Yazar "Özçelik, Fatih" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 16 / 16
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Akut inferior miyokard infarktüsünde sirkumfleks arter ve sağ koroner arter tıkanmasının giriş elektrokardiyogramından ayırımı(1999) Kürüm, Turhan; Türe, Mevlüt; Özçelik, Fatih; Özbay, Gültaç; Korucu, Cengiz; Eker, Hüseyin; Öztekin, ErhanBu çalışmada inferior akut miyokard infarktüsü (AMİ) geçirmekte olan hastaların giriş elektrokardiyografilerinden infarktüsten sorumlu arteri (İSA) tahmin etmek için veya koroner arter hastalığının yaygınlığının İSA'i tahmin etme yeteneğini değiştirip değiştirmeyeceğini tayin etmek için giriş EKG'sinin anjiyografik bulgularla karşılaştırılması amaçlanmıştır. İnferior AMİ (DII, DIII, ve/veya aVF'de (1 mm ST-segment elevasyonu) nedeniyle yatırılan 151 hastadan 137 olguya AMİ sonrası ilk 14 gün içinde anjiyografik tetkik uygulandı. DI, aVL ve V1'den V6'ya kadar olan derivasyonlarda 1 mm ST-segment yüksekliği veya depresyonu araştırıldı. Koroner anjiyografi standart yöntemlerle yapıldı. (% 50 çap stenozu olan damarlar belirlendi. İSA'in sirkumfleks (Cc) veya sağ koroner arter (RCA) olmasına göre 2 ana grup oluşturuldu. Bu gruplar koroner arter hastalığının yaygınlığının EKG üzerine etkisini değerlendirmek için 4 alt gruba bölündü. İlk altgrup tek damar tutulumu olarak Cc veya RCA'dan oluştu. İkinci altgrup Cc veya RCA'nın İSA olması koşuluyla tek ve iki damar tutulumlarını kapsadı. Üçüncü altgrup tek, iki ve üç damar tutulumundan oluştu. Dördüncü altgrup sadece Cc+RCA veya RCA+Cc tutulumlarını kapsadı. İki ana grupta ve dört alt grupta İSA Cc olduğunda V1 veya V2'de ST depresyonunun olması RCA tutulumuna göre anlamlı derecede fazla bulundu (p:0.044, p:0.04, p:0.045, p:0.048, sırasıyla). İSA'in Cc olması durumunda V1 veya V2'de ST depresyonu bulunmasının sensitivitesi sırasıyla %100, %91, %84 ve %83, spesifitesi %47, %41, %37 ve %36, negatif prediktif değeri %100, %96, %88 ve %87 olarak bulundu. Sonuç olarak inferior AMİ bulguları gösteren hastalarda V1 veya V2'de ST-segment depresyonunun varlığı Cc tutulumu için duyarlı bulundu, ancak özgül bulunmadı. V1 veya V2'de ST-segment depresyonu yokluğunda Cc tutulumunun olmaması yüksek negatif prediktif değeri olarak elde edildi ve Cc tutulumunun mevcut koroner arter hastalığının yaygınlığından etkilenmediği görüldü.Öğe Akut major pulmoner embolinin rekombinant doku plazminojen aktivatörü ( rt-PA ) ile başarılı tedavisi(1999) Karlıkaya, Celal; Kılıçlı, Şahin; Yüksel, Mahmut; Uluçay, Vildan; Özçelik, Fatih; Çermik, T. FikretAkut major pulmoner embolili hastalarda erken ölüm ve maluliyet riski yüksektir. Acil servise akut major emboli kliniği ile başvuran, EKG ve ekokardiografı ile kanıtlanan akut 'Kor Pulmonale'si olan ve hemodinamik olarak stabil olmayan, sonradan yüksek olasılıklı perfüzyon/ventilasyon sintigrafisi ile pulmoner embolisi teyid edilen hastaya 2 saatte IV 100 mg rekombinant doku plazminojen aktivatörü (rt-PA) verildi. İki saat içinde vazopressör gereksinimi olmaksızın hemodinamik stabilizasyon sağlandı. Akciğer perfüzyonu tedavinin 1, 4, 16. günlerinde ve 10. haftasında akciğer perfüzyon sintigrafısi ve karbonmonoksit diffüzyon kapasitesi ile izlendi. Tedaviye bağlı herhangi bir yan etki ve komplikasyon saptanmadı. Akut majör pulmoner embolide rt-PA'nın oldukça etkili, hızlı, güvenilir ve olasılıkla maliyet-etkin bir tedavi olduğu düşünüldü.Öğe Akut myokard enfarktüsünde eritrosit arjinaz aktivitesinin önemi(2006) Gökmen, Selma Süer; Yıldız, Reyhan; Özçelik, Fatih; Aktaş, Zihni; Gülen, ŞendoğanArjinaz (L-Arjinin amidinohidrolaz; EC 3.5.3.1) memelilerin karaciğerinde amonyağın detoksifikasyonundan sorumlu üre döngüsünün son enzimidir. Karaciğer dışı memeli dokularında arjinazın hücrelere glutamik asid, prolin ve poliaminlerin biyosentezinde önemli bir metabolit olan ornitini sağladığı bilinir. Bu çalışmanın amacı; akut myokard infarktüslü hastalarda infarktüsten 24 saat, 48 saat ve 10 gün sonra eritrosit arjinaz aktivitesinde bir değişim olup olmadığını myokard hücre hasarının belirteçleri olan serum aspartat aminotransferaz (AST), laktat dehidrojenaz (LDH) ve kreatin kinaz-MB (CK-MB) aktiviteleri ile birlikte incelemektir. Çalışmaya akut myokard infarktüsü teşhisi konulmuş 49 hasta ve 35 sağlıklı birey dahil edildi. Arjinaz aktivitesi Geyer ve Dabich metodu kullanılarak, AST, LDH ve CK-MB aktiviteleri ise otoanalizörde ticari kit ile ölçüldü. Bulgularımız, akut myokard infarktüslü hastaların hem eritrosit arjinaz hem de kardiyak belirteç enzim aktivitelerinin infarktüsün ilk gününde yükseldiğini, ikinci günde kontrol grubuna göre yine yüksek olmakla birlikte ilk güne göre bir düşme gösterdiğini ve 10.günde ise LDH dışında tümünün kontrol seviyelerine indiğini göstermiştir. İnfarktüsten 24 saat, 48 saat ve 10 gün sonra eritrosit arjinaz aktivitesindeki değişimin izlenmesinin myokard infarktüsü tanısı koymada faydalı olabileceğini düşünüyoruz.Öğe Anterior veya antero-inferior akut miyokard infarktüsünde giriş elektrokardiyogramının çok damar hastalığını öngörmedeki değeri(1999) Eker, Hüseyin; Öztekin, Erkan; Özbay, Gültaç; Kürüm, Turhan; Özçelik, Fatih; Korucu, CengizBu çalışmada anterior akut miyokard infarktüsü (AMİ) ve anterior-inferior AMİ sırasında hastaların giriş EKG'lerinde infarktüsten sorumlu arter veya çok damar hastalığının tahmin edilmesi için giriş EKG'si ile koroner anjiyografik bulguların karşılaştırılması amaçlanmıştır. Üç yıl içerisinde anterior AMİ tanısı ile yatırılan 86 hasta çalışmaya alındı. Hastalar prekordiyal derivasyonlarda en az komşu iki derivasyonda >1 mm ST-segment elevasyonunun bulunmasıyla birlikte DII, DIII, aVF'den en az ikisinde >1 mm ST-segment elevasyonu veya ST-segment depresyonu göstermelerine göre değerlendirildi. Anjiyografi ilk 14 gün içinde yapıldı ve koroner arterlerde en az > % 50 darlık bulunması dikkate alındı. Hastalar damar tutulumu olarak sol ön inen arter (LAD) veya çok damar hastalığı olanlar şeklinde gruplandırıldı. Çok damar hastalığı LAD+Sirkumfleks arter (Cc) veya LAD+sağ koroner arter (RCA) veya LAD+Cc+RCA birlikteliği olarak kabul edildi. Buna göre a) inferior resiprok gösteren anterior AMİ'lü hastalar, b) inferior elevasyon gösteren anterior AMİ'lü hastalar, c) anterior AMİ geçiren bütün hastalar inferior bölgede ST-segment değişikliklerine göre LAD veya çok damar tutulumu bakımından incelendi. İnferior resiprok gösteren anterior AMİ'de aVL (p: 0.017) ve V6'da (p: 0.01) ST-segment depresyonu görülmesi çok damar hastalığı lehine olarak anlamlı bulundu. İnferior elevasyon gösteren anterior AMİ'lü iki grup arasında ST segment yüksekliği bakımından damar tutulumlarını öngörmede derivasyonlar arasında istatistiksel bir farklılık tesbit edilmedi. Anterior AMİ geçiren bütün olgular incelendiğinde DI, aVL, V4, V5 ve V6'da ST-segment depresyonunun bulunması çok damar hastalığı lehine istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p: 0.04, p: 0.03, p: 0.02, p: 0.04, p: 0.0009, sırasıyla). Sonuç olarak inferior resiproklu anterior AMİ geçiren hastalarda anterolateral derivasyonlarda ST-segment depresyonu bulunmasının, çok damar hastalığını giriş elektrokardiyografisinden öngörmede yararlı olacağı kanaatine varıldı.Öğe Brugada sendromunda tanı, klinik seyir ve tedavi yaklaşımı(2005) Tatlı, Ersan; Gül, Çetin; Sürücü, Hüseyin; Özçelik, FatihTanımlanabilen yapısal kalp hastalığı olmayan ancak elektrokardiyografi (EKG)’de sağ dal bloğu ve V1-V3 derivasyonlarında ST segment yükselmesi gözlenen hastalar ventriküler fibrilasyon gelişme riski taşımaktadır. Brugada Sendromu polimorfik ventriküler aritmi ataklarını takiben ani kardiyak ölüm epizodu veya tekrarlayan senkop ataklarından oluşmaktadır. Genellikle yapısal kalp hastalığı ile birlikteliği yoktur. En sık 4. dekadda ve erkek cinsiyette izlenir. Patofizyolojisinde hücre membranında voltaj bağımlı Na+ kanalını kodlayan SCN5A gen mutasyonları sorumlu tutulmaktadır. Gen mutasyonu Na+ kanallarının erken inaktivasyonuna neden olarak miyokard membranının her iki tarafında voltaj farkının oluşmasına sebep olmaktadır. Bu mutasyon aynı zamanda bazı Kalıtsal Aritmojenik Hastalıklara da (Uzun QT Sendromu, Brugada Sendromu, Lenègre Hastalığı, Ani İnfant Ölüm Sendromu) neden olmaktadır. Sağ prekordiyal derivasyonlarda (V1-V3) sağ dal bloğu ile birlikte ST yüksekliğinin olması sendromun tipik EKG bulgusudur. Belirgin olmayanlarda ilaç testi yapılarak ST yüksekliği ortaya çıkarılabilir. Aile hikayesinde ani ölüm olanlar ve senkop geçirenler kardiyak ölüm açısından en riskli bireylerdir. Bu tür hastalara elektrofizyolojik çalışma yapılmalı, çalışma neticesi ventriküler aritmi (VT, VF) gelişenlerin tedavisi derhal planlanmalıdır. İlaç tedavisi olarak kinidin önerilebilir, ancak ICD daha üstün görülmektedir. Amiodaron ve/veya beta blokerler bu hastaları ani ölümden koruyamadığı için implante edilebilen kardiyoverter defibrilatör tek tedavi seçeneği gibi görülmektedir. Bu makalede Brugada sendromunun tanısı, klinik değerlendirmesi ve tedavi stratejisi tartışılmaktadır.Öğe A Case Report of Spontaneous Coronary Artery Dissection(Trakya Üniversitesi, 2018) Özdemir, Yusuf Can; Elmacı, Kubilay; Özçelik, FatihAims: Spontaneous coronary artery dissection is a random rupture of the coronary artery wall, which may leadto ischemia of the heart tissue. 30% of the cases are male patients. The aim of this article is to report a patient withspontaneous coronary artery dissection, raise awareness and extend the literature.Case Report: A 43-year-old male patient was presented to Trakya University Hospital with a complaint of persistentchest pain. The patient underwent coronary angiography, revealing spontaneous coronary artery dissection inthe left anterior descending artery and circumflex artery.Conclusion: In this case report, we demonstrated the diagnosis of spontaneous coronary artery dissection withcoronary angiography. Our patient had the most common dissection, left anterior descending artery, right coronaryartery and left main coronary artery. Only medical therapy could be started for the patient due to his voluntary discharge.Öğe Genç erkek ve kadınlarda akut miyokard infarktüsü sıklığı ve koroner anjiyogramlarında cinse bağlı farklılıklar(1999) Kürüm, Turhan; Eker, Hüseyin; Özçelik, Fatih; Altun, Armağan; Demir, Muzaffer; Özbay, GültaçBu çalışmada, kırk yaşından önce akut miyokard infarktüsü (AMİ) geçiren erkek ve kadınların/coroner anatomisini, klinik özelliklerini, risk faktörlerini ve doğal inhibitor eksikliğini değerlendirmek amaçlanmıştır. Ocak 1995- Aralık 1998 tarihleri arasında koroner bakım ünitesine AMI nedeniyle yatırılan 1344 hasta arasında 40 yaş ve altında olan genç erkek ve kadınlar çalışmaya alındı. Her hasta için hipertansiyon (HT), diabetes mellitus (DM), sigara kullanımı, aile öyküsü ve hiperkolesterolemi gibi risk faktörleri araştırıldı. Koagülasyon bozukluğu yönünden Antitrombin III (AT III), protein C (PC), Protein S (PS) gibi doğal inhibitörler, takip hastalarında (n:14 erkek) araştırıldı. Kadın hastalar için adet durumu veya menapozal öykü sorgulandı. Koroner anjiografi ve sol ventrikülografi standart tekniklerle yapıldı. Enfarktüs yerleşimi, hasta damar sayısı, tıkalı damarı olan hasta sayısı, her bir cinsiyet için kaydedildi. Olguların 956'sı (%71) erkek, 3887 (%29) kadın idi. Kırk yaş veya 40 yaşından küçük hastaların sayısı 49 (%3.6) olarak bulundu. Bu olguların 8'i (%2) kadın, 4ü (%4.3) erkek idi (p:0.048). Her iki cins arasında HT, DM, aile öyküsü, sigara kullanımı bakımından fark yoktu. Hiperkolesterolemi erkeklerde kadınlardan daha fazla bulundu (p:0.04). Kadın hastaların beşinde (62%) 1-damar hastalığı, üçünde (38%) 2 damar hastalığı vardı. On dört erkek olguda (34%) koroner arterler normal olup, 17 (41%) hastada 1-damar hastalığı, 10 (24%) hastada 2-damar hastalığı bulundu. AMİ geçiren erkek hastalarda normal koroner arter, kadın hastalara göre anlamlı olarak fazla bulundu (%34 vs %0, p:0.05). Her iki cinste 3-damar hastalığı veya sol ana koroner hastalığı saptanmadı. Hiç bir kadın hasta menapoza girmemişti. İki kadın hasta oral kontraseptif kullanıyordu. Doğal inhibitor eksikliği olarak 1 hastada AT III, 3 hastada PC eksikliği bulundu. Sonuç olarak, genç hastalarda AMİ sıklığı kadınlarda erkeklere göre daha düşük bulunmuştur. Normal koroner arter ve risk faktörü olarak hiperkolesteroleminin varlığı AMİ geçiren erkek hastalarda, kadın hastalara göre daha fazla tespit edilmiştir. Doğal inhibitor eksikliği AMİ etyolojisinde sık olarak bulunmuştur.Öğe Kararsız anjina pektoris ile başvuran tip 2 diyabetes mellituslu olgularda anjiyografik bulguların değerlendirilmesi(2002) Tatlı, Ersan; Yıldız, Mustafa; Gül, Çetin; Öztekin, Erkan; Özçelik, Fatih; Özbay, GültaçAMAÇ: Bu çalışmada kararsız anjina pektoris kliniğine sahip, Tip 2 diyabetes mellitus (DM)'lu olgularla diyabetes mellitusu olmayan olgular arasında klinik ve anjiyografik özellikleri açısından fark olup olmadığı araştırıldı. GEREÇ VE YÖNTEM: Kararsız anjina pektoris (AP) kliniğiyle kliniğimize başvuran, daha önce miyokard infarktüsü geçirmemiş 71 erkek, 29 kadın olmak üzere ardışık 100 vaka çalışmaya alındı. Olgular kararsız AP'i olup DM'u olan (grup1) ve olmayan (grup 2) grup olarak ikiye ayrıldı. Tamamına koroner anjiyografi ve sol ventrikülografi uygulandı. Koroner arterlerde %70'in üzerinde darlık tespit edilmesi kritik ve klinik tablodan sorumlu lezyon olarak kabul edildi. Olgular risk faktörleri, anjiyografik bulgular ve revaskülarizasyon açısından incelendi. BULGULAR: Grup 1, 30 erkek (%61), 19 kadın (%39); grup 2, 41 erkek (%81), 10 kadın (%19) vakadan oluşmaktaydı. Grup 1'de kadın hasta sayısı anlamlı olarak daha fazlaydı (p=0.03). Grup 2'de sigara tüketimi anlamlı olarak yüksekti (p=0.02). Grup 1'de olguların 24'ünde (%48) üç damar, 10'unda (%21) tek damar hastalığı, grup 2'de ise 26'sında (%52) tek damar, 13'ünde (%25) üç damar hastalığı saptandı (p=0.001). SONUÇ: Kararsız AP'li diyabetik hastalarda üç damar hastalığı oldukça sık görülürken tek damar hastalığına daha az sıklıkta rastlanmaktadır. Bu nedenle kararsız AP kliniğiyle başvuran diyabetik hastalarda tanı ve tedavi aşamasında daha titiz olunmalı, koroner anatomileri erken dönemde dikkatle gözden geçirilmelidir.Öğe Kardiyolojik sendrom X'li hastalarda nisoldipin ve ramipril'in anti-iskemik ve anti-anginal etkileri(1998) Özçelik, Fatih; Altun, Armağan; Özbay, GültaçÇalışmamızda; kardiyolojik sendrom X'li hastalarda nisoldipin ve ramiprilin anti-iskemik ve anti-anginal etkisini araştırdık. Kardiyolojik sendrom X tanısı (stabil angina pektoris, pozitif efor testi, negatif ergonovin testi ve normal koroner anjiyografi) konulan 18 hastaya (7 erkek, 11 kadın; yaş ortalaması 46$pm$10 yıl) iki haftalık ilaçsız dönem sonunda 2x5mg/gün nisoldipin 4 hafta süre ile verildi. Aynı hastalara 2 haftalık ikinci ilaçsız dönem sonunda 1x2.5 mg ramipril 4 hafta süre ile verildi. Her dönemin sonunda modifiye Bruce protokolü ile treadmill egzersiz testi uygulandı. Nisoldipin ve ramipril tedavisi sonunda angina pektoris oluşma süresi (p=0.006, p=0.02), total egzersiz süresi (p=0.0008, p=0.02) ve ortalama metabolik eşitlik (p=0.0016, p=0.01) arttı. Egzersizde 1mm ST segment çökmesi oluşma süresi (p=0.002) nisoldipin tedavisi sonunda uzadı. ST segment çökmesinin normale dönme süresi (p=0.016, p=0.012), haftalık angina pektoris sayısı (p=0.00, p=0.028) ve dilaltı nitrit tüketim sayısı (p=0.00, p=0.012) nisoldipin ve ramipril tedavisi sonunda azaldı. Sonuç olarak; 10mg/gün nisoldipin ile 2.5 mglgün ramiprilin kardiyolojik sendrom X'li hastalarda olumlu anti-iskemik ve anti-anginal etkiye sahip olduğunu saptadık.Öğe Koroner kalp hastalığında serum sialik asid düzeyleri(2000) Kılıçlı, Gülseven; Özçelik, Fatih; Gökmen, Süer Selma; Gülen, Şendoğan; Birsin, AtillaAtherosklerotik hastalık endotelin, albümin, fibrinojen ve LDL-kolesterol gibi plazma proteinlerine artmış geçirgenliği ile karakterize olan lezyona eğilimli bölgelerinde oluşur. Son yıllarda bazı araştırıcılar tarafından koroner kalp hastalarının serum sialik asid düzeylerinde bir artışın bulunduğu ve sialik asidin kardiovasküler bir risk faktörü olabileceği ileri sürülmektedir. Bu hastalarda gözlenen sialik asid düzeylerindeki artış atherosklerozda artmış lipoprotein desialilasyonundan kaynaklanabilir. Bu çalışmada koroner kalp hastalarının serumunda arttığı bildirilen sialik asid düzeyleri ile tıkalı damar sayısı arasında bir ilişkinin varlığı araştırılarak, sialik asid düzeylerindeki artışın koroner atherosklerozdaki rolü irdelenmiştir. Periferal kan örnekleri hastalardan anjiografi öncesi alınmış olup, anjiografi sonuçlarına göre hastalar üç gruba ayrılmıştır: damarı tıkalı olmayan hastalar (N damar hastaları), bir damarı tıkalı olan hastalar (1 damar hastaları) veiki-üç damarı tıkalı olan hastalar (2-3 damar hastaları). Serum sialik asid düzeyleri Warren tarafından tanımlanmış olan tiyobarbitürik asid metodu ile tayin edilmiştir. Sağlıklı grup ile karşılaştırıldığında N damar, 1 damar ve2-3 damar hastalarının total kolesterol (her üç hasta grubu için p<0.01), trigliserid (N damar ve 2-3 damar hastaları için p<0.01, 1 damar hastaları için p<0.001), LDL-kolesterol (N damar hastaları için p<0.05, 1 damar hastaları için p<0.01, 2-3 damar hastaları için p<0.001) ve. VLDL-kolesterol (N damar hastaları için p<0.01, 1 damar ve 2-3 damar hastaları için p<0.001) düzeyleri anlamlı olarak daha yüksek, HDL-kolesterol(N damar hastaları için p<0.01, 1 damar ve 2-3 damar hastaları için p<0,001) düzeyleri daha düşüktü. Total sialik asid düzeyleri de N damar, 1 damar ve 2-3 damar hastalarında sağlıklı gruba göre daha yüksek bulundu (her üç hasta grubu için p<0.001). Sialik asid düzeyleri ayrıca N damar hastalarına göre hem 1 damar hastalarında (p<0.01) hem de 2-3 damar hastalarında (p<0.001) daha yüksek olarak bulundu. 2-3 damar hastalarının serum sialik asid düzeylerindeki artış da 1 damar hastalarına göre daha fazlaydı (p<0.01). Sonuç olarak bu çalışma ile koroner kalp hastalarının serum total sialik asid düzeylerindeki artışın tıkalı damar sayısı ile orantılı olduğunu ve sialik asid düzeylerindeki artışın koroner atherosklerozda önemli rolü olabileceğini söyleyebiliriz.Öğe Miyokard infarktüsünden sonra gelişen iskemik stroklar(2002) Utku, Ufuk; Ekuklu, Galip; Birgili, Özlem; Özçelik, Fatih; Turgut, NildaMiyokard infarktüsünden (MI) sonra iskemik strok riskinin artış gösterdiği bilinmektedir. Az sayıda çalışmada, MI sonrası strok sıklığı, MI lokalizasyonu ile olan ilişkisi ve iskemik strokun prognozu incelenmiştir. Çalışmamızda iskemik stroklu hastalarımızdan, akut MI sonrası altı hafta içinde strok gelişenlerinde klinik, kardiyolojik ve radyolojik özellikler kontrol grubu ile karşılaştırılarak araştırılmıştır. Ocak 1997-Haziran 2001 tarihleri arasında, kliniğimize akut iskemik strok nedeniyle yatırılarak izlenen 2276 vakadan, son 6 hafta içerisinde MI geçiren 23'ü (%1.01) çalışmaya alınmıştır. Kontrol grubu oluşturulurken her hasta ile benzer özellik gösteren, MI öyküsü olmayan 2 akut iskemik stroklu hasta rasgele olarak seçilmiştir. Her iki grup yaş, cins, risk faktörleri, klinik bulgular, strok etyolojisi ve prognoz özelliklerine göre karşılaştırılmıştır. Ayrıca hasta grubunda kardiyolojik muayene, EKG ve ekokardiyografi ile MI özellikleri incelenmiştir. İncelenen değişkenlerden sadece strok etyolojisi (hasta grubunda kardiyoemboli %82.6, kontrol grubunda %47.8; p<0.05, hasta grubunda küçük damar hastalığı %0, kontrol grubunda %9 p<0.05) ve klinik bulgular (hasta grubunda TACI+PACI %56.5, kontrol grubunda %34.8 p<0.05) farklılık gösterirken, yaş, cins, diğer risk faktörleri ve prognoz yönünden bir farklılık bulunmamıştır. Hasta grubumuzun %47.8'inde anterior, %43.4'ünde inferior lokalizasyonda MI tespit edilmiştir. Bu çalışmada da gösterildiği gibi Ml'dan sonra gelişen iskemik strok diğer iskemik stroklardan bazı klinik ve radyolojik farklılıklar göstermektedir. Ayrıca MI lokalizasyonu iskemik strok gelişiminde belirleyici bir faktör olarak belirlenmektedir.Öğe Myokard infarktüslü hastalarda total sialik asidin diagnostik önemi(2000) Kılıçlı, Gülseven; Gülen, Şendoğan; Gökmen, Süer Selma; Özçelik, Fatih; Birsin, AtillaSialik asid (N-asetil neuraminik asid) memelilerde yaygın olarak bulunan açillenmiş bir neuraminik asid türevi olup, genellikle glikoprotein ve glikolipidlerin karbonhidrat zincirlerinin indirgen olmayan ucunda terminal olarak yer alır. Serum total sialik asidin kardiovasküler bir risk faktörü olduğu ve yükselmiş düzeylerin artmış kardiovasküler mortalite ve serebrovasküler hastalıkla ilişkili olduğu gösterilmiştir. Bu çalışmanın amacı myokard infarktüsünün başlamasından 24 saat sonra (1.gün), 48 saat sonra (2.gün) ve 72 saat sonra(3.gün) serum total sialik asid düzeylerindeki ve myokard hücresindeki hasarın göstergesi olan laktat dehidrogenaz, kreatin kinaz ve aspartat aminotransferaz enzim düzeylerindeki değişimi inceleyerek sialik asid ölçümünün myokard infarktüsünün teşhisinde alternatif bir moleküler marker olarak kullanılıp kullanılamayacağını irdelemektir. Myokard infarktüslü hastaların periferal kan örnekleri infarktüsün l.günü, 2.günü ve 3.günü Kardiyoloji Anabilim Dalı'ndan sağlandı. Total sialik asid Warren tarafından tanımlanan tiyobarbitürik asid metodu ile, laktat dehidrogenaz,kreatin kinaz ve aspartat aminotransferaz enzimatik olarak tayin edildi. Hasta grubundaki 1, 2. ve 3. güne ait serum total sialik asid ve enzim düzeyleri kontrol grubu ile karşılaştırıldığında anlamlı olarak daha yüksek bulundu. Ayrıca infarktüsün 1, 2. ve 3. günlerine ait serum total sialik asid düzeyleri incelendiğinde infarktüsün l.gününe göre 2.gününde, 2.gününe göre ise 3. gününde bu artışın daha fazla olduğu saptandı. Laktat dehidrogenaz düzeylerinde de l. güne oranla infarktüsün 2. ve 3. günlerinde anlamlı bir yükselme vardı, ancak 2. ve 3. günlerdeki laktat dehidrogenaz düzeyleri arasında anlamlı bir fark bulunamadı. Kreatin kinaz düzeyleri ise infarktüsün 2.gününe göre 3.gününde anlamlı bir düşme gösterdi, ancak 3. gündeki kreatin kinaz düzeyleri kontrol grubu ile karşılaştırıldığında yine de daha yüksekti. Sonuç olarak myokard infarktüsünün ilk üç gününde serum total sialik asid düzeylerinde gittikçe artan bir yükselme olduğunu ve serum total sialik asid ölçümünün myokard infarktüsünün teşhisinde alternatif bir moleküler marker olarak kullanılabileceğini söyleyebiliriz.Öğe On sekiz yaşında bir olgu nedeni ile genç miyokard infarktüslerinin değerlendirilmesi(2001) Tatlı, Ersan; Gül, Çetin; Yıldız, Mustafa; Özçelik, Fatih; Özbay, GültaçGençlerde akut koroner sendrom seyrek olarak görülmektedir ve ateroskleroz bu vakalarda nadiren akut koroner sendromdan sorumludur. Miyokard infarktüsü geçiren genç populasyonun %25 kadarında koroner arterler normal olarak saptanmaktadır. Miyokard infarktüsü geçiren ve koroner arterleri normal olan hastalarda en sık rastlanan risk faktörü sigara kullanımıdır. Bu tür vakalarda etiyolojinin aydınlatılması için yaşlı koroner arter hastalarına oranla daha ileri laboratuvar tetkiklerine başvurulmalıdır. Etiyolojik tanı kesinleştirilememesine rağmen "genç yaşta ve normal koroner arter anatomisi ile akut miyokard infarktüsü geçirmesi" nedeni ile konunun irdelenmesi açısından bu olgu sunulmuştur.Öğe Sendrom X'li hastalarda Nisoldipin ve Ramipril'in anti-iskemik ve anti-anginal etkileri(Trakya Üniversitesi, 1996) Özçelik, Fatih; Özbay, GültaçÖZET Sendrom X tanısı; angina pektoris, egzersiz elektrokardiyografide 1 mm üzerinde ST segment çökmesi, normal koroner anjiografi ve negatif ergonovin testi ile konulur. Göğüs ağrısı ile birlikte geçici ST segment değişikliklerinin saptanması ağrının kardiyak kökenli olduğunu gösterir, azalmış koroner akım rezervinin gösterilmiş olması mikrovasküler disfonksiyonun varlığını kanıtlar. Mikrovasküler disfonksiyon arteriolcr veya pre-arterioler damarlarda olabilir, pre-arterioler konstruksiyon veya yetersiz dilatasyon arteriolde basınç düşmesine neden olarak iskemiye yol açar. Alışılmış anti-iskemik ilaçlar ile sendrom X'li hastalarda göğüs ağrısı genelde kontrol edilemez. P blokerler ve kalsiyum kanal blokerleri ile yapılan klinik çalışmalar farklı sonuçlar vermiştir. Tezin amacı sendrom X'li hastalarda nisoldipin ve ramiprilin anti-iskemik ve anti-anginal etkisini araştırmaktır. Sendrom X tanısı konulan 18 hastaya (7 erkek, 11 kadın) 2 haftalık wash-out periyodunu takiben nisodipin 5 mgx2/gün 4 hafta süre ile verildi. Daha sonra 2 haftalık wash-out periyodu tekrarlanarak aynı hastalara ramipril 2.5 mgxl/gün 4 hafta süre ile verildi. Tüm hastalara wash-out periyodu sonrası ve ilaç tedavilerinin son günü modifiye Bruce protokolü ile treadmill egzersiz testi uygulandı. Nisodipin tedavisi sonrasında 7 parametrede (angina ortaya çıkma süresi, 1mm ST depresyonu oluşma süresi, total egzersiz süresi, ST normale dönme süresi, haftalık angina sayısı, haftalık nitrit tüketimi sayısı, MET), ramipril tedavisi sonrasında ise 6 parametrede (angina ortaya çıkma süresi, total egzersiz süresi, ST normale dönme süresi, haftalık angina sayısı, haftalık nitrit tüketimi sayısı, MET) anlamlı iyileşme görüldü. Sonuç olarak 10 mg/gün nisoldipin ve 2.5 mg/gün ramiprilin sendrom X'li hastalarda yeterli ve eşit düzeyde anti-iskemik ve anti-anginal etkiye sahip oldukları saptandı.Öğe Senkopla başvuran bir olgu nedeniyle primer pulmoner hipertansiyonlu olguların değerlendirilmesi(2002) Tatlı, Ersan; Karahasanoğlu, Erhan; Kaldır, H. Mesut; Aktaş, Zihni; Özçelik, Fatih; Özbay, GültaçPrimer pulmoner hipertansiyon, oldukça nadir görülen bir tablodur. Klinik muayene ile şüphe edilir ancak, teşhisi ayrıntılı kalp ve akciğer incelemesinden ve pulmoner hipertansiyonun sekonder formlarının ekarte edilmesinden sonra kesinleşir. Prognoz, bireyden bireye değişmekle birlikte genelde kötüdür. Bu yazıda, kliniğimize senkop ile başvuran ve primer pulmoner hipertansiyon tanısı konan olgu nedeniyle konunun irdelenmesi amaçlanmıştır.Öğe Trakya Bölgesi'nde görülen 45 perikardit olgusunun etyoloji, tanı ve tedavi yönünden değerlendirilmesi(2000) Eker, Hüseyin; Öztekin, Erkan; Özbay, Gültaç; Kürüm, Turhan; Özçelik, Fatih; Korucu, Cengiz1995-1998 yılları arasında Kardiyoloji servisine effüzyonlu perikardit tanısı alarak yatırılan olgular etyoloji, tanı ve tedavi yöntemleri yönünden geriye dönük olarak değerlendirildi. Yirmi iki kadın, 23 erkek, toplam 45 olgu çalışmaya alındı. Olguların yaşları 14 ile 90 yaş (ortalama 45.8±19.2 yaş) arasında değişmekte idi. Etyoloji olarak en sık tüberküloz perikardit, viral perikardit ve neoplastik perikardit tesbit edildi. Altı olguda neden bulunamadı. Tanı ve/veya tedavi amacıyla 28 hastaya toplam 33 kez perikardiyosentez yapıldı. Dört hastada perikardiyosentez sırasında kardiyak rüptür oldu. Bu olgulardan biri işlem sırasında, biri postoperatif 10.günde öldü. Olguların 14'üne kardiyosentez sonrası cerrahi girişim (tüp drenajı, perikardiyektomi veya perikardiyo plevral pencere) uygulandı. Cerrahiye verilen bir hasta ameliyat sırasında inferior vena cava rüptürü nedeniyle öldü. Perikardiyosentez komplikasyonu %8, perikardiyosentez komplikasyonuna bağlı mortalite %4, cerrahi mortalite %7 ve toplam mortalite %6 olarak bulundu. Bölgemizde en sık perikardit nedenlerinin tüberküloz perikardit, viral perikardit ve neoplastik perikardit olduğu görüldü. Perikardiyosentezin daha fazla major komplikasyon oluşturmasına rağmen mortalite üzerine etkisi cerrahiden daha düşük bulundu.