DSpace@Trakya: Trakya University Institutional Repository
https://dspace.trakya.edu.tr:443/xmlui
DSpace dijital arşiv sistemi toplar, depolar, dizinler, korur ve dijital araştırma materyallerini dağıtmaya aracılık eder.2024-03-28T13:26:39ZTrakya Üniversitesi Tıp Fakültesi doktorlarının vitamin reçeteleme durumlarının değerlendirilmesi
http://dspace.trakya.edu.tr/xmlui/handle/trakya/8840
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi doktorlarının vitamin reçeteleme durumlarının değerlendirilmesi
Güney, Burcu
Bu çalışma ile, doktorların vitamin reçete etmelerini etkileyen faktörleri tespit etmek,
vitaminler ve beslenme hakkındaki bilgilerini saptamak ve vitamin reçeteleme davranışları hakkında
bilgi
sahibi
olmak
amaçlanmıştır.
Katılımcılardan sözlü onam alınarak, araştırmacılar tarafından hazırlanan anket formunu
doldurmaları
istenmiştir.
Reçete
düzenlenmeyen
birimlerde
çalışmak
(Temel
Tıp Bilimleri,
Halk
Sağlığı,
vb.)
ve
reçete
düzenlemiyor
olmak
hariç
bırakma
kriterleri
olarak
belirlenmiştir.
Çalışmaya
katılmaya
gönüllü
olan
368
doktor
çalışmamıza
dahil
edilmiştir.
Hazırlanan
anket
formu toplam 40 sorudan oluşmakta olup soruların 7’si sosyodemografik bilgilere; 13
soru beslenme bilgisine; 13’ü doktorların vitamin reçete etme hakkındaki tutumlarına; 7’si doktorların
vitamin
reçeteleme
davranışlarını
etkileyen
faktörlere
yöneliktir.
Katılımcıların % 54,6’sı kadın ve % 45,4’ünün erkek olduğu görüldü. Araştırmamıza
katılan doktorların %76,6’sı araştırma görevlisi ve %23,4’ü doktor öğretim üyesi, doçent doktor
ve
profesör
doktordu.
Araştırmamıza katılan doktorların % 65,8’i nadiren, % 25,3’ü hiçbir zaman, % 9’u sıklıkla
hastalarına
vitaminleri takviye olarak reçete edip önerdiğini belirtmiştir. Çalışmamızda
hastalara doktorlar tarafından en sık takviye olarak önerilen vitaminler; D vitamini (% 62.5), C
vitamini (% 56,3) ve B12 vitamini (% 54,9) olmuştur. Çalışmamıza katılan doktorların vitamin
reçete ederken en sık başvurdukları kaynak ilaç rehberleri olarak saptanmıştır. Yine vitamin
kullanan hastalarında herhangi bir yan etki ile karşılaşılması durumunda ilk başvurdukları kaynağın
Ulusal
Zehir
Danışma
Merkezi
olduğu
saptanmıştır.
Çalışmamızda 36 yaş üzeri doktorlar, meslekteki hizmet süresi 11 yıl ve daha fazla olan
doktorlar ve dahili birim doktorları vitaminlerle ilgili bilgi sorularına daha fazla doğru cevap
vermişlerdir. Mesleki tecrübenin, yaş ve çalışılan birim faktörlerinin bilgi düzeyini etkilediği
düşünülmüştür.
Çalışmamızda doktorların tamamına yakını hastalarına vitaminlerle ilgili beslenme önerisinde
bulunduğunu
belirtirken,
sadece
%10’1’i
kendini
vitaminlerle
ilgili
beslenme
bilgisi
bakımından
tam
olarak
yeterli
görmektedir.
Yine
doktorların
dörtte
üçüne
yakın
bir
oranı
tıp
fakültesinde
vitaminlerle
ilgili
yeterli
beslenme
eğitimi
almadıklarını
düşünmektedir.
Çalışmamızda kadın doktorların vitamin takviyesi kullanımının fazla olduğu saptanmıştır.
Yine
doktorlar
vitamin
takviyesi
talep
eden
hasta
ve
hasta
yakınlarının
daha
çok
kadın
olduğunu
belirtmişlerdir.
Çalışmamıza katılan doktorların % 82,9’unun hayatında en az bir kez vitamin kullanmış
olduğu saptanmıştır. Doktorların kendilerinin en sık kullandıkları vitaminler ise C vitamini (%
35,3), D vitamini (% 20,7), B12 vitamini (% 14,1) olarak saptanmıştır. Kendileri düzenli her
gün vitamin takviyesi kullanan doktorların, hastalarına vitamin takviyesi önerme durumunun,
hiç vitamin kullanmayan doktorlara göre anlamlı olarak yüksek olduğu saptanmıştır.
Çalışmamızdan elde ettiğimiz veriler değerlendirildiğinde; çalışmamıza katılan doktorların
büyük
çoğunluğunun
vitaminleri
nadiren
takviye
olarak
reçete
edip
önerdiklerini
söyleyebiliriz.
Bu
durumda
doktorların
akılcı
vitamin
kullanımına
uygun
davrandıkları
düşünülmektedir.
Kadınların
vitaminlere
olan
ilgi
ve
eğilimi
hakkında
yeni
çalışmalara
ihtiyaç
vardır.
Toplumdaki
diğer
bireyler
gibi
doktorlarında
yüksek
oranda
vitamin
takviyesi
aldığı
görülmektedir.
Tıp
fakültesi
eğitiminde,
mezuniyet
sonrası
hizmet
içi
eğitimlerde
ve
araştırma
görevlisi
doktor
eğitim müfredatında vitaminlerle ilgili beslenme eğitimine ağırlık verilmesi faydalı olacaktır.; In this study, it was aimed to determine the factors affecting the prescribing of vitamins
by doctors, to determine doctors’ knowledge about vitamins and nutrition, and to have
knowledge about vitamin prescribing behaviors.
Verbal consent was obtained from the participants and they were asked to fill the questionnaire
which
was
prepared
by
the
researchers.
Working
in
non-prescription
units
(Basic
medical
sciences,
public
health,
etc.)
and
not ordering
prescriptions
were
determined
as
exclusion
criteria.
368
doctors
who
volunteered
to
participate
were
included
in
our
study.
The
prepared
questionnaire
consists
of
40
questions
in
total;
7
of
which
are
based
on
sociodemographic
information;
13
questions
on
nutrition
knowledge;
13
on
doctors'
attitudes
about
prescribing
vitamins;
7 of them
address
the factors
affecting
the
vitamin
prescribing
behavior
of
doctors.
It was seen that 54.6% of the participants were female and 45.4% were male. Of the
doctors participating in our study, 76.6% were research assistants and 23.4% were assistant
professors, associate professors, and professors.
Sixty-five point eight percent of the doctors stated that they rarely prescribed and recommended
vitamins
to
their
patients
as
supplements,
25.3%
answered
as
never
and
9%
answered
as
frequently. In our study, the most frequently recommended vitamins were vitamin D
(62.5%), vitamin C (56.3%), and vitamin B12 (54.9%). It was determined that the most frequently
referenced
source
when
prescribing
vitamins
was
drug
handbooks.
It
was
determined
that
the
National
Poison
Counseling
Center
was
the
first
consulted
source
in
case
of
any
side
effects.
In our study, physicians over 36 years of age, physicians with 11 years or more of service
in the profession, and Internal Medicine Sciences physicians gave more correct answers about
vitamins. It was thought that professional experience, age, and working unit affect the level of
knowledge.
While almost all of the doctors in our study stated that they made nutritional recommendations
to
their
patients
about
vitamins,
only
10.1%
of
them
consider
themselves
sufficient
in
terms
of
nutritional
information
about
vitamins.
Nearly
three-quarters
of
the
doctors
think
that
they
do not receive
adequate
nutrition
education
about
vitamins
in the
medical
faculty.
In our study, it was determined that the use of vitamin supplements by female doctors
was high. In addition, doctors stated that patients and their relatives who requested vitamin
supplements were mostly women.
It was determined that 82.9% of the doctors participating in our study had used vitamins
at least once in their lives. The most frequently used vitamins by the doctors were found to be
vitamin C (35.3%), vitamin D (20.7%), and vitamin B12 (17.4%). It was determined that the
physicians who regularly use vitamin supplements every day, recommend vitamin supplements
to their patients significantly higher than the physicians who do not use any vitamins.
When the data we obtained from our study are evaluated; We can say that the majority
of the doctors who participated in our study rarely prescribed and recommended vitamins as
supplements; it is thought that doctors act in accordance with the rational use of vitamins. There
is a need for new studies on women's interest and tendency towards vitamins. Like other individuals
in
the
community,
doctors
seem
to
take
high
levels
of
vitamin
supplements.
It
would
be
beneficial
to focus on nutrition education about vitamins in medical school education, postgraduate
in-service
training,
and
research
assistant
doctor
training
curriculum.
2021-01-01T00:00:00ZDikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu tanılı çocuklarda tedavinin uyku paternine etkisinin aktigrafik uyku analizi ile değerlendirilmesi
http://dspace.trakya.edu.tr/xmlui/handle/trakya/8839
Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu tanılı çocuklarda tedavinin uyku paternine etkisinin aktigrafik uyku analizi ile değerlendirilmesi
Demirci Şipka, Begüm
Bu çalışmada dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu tanılı çocukların uyku
özelliklerinin sağlıklı kontrollerin uyku özellikleri ile karşılaştırılması yapılmış, dikkat eksikliği
hiperaktivite bozukluğu grubunun metilfenidat tedavisi öncesi ve sonrasındaki uyku özellikleri
değerlendirilmiştir. Uyku değerlendirmeleri sırasında subjektif ve objektif uyku değerlendirme
yöntemleri kullanılmıştır.
Çalışmamız, Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı
ve Hastalıkları Polikliniği’ne Eylül 2020-Mart 2021 tarihleri arasında başvuran ve dikkat
eksikliği hiperaktivite bozukluğu-bileşik tip tanısını yeni alan 30 olgu ve Trakya Üniversitesi
Tıp Fakültesi Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Polikliniği’ne Eylül 2020-Mart 2021
tarihleri arasında başvuran ve çalışmamızın kontrol grubuna dahil edilme kriterlerini karşılayan
30 sağlıklı kontrol ile yapılmıştır.
Çalışmada katılımcıların aileleri tarafından Çocuklar İçin Uyku Bozuklukları Ölçeği,
Conner’s Anababa Derecelendirme Ölçeği, Pittsburg Uyku Kalitesi İndeksi, Çocukluk Dönemi
Kronotip Anketi, Uyku Hijyen İndeksi ve Uyku Günlüğü doldurulmuştur. Eştanıların
dışlanması amacıyla katılımcılara Okul Çağı Çocukları için Duygulanım Bozuklukları ve
Şizofreni Görüşme Çizelgesi-Şimdi ve Yaşam Boyu Versiyonu – DSM 5-Türkçe Uyarlaması
uygulanmıştır. Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu ve kontrol grubundaki çocukların
dominant olmayan el bileklerine aktigrafi cihazı takılarak 48 saat boyunca aktigrafi kaydı
alınmıştır. Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu grubu için ölçekler, uyku günlüğü ve
aktigrafi kaydı 1 aylık metilfenidat tedavisi öncesi ve sonrası olmak üzere 2 kez tekrarlanmıştır.
Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu grubunun aileleri tarafından kontrol grubuna
kıyasla daha fazla uyku sorunu bildirilmiştir. Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu
grubunun toplam uyku süresinin daha kısa olduğu ve uyku memnuniyetlerinin daha az olduğu
saptanmıştır. Metilfenidat tedavisi sonrasında dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu
semptomlarında anlamlı düzeyde azalma olduğu ancak aktigrafik uyku parametrelerinde
anlamlı değişiklik saptanmadığı görülmüştür.
Çalışmamızın sonuçları dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu tanılı çocukların daha
çok uyku sorunu yaşadıklarını ancak metilfenidat tedavisinin uyku paternini olumsuz
etkilemediğini göstermiştir.; In this study, the sleep characteristics of children who are diagnosed with attention
deficit hyperactivity disorder were compared with the sleep characteristics of a control group
of healthy children, and the sleep characteristics of the attention deficit hyperactivity disorder
group before and after methylphenidate treatment were evaluated.
The subjects for attention deficit hyperactivity disorder group are selected from patients
who have been to Trakya University Faculty of Medicine Child and Adolescent Psychiatry
Department between September 2020-March 2021 and newly diagnosed with attention deficit
hyperactivity disorder- combined type, whereas the subjects for control group are selected from
patients who have been to Trakya University Faculty of Medicine Department of Pediatrics
between 2020 and March 2021 and met the criteria for inclusion in the control group of our
study.
In the study, the families of participants filled the Children Sleep Disorders Scale,
Conner's Parent Rating Scale, Pittsburg Sleep Quality Index, Childhood Chronotype
Questionnaire, Sleep Hygiene Index and Sleep Diary. In order to exclude comorbidities,
Affective Disorders and Schizophrenia Interview Schedule-Now and Lifetime Version-DSM
5-Turkish Version for School-Age Children was applied to the participants. The actigraphy
device was attached to the non-dominant wrists of the children in attention deficit hyperactivity
disorder and control groups, and actigraphy was recorded for 48 hours. The scales, sleep diary
and actigraphy recording were repeated twice for the attention deficit hyperactivity disorder
group, before and after 1 month extended-release methylphenidate treatment.
More sleep problems were reported by the families of the attention deficit hyperactivity
disorder group compared to the control group. It is found that the total sleep time of the patient
group was shorter, and their sleep satisfaction was lower. After methylphenidate treatment,
there was a significant decrease in the symptoms of attention deficit hyperactivity disorder in
the post-treatment group, but no significant change in actigraphic sleep parameters.
The results of our study show that children who are diagnosed with attention deficit
hyperactivity disorder have more sleep problems, but methylphenidate treatment does not
adversely affect the sleep pattern.
2021-01-01T00:00:00ZDiyabetik retinopatili hastalarda intravitreal enjeksiyonunun etkisinin ön segment optik koherens tomografi ile değerlendirilmesi
http://dspace.trakya.edu.tr/xmlui/handle/trakya/8838
Diyabetik retinopatili hastalarda intravitreal enjeksiyonunun etkisinin ön segment optik koherens tomografi ile değerlendirilmesi
Çınar, Abdulkadir Can
Diabetes mellitus tüm dünyada en sık rastlanan endokrin hastalıktır. Değişik
toplumlarda görülme sıklığının %1-2 olduğundan bahsedilmektedir. Diyabetik hastalarda
yapılan araştırmalarda, korneada değişiklikler, katarakt, sklerada değişiklikler, retinal kapiller
iskemik değişiklikler, makula ödemi ve iskemisi, optik nöropati, vitreus hemorajisi, traksiyonel
retina dekolmanına kadar değişebilen birçok patoloji görülmüştür. Çalışmamızın amacı ana
bilim dalımıza başvuran farklı seviyelerde tanı ve tedavi almış diyabetli hastalardaki korneal,
limbal, skleral değişiklikleri hem birbirleriyle hem de kontrol grubu ile kıyaslayarak ön
segment optik koherens tomografi yardımıyla değerlendirmektir.
Trakya üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Göz Hastalıkları Ana Bilim Dalı’nda Ocak
2020-Ocak 2021 arasında DR tanısıyla takip ve tedavi edilen hastaların dosya kayıtları
retrospektif olarak incelenmiştir. Hastalara diyabetik retinopati tanısı ve optik koherens
tomografi fundus floresein anjiografi ile konulmuştur. Göz tutulumu olmayan diyabetli 20
hastanın 20 gözü, diyabetik makuler ödemi olmayan non-proliferatif diyabetik retinopatili 25
hastanın 25 gözü, non-proliferatif diyabetik retinopatisi olan, diyabetik makuler ödem izlenen
ve intravitreal enjeksiyon öyküsü olmayan 29 hastanın 29 gözü, non-proliferatif diyabetik
retinopatisi olan, diyabetik makuler ödemi nedeniyle 3 doz intravitreal bevacizumab uygulanan
21 hastanın 21 gözü, non-proliferatif diyabetik retinopatisi olan, diyabetik makuler ödemi
nedeniyle 3 doz intravitreal bevacizumab uygulanan ve sonrasında intravitreal deksametazon
implant uygulanan 20 hastanın 20 gözü, hiçbir sistemik ve oküler hastalığı olmayan 20 hastanın
20 gözünün kayıtları geriye dönük olarak incelenmiştir. Hastalarımızın her birine Snellen eşeli
ile en iyi düzeltilmiş görme keskinliği alınmış, biyomikroskopik muayenesinde gözyaşı krılma
zamanı bakılmış, Schirmer testi uygulanmış ve oküler yüzey hastalık indeksi anketi yapılmıştır.
Daha sonra hastalarımıza önce optik koherens tomografi çekimi eğitimli teknisyen tarafından
uygulanmıştır. Yine aynı teknisyen ile ön segment optik koherens tomografi ölçümleri 4
kadrandan sklera, temporal limbal epitel ve santral kornea ölçümleri alınarak kaydedilmiştir.
Bu ölçümler arasında otomatik olmayan ölçümler aynı hekim tarafından manuel olarak 3
tekrarlı ölçülmüş ve ortalamaları kayıt altına alınmıştır.
Çalışmamızda diyabetli hastalarla kontrol grubu karşılaştırıldığında Schirmer testi,
gözyaşı kırılma zamanı ve oküler yüzey hastalık indeksi skorunda anlmalı fark mevcuttur.
İntravitreal enjeksiyon yapılan hastalarda enjeksiyon yapılan kadranlarda hem diğer gruplara
göre hem de diğer üç kadranın ortalamasında göre anlamlı olarak incelme görülmüştür. Ayrıca
diyabeti olan tek bir grupta epiretinal membran ve seröz makula dekolmanı olan hastalarda
klinik muayene bulgularının istatistiksel olarak anlamlı olarak daha kötü olduğu bulunmuştur.
Bu sonuçlar diyabetli hastalarda ön segment bulgularında sağlıklı hasta grubuna göre
kuru göz benzeri semptomlarda istatistiksel olarak anlamlı artış olduğunu göstermiştir. Ayrıca
intravitreal enjeksiyon yapılan kadranda skleral incelme saptanmıştır. Tek bir diyabetik grupta
da olsa retinal inflamatuar belirteçlerin ön segment değişikliğiyle birliktelik gösterebileceğini
saptadık.
Sonuç olarak intravitreal enjeksiyon yapılırken kadran değiştirmek faydalı olabilir.
Diyabetik hastalarda ön segment patolojileri açısından dikkatli olmak gereklidir.; Diabetes mellitus is the most common endocrine disease worldwide. It is mentioned that
the incidence is 1-2% in different societies. Many pathologies ranging from corneal changes,
cataracts, scleral changes, retinal capillary ischemic changes, macular edema and ischemia,
optic neuropathy, vitreous hemorrhage, tractional retinal detachment have been observed in
studies on diabetic patients. The aim of our study is to evaluate the corneal, limbal, and scleral
changes in diabetic patients who applied to our department with different levels of diagnosis
and treatment, with the help of anterior segment optical coherence tomography, by comparing
them with each other and with the control group.
The file records of the patients who were followed up and treated with the diagnosis of
diabetic retinopathy between January 2020 and January 2021 in the Department of
Ophthalmology at Trakya University Medical Faculty Hospital were retrospectively reviewed.
Diabetic retinopathy was diagnosed with optical coherence tomography and fundus fluorescein
angiography. 20 eyes of 20 patients with diabetes without ocular involvement, 25 eyes of 25
patients with non-proliferative diabetic retinopathy without diabetic macular edema, 29 eyes of
29 patients with non-proliferative diabetic retinopathy, diabetic macular edema and no
intravitreal injection history, 29 eyes of non-proliferative diabetic retinopathy , 21 eyes of 21
patients who received 3 doses of intravitreal bevacizumab for diabetic macular edema, 20 eyes
of 20 patients with non-proliferative diabetic retinopathy, who received 3 doses of intravitreal
bevacizumab for diabetic macular edema and then intravitreal dexamethasone implant, 20 eyes
of 20 patients without any systemic or ocular disease Records of 20 eyes were analyzed
retrospectively. The best corrected visual acuity was obtained with the Snellen chart for each
of our patients, the tear break time was measured in the biomicroscopic examination, the
Schirmer test was applied, and the ocular surface disease index questionnaire was performed.
Then, optical coherence tomography was applied to our patients by a trained technician.
Anterior segment optical coherence tomography measurements were recorded by the same
technician by taking sclera, temporal limbal epithelium and central cornea measurements from
4 quadrants. Among these measurements, non-automatic measurements were measured
manually by the same physician in 3 repetitions and their averages were recorded.
In our study, when the diabetic patients were compared with the control group, there
was a significant difference in Schirmer test, tear break-up time and ocular surface disease index
score. In patients who received intravitreal injection, a significant thinning was observed in the
injected quadrants compared to both the other groups and the average of the other three
quadrants. In addition, in a single diabetic group, clinical examination findings were found to
be statistically significantly worse in patients with epiretinal membrane and serous macular
detachment.
These results showed that there was a statistically significant increase in dry eye-like
symptoms in patients with diabetes compared to the healthy patient group in anterior segment
findings. In addition, scleral thinning was detected in the quadrant of intravitreal injection. We
found that retinal inflammatory markers could be associated with anterior segment changes,
even in a single diabetic group.
As a result, it may be beneficial to change quadrants during intravitreal injection. It is
necessary to be careful in terms of anterior segment pathologies in diabetic patients.
2021-01-01T00:00:00ZHekimlerin estetik uygulamalardan doğan sorumluluğunun doktrindeki görüşler ve 2011-2019 yılları arasında verilen Yargıtay kararları doğrultusunda değerlendirilmesi
http://dspace.trakya.edu.tr/xmlui/handle/trakya/8837
Hekimlerin estetik uygulamalardan doğan sorumluluğunun doktrindeki görüşler ve 2011-2019 yılları arasında verilen Yargıtay kararları doğrultusunda değerlendirilmesi
Gezer, Taylan
Bu çalışmada, Türkiye Cumhuriyeti Yargıtay Başkanlığı Hukuk Dairelerinin, karar tarihi
itibariyle 1 Ocak 2011-31 Aralık 2019 tarihleri arasındaki estetik uygulamalara ilişkin kararları
incelenerek estetik girişimlerde hekimin hukuki sorumluluğunun araştırılması planlamıştır.
Hekimin cezai sorumluluğuna ilişkin kararlar araştırmaya dahil edilmemiştir. Ayrıca estetik
uygulamalarda hekim-hasta arasındaki hukuki ilişkinin eser sözleşmesi olup olmadığı; eser
sözleşmesine ilişkin hükümler, tıbbi müdahale kavramı ve tıbbi müdahalenin hukuka uygunluk
şartları, kamu hizmeti ve sağlık hizmeti kavramları üzerinden tartışılmıştır.
Uyuşmazlık konusu olan Plastik, Rekonstrüktüf ve Estetik Cerrahi olgularının %34’ünün
meme estetiği girişimi olduğu ve bunu her biri %22 oranında olmak üzere karın estetiği ve
burun estetiği girişimlerinin izlediği; diş hekimliği olgularının ise %35,7’sinin Protez, %31’inin
implant girişimleri olduğu tespit edildi.
Yargıtay’ın, yerel mahkeme kararlarının %96’sını bir veya birden fazla gerekçeyle
bozduğu ve yerel mahkemenin aksine kararlarının %86’sında hekim-hasta arasındaki
sözleşmeye eser sözleşmesi yaklaşımını benimsediği görüldü.
Yargıtay’ın tüm bozma gerekçelerinin %38,6’ünün yetersiz bilirkişi raporu gerekçesi
olması, yerel mahkeme ve Yargıtay’ın estetik uygulamalara hukuki yaklaşımlarının farklı
olmasından kaynaklandığı düşünüldü. Nitekim Yargıtay da kararlarında, bilirkişi raporlardaki
yetersizliğin, çoğunlukla raporların eser sözleşmesine göre hüküm kurmaya elverişsiz
olmasından kaynaklandığını ifade etmektedir. Yargıtay’ın, hastanın aydınlatılıp
aydınlatılmadığına ilişkin değerlendirmenin yapılmamasını da bilirkişi raporlarında bir eksiklik
olarak görmesi ve tüm bozma gerekçelerinin %15,9’unun hastanın aydınlatılmaması gerekçesi
olması nedeniyle estetik girişimlerden önce hastanın yeterince aydınlatılması önem arz
etmektedir.
Her ne kadar Yargıtay endikasyon ve sonuç taahhüt edilmeye elverişlilik açısından bir
ayrıma gitmese de salt güzelleştirme amacıyla yapılan uygulamalar olarak tanımladığımız
estetik girişimlere ve diş hekimliğinin endikasyon dahilinde yapılsa da sonuç taahhüt edilmeye
elverişli girişimlerine eser sözleşmesi hükümlerinin uygulanması gerektiği kanaatindeyiz.; In this study, it was planned to investigate the legal responsibility of the physician in
aesthetic practises by examining the civil chambers of the Supreme Court decisions about
aesthetic practises between January 1, 2011 and December 31, 2019 in Turkey. Decisions
regarding the criminal liability of the physician were not included in this study. In addition,
whether the legal relationship between the doctor and the patient in aesthetic practices is a
contract of construction over the laws regarding the contract of construction, the concept and
legality of medical intervention, concepts of public and health service are discussed.
It is stated that 34% of the Plastic, Reconstructive and Aesthetic Surgery cases that are
the subject of dispute are breast aesthetics and this is followed by liposuction/abdominoplasty
and rhinoplasty at a rate of 22% each; It was determined that 35.7% of dentistry cases were
prosthesis and 31% were implant practises.
It was seen that the Supreme Court gave a 96% decision of reversal for one or more
reasons and contrary to the local court, it adopted the contract of construction approach to the
contract between the physician and the patient in 86% of its decisions.
It was thought that 38.6% of all the decisions of reversal of the Supreme Court were due
to insufficient expert report, because of the different legal approaches of the local courts and
the Supreme Court to aesthetic practices. As a matter of fact, the Supreme Court states in its
decisions that the inadequacy in the expert reports is mostly due to the fact that the reports are
unsuitable for establishing a judgment according to the contract of construction. The Supreme
Court also considers the lack of an assessment of whether the patient was informed or not, as a
deficiency in the expert reports. It is important that the patient is adequately enlightened before
aesthetic interventions, because of 15.9% of the decisions of reversal of the Supreme Court are
the reasons for not informed the patient.
The Supreme Court does not make a distinction in terms of indications and promising
results in aesthetic practises. We are of the opinion that the laws of the contract of construction
should be applied to aesthetic practises, which we define as practises made for the sole purpose
of beautification, and to dentistry practises that are suitable for promising results even if they
are performed within indications.
2021-01-01T00:00:00Z