozden; Kurum, Turhan; Yuksel, Mahmut; Turgut, BurhanThe frequency of antiheparin-platelet factor 4 antibodies by means of antigenic and functional assays (C-14-serotonin release assay and citrated plasma platelet aggregation) was determined in 115 Turkish patients undergoing cardiac surgery. Blood samples were taken immediately before surgery and on days 5 and 10 +/- 2. Platelet counts were recorded and thrombotic events were determined by clinical methods. Antibody generation measured by enzyme-linked immunosorbent assay before surgery (n = 44) and on days 5 (n = 44) and 10 (n = 115) was 15.9%, 34.1%, and 65.2%, respectively. Positive samples from functional assays were 4.4% on day 0 and 7.0% on day 10. All positive samples had been negative on day 0. A high frequency of antiheparin-platelet factor 4 antibody generation and a low frequency of clinical heparin-induced thrombocytopenia were determined in these patients. These results obtained for Turkish patients are similar to those of other studies of heparin-induced thrombocytopenia.Öğe İzole radial ya da ulnar arter yaralanmalarına yaklaşımda cerrahi ikilem: Tamir-ligasyon(2002) Canbaz, Suat; Sunar, Hasan; Edis, Mustafa; Duran, Enver; Ege, Turan; Özalp, Bilhan; Çıkırıkçıoğlu, MustafaGiriş-Amaç: Literatürde bildirilen açık kalma oranlarının farklılığı nedeniyle radial ya da ulnar arterin izole yaralanmalarına cerrahi yaklaşımın ne yönde olması gerektiği halen tartışmalıdır. Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde bu şekilde yaralanmalara yaklaşım şekli arteriyel devamlılığın sürdürülmesi amacıyla tamir yönündedir. Bu çalışmanın amacı tamir uyguladığımız radial ya da ,ulnar arter yaralanmalarına ait orta dönem açık kalma sonuçlarımızın değerlendirilmesidir. Hastalar-Metod: Bu çalışma Haziran 1999- Haziran 2002 tarihleri arasında Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Kalp Damar Cerrahisi Anabilim Dalında radial ya da ulnar arter yaralanması nedeniyle cerrahi tedavi uygulanan 24 hastayı kapsamaktadır. Hastalara ait kayıtlar retrospektif olarak dosyalarından elde edilmiştir,Tamir yapılan arterdeki açıklığın değerlendirilmesi renkli doppler ultrasonografi, el fonksiyonlarının değerlendirilmesi ise postoperàtif poliklinik kontrolü sırasında alınan anamnez ve yapılan fizik muayene ile sağlanmıştır. Sonuçlar: Hastaların 23'ü erkek, 1'i kadındı. Yaş ortalaması 26.9 ± 10.3(3-52) olarak bulundu. Arter kesilerinin 21 hastada "kendi-kendini yaralamaya", 3 hastada ise iş-trafik kazasına ikincil olarak ortaya çıktığı saptandı. Onbeş hastada ise arter yaralanmasına tendon ve sinir kesişi eşlik ediyordu. Kontrol amacıyla 18 olguya ( % 75.0 ) erişilebildi. Operasyondan sonra ortalama takip süresi 10.1 ±4.8 (1-18) aydı. Doppler ultrasonografi ile yapılan kontrollerde tamir yapılan arterlerin 14'ünün ( % 77.7 ) açık olduğu saptandı. El fonksiyonlarına ilişkin şikayetlerin (klodikasyo, hareket kısıtlılığı, his ve güç kaybı gibi) arter yaralanmasına tendon ve sinir kesişi eşlik eden olgularda ortaya çıktığı görüldü.Tartışma: Açık kalma oranlarının yayınlara göre değişiklik göstermesi nedeniyle her merkez radial ya da ulnar arter yaralanmalarına yaklaşımını kendisi belirlemektedir. İzole radial ya da ulnar arter yaralanmalarında ligasyona göre tamir yapılarak arter devamlılığının sağlanmasının aşağıdaki nedenlerden ötürü hastaya daha fazla yarar sağlayacağına inanmaktayız. 1)Doğal arteriyel anatominin korunması ileride gerekecek invaziv arteriyel monitorizasyonlara, arteriovenöz fistül işlemlerine ve greft ihtiyaçlarına yönelik alternatif kaynak sağlar. 2) İleride ortaya çıkacak benzeri yaralanmalar sonrasında elin dolaşımının tek bir artere bağlı kalması önlenir. 3) Damar cerrahisinde asistan eğitimini için bir fırsat yaratılır.Öğe Karotis endarterektomi+patch plasti uygulamalarımızın erken dönem sonuçları(2001) Sunar, Hasan; Çakır, Bilge; Ege, Turan; Duran, Enver; Canbaz, Suat; Ünlü, ErcümentSon bir yıl içerisinde gerçekleştirdiğimiz karotis endarterektomi + patch plasti operasyonlarının erken dönem sonuçlarını sunduk. Geçirilmiş stroke veya Transient İskemik Atak (TİA) öyküsü olan altı hastaya tek taraflı karotis endarterektomisi + safen ven veya sentetik yama ile patch plasti operasyonu uygulandı. Postoperatif dönemde mortalite veya serebrovasküler olay görülmedi.Öğe Koroner arter bypass cerrahisi öncesindeki plazma total antioksidan kapasite düzeylerinin iskemi-reperfüzyon hasarı ile ilişkisi(2005) Taşkıran, Ali; Eskiocak, Sevgi; Çıkırıkçıoğlu, Mustafa; Ege, Turan; Duran, EnverAmaç: Miyokardiyumda iskemi-reperfüzyon sırasında oluşan hasarın oksidatif stresten kaynaklandığı ileri sürülmektedir. Bu çalışmada bazal total antioksidan kapasite (TAOK) düzeyinin iskemi-reperfüzyon hasarına olan etkisi incelendi. Hastalar ve Yöntemler: Koroner bypass ameliyatı uygulanan 21 hastanın koroner sinüslerinden koroner bypass başlamadan önce (bazal durum), iskemi sonunda, çapraz klemp kaldırıldıktan beş dakika sonra (erken reperfüzyon) ve yan klemp kaldırıldıktan 15 dakika sonra (geç reperfüzyon) kan örnekleri alındı. Total antioksidan kapasite, lipid peroksit (LPO) ve laktat dehidrogenaz (LDH) düzeyleri ölçüldü. Hastalar bazal TAOK düzeyine göre iki gruba ayrıldı: TAOK değeri %60'dan düşük bulunan 10 olgu grup I'i (8 erkek, 2 kadın; ort. yaş 57), %60 veya üzeri olan 11 olgu grup II'yi (10 erkek, 1 kadın; ort. yaş 53) oluşturdu. Bulgular: Ameliyat süresince her iki grupta da LDH ve LPO düzeyleri ameliyat döneminde artarken, TAOK düzeylerinin baskılandığı görüldü. Grup I’de LDH ve LPO salınımı grup II’den fazla idi. Ameliyat öncesi ve ameliyat süresince TAOK düzeyleri grup I'de grup II'den anlamlı derecede düşük bulundu (ameliyat öncesi, iskemi ve erken reperfüzyon dönemleri için p<0.001, geç reperfüzyon dönemi için p<0.05). Bazal TAOK ile LPO arasında tüm evrelerde, LDH ile geç reperfüzyon döneminde negatif ilişki görüldü. Sonuç: Ameliyat öncesindeki düşük TAOK değerlerinin iskemi-reperfüzyon hasarı ve miyokard hasarının şiddetiyle ilişkili olduğu sonucuna varıldı.Öğe Koroner arter bypass operasyonlarında kullanılan arteriyel ve venöz greftlerin intraoperatif akım ölçüm teknikleri ile değerlendirilmesi(2010) Canbaz, Suat; Ünal, Selçuk; Dikmengil, Murat; Duran, EnverAmaç: Çalışmada, koroner arter cerrahisinde kullanılan greftlerin intraoperatif Transit Time Akım Ölçüm (TTFM) Cihazı ile değerlendirilmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntemler: Koroner arter bypass greft (CABG) operasyonu uygulanan 59 hasta çalışmaya alındı. Sol internal mammaryan arter (LİMA) ve safen ven greft olarak çıkartılarak koroner bypass anastomozları gerçekleştirildi. Kardiyopulmoner bypasstan çıkıldıktan sonra Transit Time Flow Meter cihazı ile her bir greften geçen akım miktarı mililitre/dakika olarak, akım eğrisi eş zamanlı olarak ve greftin pulsatilite indeksi (PI) ve diyastolik doluş yüzdesi (%DF) otomatik olarak ölçüldü. Bulgular: Hastaların ortalama greft sayısı 3.25±0.8 idi. Toplam 187 greftte Transit Time Flow Ölçümü yapıldı. En yüksek ortalama akım 55.5 ml/dk ile aorta-RCA sistemde saptanırken en düşük ortalama akım ise 37.6 ml/dk ile aorta-diagonal sistemde ölçüldü. İki hastada toplam 2 greftte (%3.38) akımda yetersizlik saptandı. Sonuç: Transit Time Flow Ölçümü (TTFM), cerrahi esnasındaki teknik yetersizliklerin saptanmasında önemli katkıları olan bir yöntemdir. Perioperatif olarak greft yetersizliğinin saptanması ile küçük girişimlerle, genellikle hatanın düzeltilmesi ve yeterli greft akımının sağlanması mümkün olabilmektedir.Öğe Koroner arter cerrahisi sonrası atrial fibrillasyon gelişimindeki belirleyicilerin irdelenmesi(2000) Duran, Enver; Ege, Turan; Edis, Mustafa; Canbaz, Suat; Sunar, Hasan; Çıkırıkçıoğlu, MustafaKoroner bypass operasyonları sonrası en sık görülen komplikasyonlardan biri olan atrial fibrillasyon gelişimi 132 hastadan oluşan bir seride retrospektif olarak incelendi. Toplam 25 hastada (%18.9) postoperatif atrial fibrillasyon geliştiği, bunlardan 22'sinde (%88) infüzyon ve oral formda amiodaron tedavisi ile normal sinüs ritmine dönüşün sağlandığı saptandı. Etiyolojik incelemede; atrial fibrillasyonun ileri yaştaki hastalar ve postoperatif mediastinal drenajı fazla olan hastalarda daha yüksek oranda görüldüğü, preoperatif beta bloker kullanan hastalarda ise daha az oranda görüldüğü saptanmış ve istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur.Öğe Koroner arter cerrahisi sonrası gelişen nörolojik komplikasyonlar(2002) Canbaz, Suat; Ege, Turan; Sunar, Hasan; Çıkırıkçıoğlu, Mustafa; Arar, Cavidan; Acıpayam, Mehmet; Duran, EnverKoroner arter cerrahisi sonrası nörolojik komplikasyon gelişimi oldukça sık görülen, önemli morbidite, mortalite ve kaynak tüketimine neden olan bir durumdur. Koroner arter bypass cerrahisi uygulanan ardışık 135 hasta, gelişen nörolojik komplikasyonlar yönünden retrospektif olarak incelendi. Yaşları 36 ile 78 (ort. 60,05±8,8) arasında olan 109 erkek (%80,7), 26 kadın (%19,3) hastaya kardiyopulmoner bypassla operasyon uygulandı. Hastalarımızdan 4 tanesinde anlamlı karotis arter lezyonu da saptanmış olup ikisine aynı seansta, diğer ikisine ise daha sonra karotis cerrahisi uygulanmıştır. Postoperatif dönemde hastalarımızın 31'inde (%22,9) çeşitli derecelerde nörolojik komplikasyon geliştiği saptandı. Nörolojik komplikasyonların 24'ü serebral (%17,7), 7'si ise periferik sinirlere aitti (%5,1). Serebral komplikasyonlar; 20 hastada (%14,1) kognitif (bilişsel) bozukluk ve behavioral (davranış) anormallikler, 3 hastada (%2,2) generalize epilepsi, 1 hastada (%0,74) fokal epileptik nöbetti. Hastalarımızda uyanamama, strok, multifokal infarkt, hipoksik beyin ve ensefalopatiye rastlanmadı. Generalize epilepsi geçiren hastalardan üçünde epilepsi öyküsü vardı. Hastalarımızdan dördünde (%2,9) safen sinir yaralanmasına bağlı lokal parestezi, birinde (%0,74) brakial pleksus yaralanmasına bağlı sol kolda parezi saptandı. Diğer periferik sinir lezyonlarından biri erken dönemde görülen frenik sinir paralizisine bağlı diyafragma elevasyonu (%0,74) diğeri ise nervus laringeus inferior (rekürrent) paralizisine bağlı kalıcı ses kısıklığı (%0,74) idi. Total kardiyopulmoner bypass süresi; serebral komplikasyon gelişen grupta (ört. 91,2±32,2 dakika), serebral komplikasyon görülmeyen gruba göre (ört. 71,9±48,0 dakika) anlamlı olarak daha uzun bulunmuştur (p=0.021).