Yazar "Öztürk, Levent" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 14 / 14
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Can obstructive apnea and hypopnea during sleep be diff erentiated by using electroencephalographic frequency bands? Statistical analysis of receiver-operator curve characteristics(2011) Uçar, Erdem; Süt, Nejdet; Gülyaşar, Tevfik; Umut, İlhan; Öztürk, LeventAmaç: Elektroensefalografik (EEG) frekans bandlarının uyku apneli hastalarda obstrüktif apne ve hipopne gibi anormal solunum olaylarını ayırt etmede kullanılıp kullanılamayacağını belirlemek üzere bu çalışmayı planladık. Yöntem ve gereç: 20 hastanın polisomnografik kayıtları retrospektif olarak incelendi. EEG kayıtları C4-A1 ve C3-A2 kanallarından alınarak dijital sinyal işleme yöntemlerini kullanan ve çalışma ekibi tarafından geliştirilen bir yazılım ile incelendi. Delta, teta, alfa ve beta frekans bandlarının yüzde değerleri apne ve hipopneleri ayırt edebilmek amacıyla diskriminant ve ROC analizleri kullanılarak değerlendirildi. Bulgular: C4-A1 delta (%) frekans düzeyi en yüksek diskriminatif değeri sağladı (AUC = 0,563; P < 0,001), ancak C4-A1 alfa (%) düzeyi en düşük diskriminatif değeri verdi (AUC = 0,519; P = 0,041). Benzer şekilde, C4-A2 delta (%) frekans düzeyi en yüksek diskriminatif değeri sağlarken (AUC = 0,565; P < 0,001), C4-A2 alfa (%) düzeyi en düşük diskriminatif değeri verdi (AUC = 0,501; P = 0,943). Sonuç: Diskriminant analiz sonucunda, hipopnelerin doğru sınıfl andırılma oranı % 44,8 ve obstrüktif olguların doğru sınıflandırılma oranı % 63,5 oldu. Dört farklı frekans bandı içinde en anlamlı frekans delta idi. Ancak, prediktif değerler anlamlı derecede yüksek değildi.Öğe DNA methylation of the prestin gene and outer hair cell electromotileresponse of the cochlea in salicylate administration(2017) Bulut, Erdoğan; Budak, Metin; Öztürk, Levent; Türkmen, Mehmet T.; Uzun, Cem; Sipahi, TammamBackground/aim: Activity of the prestin gene may have a role in the pathogenesis of salicylate-induced ototoxicity. We investigated DNA methylation for prestin gene exon 1 in salicylate-injected guinea pigs. Materials and methods: Fifteen guinea pigs (30 ears) underwent audiological evaluation including 1000 Hz probe-tone tympanometry and a distortion product otoacoustic emission (DPOAE) test. The animals were randomly divided into three groups. Groups 2 (8 ears) and 3 (14 ears) were injected with intramuscular saline and sodium salicylate (200 mg/kg), respectively twice daily for 2 weeks. Group 1 (8 ears) received no injection. DPOAE measurements were performed at baseline; after 1, 2, 4, and 8 h (acute effect); and after 1 and 2 weeks (chronic effect). After audiological measurements, the animals were sacrificed for DNA isolation. Results: While a significant decrease (P < 0.01) was found for the acute effect in all frequencies in Group 3 according to baseline measurements, there was no difference in terms of chronic effect. DNA methylation increased during the acute phase of salicylate administration, whereas it returned to initial levels during the chronic phase. Conclusion: Salicylate-induced changes in DPOAE responses may be related to prestin-gene methylation. These results may have important implications for salicylate ototoxicity.Öğe The effects of sleep deprivation on insulin, resistin and visfatin levels in healthy humans(2023) Gürel, Elif Ezgi; Ayaz, Lokman; Öztürk, LeventObjective: Sleep deprivation is known to affect circulating insulin and glucose levels which in turn modulate glucose metabolism. However, the mechanism of alterations in glucose homeostasis during sleep deprivation is not known. In this study, we investigated circulating resistin and visfatin levels in response to 40 hours of sleep loss in order to shed light on the above-mentioned mechanism. Methods: This study included 12 healthy young adult subjects (aged between 18-32 years). All participants underwent polysomnographic evaluation and oral glucose tolerance test and then fasting venous blood samples were collected in morning hours. Then, subjects remained awake for 40 hours under actigraphic monitorization. At the end of sleep deprivation, blood samples were collected again. Serum insulin, resistin and visfatin levels were measured in all blood samples. Insulin was determined by chemical immune assay method, whereas resistin and visfatin levels were assayed by ELISA. Results: Compared to baseline, 40-hour total sleep deprivation resulted in a significant increase in serum insulin levels (10.75±7.75 vs 35.98±27.96 IU; p=0.002) and a significant decrease in resistin levels (21.94±7.65 vs 11.71±5.31 IU; p=0.002). Visfatin levels remained unchanged (6.29±3.31 vs 5.43±5.08 IU; p>0.05). Conclusion: These results suggested that short-term total sleep deprivation may lead to insulin resistance which was evidenced by a significant increase in insulin levels independent of resistin. This may contribute to pathophysiology of type 2 diabetes mellitus under conditions of chronic sleep deprivation.Öğe Egzersiz kapasitesini etkileyen patolojik süreçler(2007) Metin, Gökhan; Altan, Mehmet; Öztürk, LeventEgzersiz kapasitesi ve fiziksel aktivite durumu özellikle kardiyovasküler mortaliteyi ve genel mortaliteyi belirleme bakımından iyi bilinen prediktörlerdir. Egzersiz kapasitesini etkileyen patolojik süreçler, kardiyovasküler, pulmoner, hematolojik, miyojenik ve nöropsikojenik kaynaklı olabilir. Hangi nedene bağlı olursa olsun, egzersiz kapasitesinin azalması kişinin yaşam kalitesini bozmakta ve ikincil hastalıklara eğilimini arttırmaktadır. Bu patolojiler tek başına veya birlikte, oksijen ve karbon dioksid gazlarıyla ilgili süreçlerde defektler oluşturarak dispne, ağrı ve yorgunluk nedeniyle egzersiz kapasitesinin sınırlanmasına neden olurlar. Bu yazımızda egzersiz kapasitesini etkileyen patolojik süreçler belli bir sistematik içinde ele alınacak ve egzersiz testlerinin az bilinen kullanım alanlarına değinilecektirÖğe Ergen sporcu kızlarda egzersiz yoğunluğu ve öznel uyku kalitesi ilişkisi(2005) Vardar, Selma Arzu; Vardar, Erdal; Kurt, Cem; Öztürk, LeventAmaç: Bu çalışmada ergen sporcu kızların haftalık egzersiz yoğunluğunun öznel uyku kalitesi üzerindeki etkisi araştırılmıştır. Yöntem: Çalışmaya farklı spor dallarından 16-20 yaş arasında 108 sporcu kız ve kontrol grubu olarak 40 kız alındı. Sporcu grup, yüksek-egzersiz (EE) ve düşük-egzersiz (ee) grubuna ayrıldı. Haftada sekiz saat egzersiz, yüksek ve düşük düzey egzersiz gruplarının belirlenmesinde kesme değeri olarak alındı. Benzer yaşta ve egzersiz yapmayanlar ise kontrol grubunu (kk) oluşturdu. Tüm katılımcılar ayrıntılı genel bilgi formunun yanı sıra, uyku kalitesini değerlendirmek üzere Pittsburgh Uyku Kalitesi Ölçeği (PUKÖ) ve kaygı düzeylerini incelemek amacıyla Spielberger Durumluk ve Sürekli Kaygı Ölçeğini doldurdu. Toplam PUKÖ skoru 5 ve altında olanlar uyku kalitesi “iyi”, 5’in üzerinde olanlar ise uyku kalitesi “kötü” olarak belirlendi. Sonuçlar: EE, ee ve kk grupları yaş ortalamaları ve vücut kitle indeksi ortalamaları bakımından benzer özellikler gösterdi. Gruplar arasında toplam PUKİ skoru istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermedi. Ancak, grupların PUKİ kullanılarak değerlendirilmesi ile yedi bileşenden elde edilen skorlarının karşılaştırılmasında uyku süresi EE ve ee gruplarında, kk grubuna göre anlamlı olarak yüksek bulundu (sırasıyla 479±92, 470±73 ve 424±56 dakika, p<0.01). Spor yapmayan kk grubunun gündüz işlev bozukluğu skoru, EE ve ee gruplarına göre daha yüksek bulundu (sırasıyla 1.64±0.96, 1.16±0.90 ve 0.84±0.80, p<0.01). Tartışma: Çalışmamızda, haftalık egzersiz yoğunluğu farklı olan ergen sporcu kızların öznel uyku kalitesinin benzer olduğu görüldü. Bununla birlikte, egzersiz yapanlarda uyku süresinin kontrol grubuna göre daha uzun olduğu ve gündüz işlev bozukluğunun egzersiz süresi az olan grupta en düşük olduğu görüldü.Öğe Karaciğer hidatik kisti cerrahi tedavisi 80 olguda erken ve geç sonuçlar(Trakya Üniversitesi, 1991) Öztürk, Levent; Altan, Aydın[Abstract Not Available]Öğe Mobil horlama yastığı(2018) Umut, İlhan; Koç, Mehmet Sena; Çentik, Güven; Koçyiğit, Gökhan; Uçar, Erdem; Öztürk, LeventGünümüzde yapılan çalışmalar horlamanın günlük yaşantımızı olumsuz yönde etkilediğini ortaya koymuştur.Bununla beraber horlama sebebiyle doktora başvuran birey sayısının giderek artması bizi bu çalışmayıgerçekleştirmeye yönlendirmiştir. Horlama uykuda görülen bir solunum bozukluğudur ve hem horlayankişiyi hem de aynı ortamda bulunan kişileri rahatsız etmektedir. Horlamanın birçok sebebi olmakla beraberbu sebeplere bağlı farklı tedavi yöntemleri mevcuttur.Gerçekleştirdiğimiz çalışma bir cerrahi müdahale yöntemi değildir. Çalışmamızın amacı yatış bozukluğunabağlı olarak ortaya çıkan horlamaya çözüm bulmaktır. Kişi uyku esnasında horlamaya başladığındabaşucunda veya aynı ortamda duran cep telefonu veya bilgisayar mikrofonu tarafından horlama sesialgılanır. Horlama algılandığında, bu durum bluetooth ile gerçekleştirdiğimiz cihaza gönderilir. Cihaziçerisinde bulunan hava pompası ve valfler yardımıyla yastık içerisinde bulunan hava miktarı değiştirilerekbaşın pozisyonu değiştirilir. Bu şekilde kişinin horlaması kesilmiş olur. Çünkü horlama sırt üstü yatışdurumunda daha fazla ortaya çıkmaktadır.Çalışma ekibi olarak yaptığımız denemelerde uyku kalitesinde fark edilir bir artış olduğu gözlemlenmiştirÖğe Pulling of hair while sleeping: A pediatric case(2010) Görker, Işık; Karasalihoğlu, Serap Tevhide; Öztürk, LeventKişinin kendi kılını karşı konulamaz bir şekilde çekip koparması olarak tanımlanan trikotilomani, DSM-IV-TR'da Başka Türlü Adlandırılamayan Dürtü Kontrol Bozuklukları başlığı altında sınıflandırılmaktadır. Bu davranış, artmış öfke ve kaygı gibi duygular nedeni ile ortaya çıkan gerilimi ortadan kaldırmak için yapılmaktadır. Olgumuz, tüm gece boyunca uyurken saçını koparma ve altını ıslatma bulguları gösteren 11 yaşında erkek çocuğuydu. Ayırıcı tanı için olgumuza tüm gece süresince uyku sırasında polisomnografi uygulanarak, epileptik deşarjların ayırt edilmesi amaçlandı. Sonuçlar normal sınırlarda bulundu. Trikotilomani ön tanısı tartışıldı. Trikotilomaninin parasomni tanısı adı altında değerlendirilmesinin daha uygun olacağı sonucuna varıldı.Öğe Sigarayı bırakmanın fiziksel egzersiz kapasitesi üzerine etkisi(2005) Metin, Gökhan; Yücel, Rıfat; Altan, Mehmet; Öztürk, Levent; Tutluoğlu, BülentEgzersiz, sigarayı bırakmada yardımcı bir yöntem olarak önerilmektedir. Bu noktada, kişilerin taşıdıkları kardiyopulmoner risk faktörlerini saptamak, fiziksel kapasitelerine uygun düzeyde egzersiz reçeteleri oluşturmak ve zaman içinde fiziksel aktivite bakımından kazanılan gelişmeyi objektif olarak ortaya koymak için, egzersiz testlerinin uygulanması giderek önem kazanmaktadır. Bu çalışmada, sigara içmeyi bırakanların kardiyopulmoner egzersiz kapasitelerindeki değişimleri incelemeyi amaçladık. İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi (İ.Ü.C.T.F.) Göğüs Hastalıkları Sigara Polikliniği’ne gönüllü başvuran semptomsuz 39 (25 kadın, 14 erkek) kişinin sigarayı bıraktıkları ilk hafta ve sonraki 10. hafta içinde egzersiz testi sonuçları sunuldu. Egzersiz testi öncesinde akciğer fonksiyon testleri uygulandı. Egzersiz test protokolü, sürekli EKG takibi altında ve bisiklet ergometresinde 20 watt/2 dk’lık artışla maksimum kalp atım sayısının %85’inin üzerine ulaşılmasını hedefledi. Ekspirasyon havasından her solukta gaz analizleri (VO2 ve VCO2) yapılarak 10 saniyelik ortalamalar alındı. Yapılan testlerin hiçbirinde komplikasyonla karşılaşılmadı. Deneklerin bu test protokolünü kolaylıkla tolere edebildiği görüldü. On haftalık sigara bırakma dönemi, maksimum oksijen tüketimi (VO2max), egzersiz süresi ve yapılan iş miktarlarında anlamlı artışa neden oldu (p<0.01; p<0.001; p<0.001). Kilo ve vücut kitle indekslerinde anlamlı artış (p<0.01; p<0.01) bulundu. Sigara içenlerin kardiyopulmoner egzersiz testini komplikasyonsuz tolere edebileceği, sigara bırakmanın aerobik kapasiteyi on hafta gibi kısa bir sürede artırabileceği sonucuna varıldı.Öğe SUBJECTIVE SLEEP QUALITY IN QUITTERS VERSUS NONQUITTERS ON A TOBACCO SMOKING CESSATION PROGRAM(2022) Aydın, Derya; Karlıkaya, Haydar Celal; Öztürk, LeventSleep related factors may affect compliance of tobacco smokers to a cessation program. This study was designed to assess sleep quality among individuals who were at least 1 year smoking free versus individuals who failed to quit smoking. Material and Method In total, 682 individuals who were on a smoking cessation program between March 2004 and February 2011 were examined for suitability and invited by phone call for this cross-sectional study. Of those, 106 patients (Male/Female, 67/39) agreed to participate and included to the final analysis. Pittsburgh Sleep Quality Index scores, respiratory function test results, and carbon monoxide measurements were compared between quitters (n=42) and non-quitters (n=64). Results Based on Pittsburgh Sleep Quality Index scores, the rate of good sleepers was 23.8% in quitters and 7.8% in non-quitters (p<0.01). This difference was independent of body weight change. In fact, weight gain more than 10% of the initial body weight was present in 52% of quitters versus 8% of non-quitters (p<0.01). Both study groups were comparable in terms of respiratory function tests. Conclusion Subjective sleep quality was better in quitters when compared to the individuals who failed to quit smoking on a smoking cessation program. Improvement of sleep quality may be used as an additional motivation issue in subjects who are willing to stop smoking.Öğe Tam ve kısmi uyku yoksunluğunda vücut sıcaklığı ve uykululuk düzeyi arasındaki ilişki(2006) Öztürk, Levent; Vardar, Selma Arzu; Bulut, Erdoğan; Kurt, Cem; Yaprak, MevlütAmaç: Uykuya bağlı vücut sıcaklığı değişiklikleri ve çevresel sıcaklığın uyku üzerine etkileri, uyku ve vücut sıcaklığı düzenlenme mekanizmalarının iç içe olduğunu düşündürmektedir. Bu çalışmada tam ve kısmi uykusuzluk koşullarında vücut sıcaklığı değişimleri ile uykululuk düzeyleri arasındaki ilişki araştırıldı. Çalışma Planı: Etik onayÖğe Vardiyalı çalışanlarda huzursuz bacaklar sendromu ve subjektif uyku kalitesi(2012) Gülser, Nihat; Öztürk, Levent; Top, Mehemet Şerif; Asil, Talip; Balcı, Kemal; Çelik, YahyaAmaç: Vardiya-nöbet sistemi ile çalışmaya bağlı uyku bozukluğu; uyku-uyanıklık döngüsü ile uyku ve uyanıklığı sağlayan içsel süreçler arasındaki uyumsuzluğa bağlı bir sirkadiyen ritm bozukluğudur. Yöntem: Bu çalışmaya aynı kurumda çalışan 770 sağlık çalışanı alındı. Olgular iki gruba ayrıldı. 385 olgu gündüz, 385 olgu ise gece+gündüz mesaisinde çalışmaktaydı. Tüm olgulara ''International Restless Legs Syndrome Study Group'' tarafından belirlenen 4 sorudan oluşan minimal tanı kriterleri testi uygulandı. Uyku bozukluğunu tespit etmek amacı ile tüm olgulara Pittsburgh Uyku Kalitesi İndeksi anketi uygulandı. Bulgular: Seksen üç (%10,77) olguda HBS saptandı. HBS'li olguların 53'ü nöbet tutanlar grubunda, 30'u ise kontrol gurubunda idi. HBSli nöbet tutan olguların subjektif uyku kaliteleri, uykuya dalma süreleri, toplam uyku süresi, gündüz işlevselliğin daha fazla etkilendiği ve toplam Pittsburgh Uyku Kalitesi İndeks puanının daha yüksek olduğu bulundu. Nöbet tutmayan olguların %14,08'inde, ayda 5-7 nöbet tutanların %22,2'sinde, 8-10 nöbet tutanların %87,18'inde uyku kalitelerinin bozukluğu saptandı. Sonuç: HBS gece vardiyasında çalışanlarda daha sık görülen, insanın ruhsal durumunu ve sosyal yaşamını olumsuz etkileyen bir hastalıktır. Vardiyanöbet sistemi ile çalışmak sirkadiyen uyku bozukluğunun önemli bir nedenidir. (Nöropsikiyatri Arflivi 2012; 49: 281-285)Öğe The way of “Adipocentric thinking” in the pathophysiology of disease(2012) Öztürk, LeventThe worldwide epidemics of obesity and related disorders such as type-2 diabetes mellitus, hypertension, atherosclerosis, metabolic syndrome and sleep apnea as well as obesity related cancer have focused attention on adipobiology. Human body comprises two types of adipose tissue namely brown and white adipose tissue (WAT). Brown adipose tissue is specialized for heat production by non-shivering thermogenesis whereas white adipose tissue serves as the main energy reservoir. However, understanding of the physiology of WAT changed over the past decade by definition of its secretory products which are collectively termed adipokines. As Trayhurn stated in detail “they are highly diverse in terms of physiological function including classical cytokines [e.g. tumour necrosis factor-alpha (TNF-alpha), interleukin (IL-6)], growth factors [e.g. transforming growth factor-beta (TGFbeta)], satiety hormon (leptin) and proteins of the alternative complement pathway (adipsin); they also include proteins involved in the regulation of blood pressure (angiotensinogen), vascular hemostasis [e.g. plasminogen activator inhibitor- 1 (PAI-1)], lipid metabolism (e.g. retinol binding protein, cholesteryl ester transfer protein), glucose homeostasis (e.g. adiponectin) and angiogenesis (e.g. vascular endothelial growth factor)”1. Endocrine effects of adipocyte-secreted substances has been suggested to be the pathophysiologic link between health and disease in many disorders. Most of these adipocyte-derived secretory products were extensively studied in the pathophysiology of various diseases2-6. Evidence suggest that adipokines may also contribute to pathophysiology of several diseases as paracrine mediators besides endocrine action. The pathophysiologic link between adipocyte penumbra and the disease includes mesenteric fat and Crohn's disease, mammary gland-associated adipose tissue and breast cancer, periadventitial fat (tunica adiposa) and atherosclerosis, periprostatic adipose tissue and prostate cancer, and infrapatellar fat pad and osteoarthritis. Obese state is characterized by a chronic low-grade inflammation. Furthermore, the site of inflammation induced by adipokines may be local or systemic (i.e. paracrine or endocrine). In this issue Chaldakov et al.,7 discussed paracrine importance of adipose tissue and brought about cultivation of an “adipocentric thinking” which places adipose tissue-generated inflammation at the very heart of pathophysiologic basis of disease. They state that maintaining the balance between pro-inflammatory and anti-inflammatory adipokines requires yin-and-yang model of adipocyte secretion. Furthermore, they discuss adipoparacrinology of atherosclerosis, breast and prostate cancer. Again, an emerging field coming with emerging hope.Öğe Yanıtını arayan eski bir soru: Niçin uyuruz?(2007) Öztürk, LeventUyku karmaşık, yüksek derecede organizasyon gösteren, birçok iç ve dış faktörden etkilenen, belli dönemlerinde beyinin uyanıklık kadar aktif olduğu, geri dönüşümlü bir bilinçsizlik ve seçici yanıtsızlık özellikleri gösteren bir süreçtir. Uyku fizyolojisi konusundaki bilgilerimizin hızla artması ve uykuyu oluşturan mekanizmaların çoğunun aydınlatılmasına rağmen uykunun işlevi, diğer deyişle “niçin uyuruz?” sorusunun yanıtı gizemini korumaktadır. Uyku ile ilgili birçok hipotez ileri sürülmesine rağmen bunlardan hiçbirisi uyku araştırmacılarını inandıracak düzeyde deneysel kanıt sağlayamamıştır. Bu hipotezler arasında, enerjinin korunması, beyin detoksifikasyonu, beyin termoregülasyonu, doku yenilenmesi, öğrenme ve bellek oluşumu sayılabilir. REM uykusunun tanımlanmasından sonra bu uyku dönemi ile öğrenme ve bellek pekiştirme arasında bağlantı olduğunu gösteren önemli çalışmalar yapılmıştır. Ancak, uyku olmadan öğrenme mümkün görünmekte, her uyku dönemini mutlaka bellek pekiştirmesinin takip edip etmediği bilinmemekte ve insanlarda bellek pekiştirmesine olan gereksinim uyku oluşması için gerekli ve yeterli bir nedendir denilememektedir. Son dönemde ileri sürülen ilgi çekici hipotezlerden biri de uykunun beyinde sinaptik ağırlığı düzenlediğini savunan sinaptik homeostasis hipotezidir. Bu hipoteze göre uyanıklık süresince beyinde kortikal devrelerde sinaptik potansiasyon olmaktadır; bu potansiasyon yavaş dalga aktivitesi ile ilişkilidir; yavaş dalga aktivitesi sinaptik büyümeyi eski haline getirecek şekilde sinaptik küçülme sağlamaktadır. Elli yıllık araştırmaya rağmen uykunun işlevi ile ilgili söylenebilen ve herkesin hemfikir olduğu tek açıklama şudur: uykululuğu engellemek için uyuruz. Böyle bir bakış açısı, “acıkmayı engellemek için yemek yeriz” ya da “susamamak için su içeriz” açıklamaları kadar umutsuz görünmektedir. Uyku tıbbının kurucularından Allen Rechtschaffen, yukarıdaki açıklama için şöyle söylemektedir: Bu doğru ise uyku, doğanın yaptığı en büyük hatalardan biridir.