Yazar "Baş, Volkan" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 6 / 6
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Akut pankreatitli olguların retrospektif değerlendirilmesi(Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2016) Baş, Volkan; Ümit, Hasan C.Bu çalışmada akut pankreatit tanısı ile yatarak tedavi görmüş hastaların demografik özelliklerini, hastalık etiyolojilerini tanımlamak; klinik, laboratuvar ve görüntüleme verilerini inceleyerek son yıllarda tedavi yaklaşımlarında ve hastalık sonuçlarındaki değişiklikleri incelemeyi amaçladık. Çalışmamızda Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Gastroenteroloji Bilim Dalı'nda 01.01.2010 ila 01.08.2015 tarihleri arasında akut pankreatit tanısı ile yatarak tedavi görmüş olan 190 hasta retrospektif olarak incelendi. Hastaların %45.7' si kadın (87 hasta), %54.3' ü erkek (103 hasta) ,yaş ortalaması 58.6±16.7 (18-93) yıldı. Etiyolojide en sık biliyer nedenler saptanırken, bunu sırasıyla idiyopatik ve alkole bağlı pankreatitler izledi. Hastaların 182' sinde (%95.8) akut ödematöz pankreatit, 8' inde (%4.2) ise nekrotizan pankreatit olduğu görüldü. Alkolik pankreatit erkeklerde, biliyer pankreatit kadınlarda daha fazla gözlendi. Tüm hastaların %8.4' ünün ölmüş olduğu saptandı. İleri yaşta şiddet ve mortalitenin arttığı saptandı. CRP düzeyi yüksek olan hastalarda daha fazla organ yetmezliği ve ölüm görüldü. Hastalarda üre, kreatinin, LDH yüksekliği ve kan gazında düşük bikarbonat ile parsiyel karbondioksit basıncı varlığında artmış mortalite tespit edildi. Özellikle APACHE II ve Modifiye Marshall skorlama sistemleri kullanılmasının şiddetli pankreatit ve mortalite öngörüsünde başarılı olduğu izlendi. Nekroz tahmininde Ranson skorunun daha fazla vaka belirleyebildiği tespit edildi. Hastaların yarısının çeşitli nedenlerle antibiyotik kullandığı saptandı. Sonuç olarak; incelediğimiz hasta grubunda etyolojide en sık biliyer nedenlerin olduğunu, pankreas şiddetinin yaş ile birlikte arttığını, etiyolojik nedenler arasında mortalite oranları arasında fark olmadığı görüldü. Klinik skorlama sistemleri ile birlikte özellikle CRP düzeyinin takibinin hastalık gidişini öngörmede önemli olduğu ve antibiyotik tedavisinin sağkalım üzerine etkisi bulunmadığı tespit edildi.Öğe CD11B EXPRESSION IN ACUTE MYELOID LEUKEMIA IS ASSOCIATED WITH HEMOSTATIC COMPLICATIONS AND RESPONSE TO TREATMENT(2020) Baysal, Mehmet Kemal; Ümit, Elif G.; Öztürk, Gökhan; Gülsaran, Sedanur Karaman; Baş, Volkan; Kırkızlar, Hakkı Onur; Demir, Ahmet MuzafferAim: In our study, we aimed to investigate the effects of CD11b expression on myeloblasts on clinical course and prognosis in patients with AML. Materials and Methods: Data of 123 patients diagnosed with AML between 2014-2017 in Trakya University Faculty of Medicine, Department of Hematology, a tertiary referral hospital in the Trakya Region, were evaluated in a retrospective manner. The diagnosis of AML was based on WHO 2016 criteria of Myeloid Neoplasms. Results: Of the 123 patients in our study, 60 were female, and 63 were male. The mean age was 57.93 years. CD11b positivity was observed in 40 patients. Platelet counts were significantly lower in patients with CD11b positivity (p = 0.004). Likewise, D-dimer levels at presentation were higher in the CD11b positive patient group (p = 0.000). Regarding outcomes, patients with CD11b positivity were found to have lower rates of remission with first-line remission induction therapy (p = 0.003). There was no significant relationship between CD11b positivity and overall survival with Kaplan Meier survival analysis (8.5 months in CD 11b positive group, 12.1 months in negative group, p: 0.436). Conclusion: Our study demonstrated that patients with CD11b expression had lower remission rates with remission induction chemotherapy.Öğe Ekstranodal Baş Boyun Diffüz Büyük B Hücreli Lenfomalarının Geriye Yönelik Olarak Değerlendirilmesi ve Nodal Hastalık ile Karşılaştırılması(2021) Kırkızlar, Hakkı; Kırkızlar, Tuğcan Alp; Demirci, Ufuk; Gülsaran, Sedanur Karaman; Baş, Volkan; Ümit, Elif; Demir, AhmetAmaç: Baş boyun bölgesinden nodal veya ekstranodal tutulumlu diffüz büyük B hücreli lenfoma (DBBHL) tanısı alan hastaların klinikopatolojik özellikleri ve toplam sağkalım oranlarını incelemeyi ve karşılaştırmayı amaçladık. Hastalar ve Yöntem: Çalışmaya primer baş boyun bölgesi ekstranodal veya nodal tutulum ile başvuran DBBHL tanılı 52 erişkin hasta alındı. Hastaların demografik, klinik, patoloji, görüntüleme, tedavi, tedavi cevabı ve prognostik indeksleri değerlendirildi. İzlem ve sağkalım sonuçları gözden geçirildi. Bulgular: Hastaların 24’ü ekstranodal, 28’i ise nodal gruba dahil edildi. Nodal ve ekstranodal gruplar karşılaştırıldığında cinsiyet, yaş, Ki67 proliferasyon indeksi, BCL-2 pozitifliği, B semptom varlığı, performans durumu, LDH, prognostik indeksler, 1. basamak tedaviye yanıt açısından fark yoktu. Ekstranodal grupta germinal merkez benzeri B hücre kökeni, BCL-6 pozitifliği, erken evre hastalık nodal gruba göre daha yüksek oranda bulundu ve bu yükseklik istatistiksel olarak anlamlı saptandı (p değerleri sırasıyla 0.010, 0.016, 0.001). Ekstranodal tutulumların dağılımı tonsil (n: 10), tiroid (n: 5), nazofarenks (n: 2), maksiller sinüs (n: 2), parotis bezi (n: 2), nazal (n: 1), dil (n:1) ve bukkal mukoza (n: 1) şeklindeydi. Ortanca sağkalım nodal grupta 37 ay, ekstranodal grupta 43 ay idi. Bu farklılık istatistiksel olarak anlamlıydı (p= 0.022). Sonuç: Ekstranodal tutulum yeri ve sayısı DBBHL’de prognozu belirlemektedir. Çalışmamızda, baş boyun bölgesi primer ekstranodal DBBHL’lerin kökeninin germinal merkez B benzeri hücre yönünde olmasının, semptomların ve görünürlüğünün nodal olanlara göre daha erken olmasının ve dolayısıyla erken tanı ve tedavi şansının olmasının daha iyi sağkalıma neden olduğu sonucuna vardık. Bu nedenle santral sinir sistemi hariç baş boyun bölgesine sınırlı ekstranodal tutulumlar daha iyi bir prognostik belirteç olarak kabul edilebilir.Öğe Genetic Diagnosis of Hereditary Hemorrhagic Telangiectasia: Four Novel Pathogenic Variations in Turkish Patients(2020) Baysal, Mehmet; Demir, Selma; Ümit, Elif G.; Gürkan, Hakan; Baş, Volkan; Gülarslan, Sedanur Karaman; Demir, Ahmet MuzafferAims: Hereditary hemorrhagic telangiectasia is an autosomal dominant disorder characterized by telangiectasia, epistaxis, and vascular malformations. Pathogenic mutations were found in ENG, AVCRL1, SMAD4, and GDF genes. In this study, we present our database of patients with hereditary hemorrhagic telangiectasia regarding the phenotype-genotype relations and discuss two novel ENG gene pathogenic variations in two unrelated families. Methods: Next Generation Sequencing analysis was performed on the peripheral blood of nine patients with hereditary hemorrhagic telangiectasia in four unrelated families. All patients were diagnosed with hereditary hemorrhagic telangiectasia according to the Curaçao criteria. Data on treatment and screenings of visceral involvement were recorded from files. Results: We have found a pathogenic variation in either the ENG or ACVRL1 gene in each family. Two novel pathogenic variations in the ENG gene, including NM_000118.3 (ENG): c.416delC (p.P139fs*24) and NM_000118.3(ENG): c.1139dupT (p.Leu380PhefsTer16), were found in the same family. The NM_000020.2(ACVRL1): c.1298C>T (p.Pro433Leu) pathogenic variation in the ACVRL1 gene in our first family and a novel heterozygous likely pathogenic NM_000020.2(ACVRL1): c.95T>C (p.Val32Ala) variation was found in our second family. Seven of the nine patients were treated with thalidomide for controlling bleeding episodes. All patients responded to thalidomide. In one patient, the response to thalidomide was lost and switched to bevacizumab. Conclusion: In hereditary hemorrhagic telangiectasia, certain types of mutations correlate with disease phenotypes and with next generation sequencing methods. New pathogenic variations can be revealed, which might help manage patients with hereditary hemorrhagic telangiectasiaÖğe Retrospective Analysis of Chronic Myeloid Leukemia Patients in Trakya University School of Medicine(Trakya Üniversitesi, 2019) Akay, Fatih Erkan; Koçyiğit, Beliz; Tan, Berfin; Atlı, Emine İkbal; Baş, Volkan; Kırkızlar, Hakkı OnurAims: This study aims to establish the data; including demographic features, molecular response status, disease characteristics, and survival rate of chronic myeloid leukemia patients treated with tyrosine kinase inhibitors in Trakya University School of Medicine. Methods: In this study, the data of 102 patients over 18 years old who were diagnosed with chronic myeloid leukemia in Trakya University School of Medicine between January 2003-October 2019 were analyzed retrospectively. Data was analyzed using SPSS 23.0.0.0. Results: The total number of patients in the study was 102. There were 95 (93.1%) patients on chronic phase and 6 (5.9%) patients on accelerated phase. Eighty-three (81.4%) of the patients had at least a major molecular response and 17 (16.7%) patients could not achieve at least a major molecular response. Conclusion: As our study showed, first line treatment with imatinib may not be enough for some of the patients to recover and therefore different TKIs such as dasatinib, nilotinib, bo-sutinib, and ponatinib are being used in the treatment of CML. Inadequate response, drug side effects and incompliances are the causes of switching the drug choice. Further studies are needed to thoroughly reveal the epidemiology and treatment regimens.Keywords: Chronic myeloid leukemia, tyrosine kinase, neoplasmsÖğe Ruksolitinib Tedavisinin Aniden Kesilmesi Sonrasında Post-ET Myelofibrozis Bulgularında Alevlenme: Akılda Kalması Gereken Bir Klinik Tablo(2021) Demirci, Ufuk; Gülsaran, Sedanur Karaman; Baş, Volkan; Ümit, Elif; Kırkızlar, Hakkı; Demir, AhmetMiyeloproliferatif neoplazmalar (MPN’ler), kök hücre kaynaklı klonal miyeloproliferasyon ile karakterizedir. Janus kinaz 2 (JAK2) genindeki mutasyonların keşfedilmesinden sonra tedaviler için önemli bir hedef haline gelmiştir. Ruksolitinib kullanımının, sağkalımı arttırması, splenomegaliyi azaltmassı, JAK2 V617F varyant alel sıklığını azaltmasının yanında ayrıca hastalarda JAK1 inhibisyonu ile konstitusyonel semptomlarda önemli iyileşme ve sitokin salınımını azalttığı görülmektedir. Anemi ve trombositopeni gibi yan etkileri nedeniyle tedaviye devam edeilemediği durumlar olabilir. Tedavinin hızla kesilmesinden sonra farklı kliniklerde ilerleyebilen “Ruksolitinib Bırakma Sendromu” adı verilen klinik bir durum ortaya çıkabilir.